3 Nisan 2011 Pazar

Imamin ordusu..48 -72 .sayfa....


Polis okulu ve koleji öğrencilerinin her hafta sonunu dualar okunup namaz kılınan,
Nurculuk öğretilerinin anlatıldığı derslerin işlenip Fethullah Gülen’in vaaz
kasetlerinin dinlenildiği bu evlerde geçirdiğini belirten Kındıra 1979 yılı ve izleyen
yıllarda Işık Evleri’ne öğrenci götürmenin sistemli bir hale geldiğini de söylüyordu.
Işık Evleri’nin tedrisatından geçenlerinin zaman içinde kritik görevlere geldiğini de
belirten Kındıra, “1979 yılında hazırlık sınıfına başlayan öğrencilere
yönelik ’adam kazanma’ yöntemi henüz birkaç yıllık yeni bir uygulama olsa da
başarıyla yürütüldü. O yıldan sonra da bu operasyon hız ve güç kazanarak sürdü.
1979 yılında Gülen’in Şarj Evleri’ne, yalanlarla öğrenci götürenler ve bu grubun
içinde olanların hemen tümü hala Emniyet Teşkilatı içinde en kritik noktalarda
görev yapıyorlar. Müfettiş raporlarında, MİT kayıtlarında, MGK’ya sunulan
belgelerde ‘Fethullahçı’ olarak gösterilen polisin, komiser, amir ve müdürlerinin
büyük çoğunluğu bu dönemde Işık Evleri’nde yetiştirilenlerdir. Bu polislerin adları,
o dönemdeki çalışmaları ve ilişkileri gün geçtikçe daha açık bir şekilde ortaya
çıkıyor. Bu kişilerin, ilişkilerini ve çalışmalarını bugün de sürdürdükleri biliniyor.
80’li yıllarda Işık Evleri’ne yeni öğrenci götüren ve ders aldıranlar arasında
olanlar; daha sonra Emniyet Teşkilatının önemli kademelerinde görev yaptılar.
Kuşkusuz, o dönemde Işık Evleri’ne gidenlerin hepsi Fethullahçı olmadı. Ama
büyük çoğunluğunun adı kayıtlara Fethullahçı olarak geçti” diyordu.
“Çalışan kadınların hepsi orospudur”
Kındıra kitabında isim isim polis eğitim kurumlarındaki Fethullahçı örgütlenmenin
sorumlularını da deşifre ediyordu. 2001 yılında ilk baskısı yapılan kitapta polis
okulu ve akademisi öğrencileri ya da hocaları olarak adları geçenlerin daha sonra
emniyet içinde yürütülen Fethullah Gülen soruşturmalarında da karşısına çıktığını
örneklerle anlatan Kındıra’nın adını andığı isimlerden biri de Polis Koleji ve
Akademisi’ne 12 Eylül sonrasında atanan öğretim üyelerinden Türk Dili ve
Edebiyatı derslerine gelen B.C.’ydi. (Bu isim rumuz mu olsun acaba?) Coşkun’un
derslerde edebiyat ya da Türk dilinden söz etmek yerine daha çok “hayat dersi”
anlattığı öne sürülen kitapta, “Osmanlı’nın güzelliğinden, Cumhuriyet döneminin
nasıl toplumda dejenerasyona yol açtığından söz ederdi. İslamın yüceliğinden çok
eşliliğe, tek çeşit yemek yenmesi gerekliliğinden Atatürk’ün yanlışlarına kadar her
alanda düşüncelerini anlatırdı. Şer’i hukukun adaleti tam olarak yerine getirdiğini,
ancak günümüzde uygulanan Batı hukukunun adaleti sağlayamadığını, çoğunu
kendisinin uydurduğu hikâyelere dayanarak, ileri sürerdi”48 deniyordu. B.C.’nin
bir ders sırasında, “Atatürk’ü Samsun’a Vahidettin gönderdi. Parasını da o verdi.
Gidip, düşmana karşı hazırlık yapması için görevlendirmişti. Ancak
48 Zübeyir Kındıra, Fethullah’ın Copları, Su Yayınları
50
Atatürk, Vahdettin’e ihanet etti” demesi üzerine aralarında kendisinin de
bulunduğu bazı öğrencilerin gösterdiği tepki üzerine B.C.’nin dersi terk ettiğine
kitabında Yer veren Kındıra, “Bir başka dersinde ise kadınların çalışmasının
dinimizce yasak olduğunu, çalışan kadınların erkeklerle aynı ortama girip, yoldan
çıktığını ileri sürdü. Yine tartışma çıktı. B.C., heyecanla tezini savunuyordu:
- Çalışan kadınların hepsi orospudur.
Ender, birden ayağa fırladı ve başladı bağırmaya:
- Benim annem ebe. Sen bunu nasıl dersin?
B.C.’nin rengi attı. Bu olay okul yönetimine ve bayan öğretmenlere yansıdı.
B.C.,Polis Koleji’nde ders verdiği öğrencileri mezun olup Akademi’ye gidince,
Polis Akademisi’nde de aynı şeriat propagandası yapmayı devam etti. Ta ki,
hakkında soruşturma açılıp, sözleşmesi iptal edilene kadar. Bilal Coşkun, bu
tarihten sonra, Refahyol hükümeti döneminde Başbakanlık müşavirliği kadrosuna
geçirildi. B.C., hala TBMM’de.”49
Dua ezberleyene 5 puan
Akademideki hocaların yanı sıra cemaat örgütlenmesi içinde sorumlu olan
öğrencilerin de yer verildiği kitapta N.M.’yle (isim sorunu: bence dava açılmasını
engellemek için xxx diye analım) kendisi arasında geçen ilginç bir hikayeyi
anlatılıyordu. Kındıra ve kendisi gibi öğrenci olan Mutlu arasında Fethullah
Gülen’in duasını ezberlemeyle ilgili geçen diyalog şöyleydi:
“‘Eğer Hoca efendinin duasını okursan, sınavda 5 puanın garanti. Geri kalan 5
puanı da kendin alırsın artık’ dedi, son sınıf
öğrencisi N.M., ’Bak, İsmail’in, Ayhan’ın dersleri kötüydü. Duayı ezberlediler,
şimdi her sınavda yüksek not alıyorlar’ diye de duanın gücünü ve inandırıcılığını
vurgulamaya çalıştı.
‘Peki. Ver o zaman ben de okuyayım’ dedim.N.M., ‘o kadar kolay değil’ der gibi,
yüzüme baktı: ‘Olmaz, öyle şey! Sen, hem çok ham, hem de kapkarasın. Önce
aklanman gerek. Süt gibi aklanınca, duayı veririm. Bizden uzak durmamalısın,
mescide gidip namazını kılmalısın, risale ezberlemelisin. Ayrıca, hafta sonları kız
peşinde koşacağına, tiyatro sinema gibi yerlere gidip, günah işleyeceğine bizimle
birlikte eve gelip, ders dinlemen gerek. Ondan sonra bu duayı sana da veririm.’”50
Cemaat emniyetten güçlü
Birgün Gazetesinden Onurkan Avcı’nın 26 Ağustos 2010’da, Hanefi Avcı’nın
tutuklanmasına giden süreci başlatan kitabının yayımlanmasından sonra kendisiyle
49 Zübeyir Kındıra, Fethullah’ın Copları, Su Yayınları
50 Zübeyir Kındıra, Fethullah’ın Copları, Su Yayınları
51
yaptığı röportajda Kındıra, öğrenci olduğu dönemde temelleri atılan emniyetteki
Fethullahçı kadrolaşmanının geldiği noktayı, “Cemaatin siyasi iktidardan da güçlü
bir konumda bulunan, siyasi iktidara etki eden, yönlendiren bir güçte oldukları
konuşuluyorken, cemaatin Emniyetten güçlü olup olmadığını tartışmak, abesle
iştigal etmektir”51 diye açıklıyordu. Avcı’nın cemaatin avı olmaya mahkum
olacağını vurgulayan Kındıra, “Cemaatçi polisler, kendi kadrolaşmalarını
tamamlayabilmek için önce Atatürkçü, demokrat, ulusalcı kesime yönelik
operasyonlar yaptılar. Daha okul sıralarında başlayan bu ayrıştırma,
kendilerinden olmayanları karalama ve yok etme sistemlerini, aktif birimlerde daha
da katı bir şekilde sürdürdüler. Dahası güçlendikçe, önce kendi yanlarında ve
yakınlarında tuttukları Ülkücü kökenli polisleri de saf dışı etmek için aynı
karalama yöntemleriyle suçlamaya başladılar. Ülkücü kökenli polisler de bunu
tıpkı Hanefi Avcı gibi, yıllar sonra fark ettiler. Hanefi Avcı gibi ‘devletçi’ polisleri
de bir süre kızdırmadılar ama güçlenince pasifize etmeye başladılar. Avcı da bu
nedenle bir müddet cemaate yakın gibi algılanmış, cemaat ile kolkola görünmüş
hatta cemaatin hedefine hizmet eden operasyonlara imza atmış olabilir. Telekulak
operasyonu da buna örnek gösterilebilir. Bu bağlamda Hanefi Avcı’nın son çıkışı
ve 2010 Ağustos’unda yayınlanan kitabı, senelerdir gücü hakkında yayınlar
yapılan cemaatin artık dış desteğe ihtiyaç duymayacak bir güce ulaştığını ve
kendisinden olmayanların tamamını tasfiye etmeye yönelmesine bir karşı duruşu da
simgeliyor. Ama bildiğim bir şey var ki, cemaate dokunan yanar. Cemaat arkasına
aldığı ABD desteği, CIA koruması ve katkılarıyla, devlet ve iktidar içindeki
kadrolaşmasıyla önemli bir güçtür ve önceki örneklerinde olduğu gibi Avcı da,
cemaatin avı olmaya mahkûmdur. Sadece bürokratik yaşamına son vermek zorunda
kalması gibi bir fatura ile kurtulabilirse sevinmelidir. Fethullah Gülen hakkında
dava açılmasına rağmen, örgütü hakkındaki soruşturmanın ‘soruşturmaksızın’
takipsizlikle sonuçlanması ve bu takipsizlik kararı gerekçe gösterilerek Gülen
hakkında beraat kararının Emniyet tarafından verilen belgeye dayandırılması
unutulmamalıdır”52 diyordu.
Fethullahçılara ilişkin yapılan ilk önemli çalışma
Şimdi yeniden hileli kura olayına dönelim. Ünal Erkan’ın Emniyet Genel Müdürü,
Ümit Erdal’ın Polis Akademisi Başkanlığı yaptığı dönemde başlatılan bu
soruşturma, o dönemde Polis Akademisi’nin deyim yerindeyse bir “cemaat yuvası”
olduğunu ortaya koyuyordu. Yapılan baskınla genel müdür gözünde de açığa çıkan
Akademi’deki Fethullahçılarla ilgili bizzat Ünal Erkan’ın görevlendirmesiyle
müfettişler inceleme başlattı. EGM Polis Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın 1991/313
51 Birgün Gazetesi, 26 Ağustos 2010
52 Birgün Gazetesi, 26 Ağustos 2010
52
sayılı ve Başmüfettiş Ahmet Nihat Dündar ve Müfettiş İzzet Sezgin Şenel imzalı
raporunda Akademi’deki Fethullahçı öğretim üyeleri isim isim saptanmıştı. Bu
soruşturma raporuna dayanılarak haklarında idari işlem yapılmak üzere Yüksek
Disiplin Kurulu’na sevk edilen öğretim üyeleri, “Terörle Mücadele Kanunu’nun 1.
maddesine muhalefet ederek Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik
ve ekonomik düzeni değiştirmek suretiyle Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin
varlığını tehlikeye düşürmek, görevin yerine getirilmesinde siyasi düşünce, felsefi
inanç, din ve mezhep ayrımı yapmak, Emniyet mensupları arasında bu yolda ayrım
yapıcı tutum ve davranışlarda bulunmak”la suçlandı.
Ancak Yılmaz Ergun, Necdet Adıbelli, Kamil Tecirlioğlu, Halit Karabulut, Kazım
Önder’den oluşan Yüksek Disiplin Kurulu, Polis Akademi’sini cemaate teslim eden
bir karar imza attı: “Emniyet mensupları hakkında yukarıda açıklanan
suçlamalardan dolayı düzenlenen soruşturma dosyası kurulumuzca incelendi. Adı
geçenlerin, Polis Akademisi’nde derslerine girdiği öğrencilere kıyas yapmak
suretiyle İslam Hukuku’nun batı hukukundan üstün olduğunu, şer’i düzenin
bugünkü düzenden daha mükemmel olduğunu empoze ettikleri, bu düşünceyi
benimseyen öğrenciler ile benimsemeyen öğrenciler arasında ayırım yaptıkları,
Nurculuk faaliyetinde bulundukları iddia edilmiş, Türk Ceza Kanunu’nun 163’ncü
maddesinin yürürlükten kaldırılmış olması nedeniyle takipsizlik kararı verilmiştir.
Sanık Emniyet mensupları hakkındaki suçlamalar yürürlüğe giren kanunun 1.
maddesiyle affedildiğinden dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmiştir.”
Aslında ortaya çıkan raporlar emniyetteki Fethullahçı yapılanma diye adlandırılan
oluşumu bugünden 20 yıl önce ortaya döken tutarlı bir çalışmaydı. Tespit edilen
isimlerin cemaat oluşumunun içinde yer aldıkları konusunda yetkililerin kuşkusu
yoktu. Ancak bu isimlerin yanı sıra, Polis Akademisi’ne dışarıdan öğrenci alımını
sağlayan düzenleme uyarınca gelerek eğitimleri sonunda mezun olup göreve
başlayan ya da dil eğitimi için yurtdışına gönderilen polis, kaymakam ve
bürokratların araştırılmaması, hatta korunması bu kişilerin izlerini kaybettirmesine
neden oldu. Kimi zaman açılan soruşturma ve davalar da bürokratik rekabet olarak
kamuoyuna yansıyınca sonuçsuz kaldı. Bu konuyla ilgili ceza alanlar ise hep
soruşturma açtıranlar ya da yürütenler oldu. Polis Akademisi’ndeki soruşturmayı
açtıran Ünal Erkan 9 ay sonra OHAL Bölge Valisi olarak görevinden ayrıldı.
Birlikte yürüttükleri operasyonda görev alan Polis Akademisi Başkanı Ümit Erdal
ise 1 yıl daha aynı görevde kalabildi. Yukarıda da anlattığımız gibi, 1993 yılında 4
ay gibi kısa bir süre İçişleri Bakanlığı yapan Mehmet Gazioğlu’nun döneminde,
Bakanın yurtdışındaki, çoğu cemaate yakın araştırma görevlilerinin görev
sürelerinin uzatılması isteğine karşı çıktığı için görevinden alınan Ümit Erdal APK
Kurulu uzmanlığına atandı. Bakan Gazioğlu’nun uzatma isteğine, “Sayın bakanım
tam 4 yıl önce Polis Akademisi adına İngiltere’ye 41 kişi gönderilmiş. Bunların
nerede olduğunu Büyükelçilikler ve öğrenim gördükleri üniversitelerden araştırdık.
53
Çoğunun yerlerini belirleyemedik. 4 yıldır yurtdışında ne yaptıkları belli olmayan
bu kişilerin, sürelerinin uzatılması için size bir teklifte bulunamam, uzatma yazısını
da yazmam” diye karşılık vermesinden 2 saat sonra APK’ya atandığına dair yazıyı
masasında buldu. Kızağa çekilerek etkisiz kılınan Erdal, ölene kadar da önemli bir
göreve atanmadı.53 EGM Ünal Erkan’ın görevlendirmesiyle hileli kura incelemesini
yapan müfettişler İzzet Sezgin Şenel ve Ahmet Nihat Dündar hakkında da
inanılmaz bir iftira kampanyası başlatılmış, soruşturmalar açılmıştı. Müfettişler
Şenel ve Dündar’ın soruşturma raporunu “yanlı” hazırladıkları gerekçesiyle
haklarında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmuştu.
Suçlama üzerine müfettişlerle ilgili açılan soruşturma sonucu Dündar ve Şenel’in
dosyalarını “tarafsız” biçimde hazırladıklarına dair rapor düzenlense de ikisi de
kızağa alınmış ve bir süre sonra da emekli olmuşlardı. Bu iki müfettişin özellikle
bu görevden sonra meslek hayatlarını sürünerek geçirdiği emniyette her zaman
konuşulan bir şehir efsanesine döndü.
Fethulah Gülen’in adının geçtiği fezleke
Polis müfettişleri İsmet Sezgin Şenel ile Nihat Dündar’ın, 1991 yılında Akademi’de
yaşanan hileli kura olayıyla ilgili başlattıkları soruşturmadan, birkaç kişiye ceza
verilmesi dışında tatminkar bir sonuç çıkmamıştı. İsimleri belirlenerek kurumdan
uzaklaştırılanlar buzdağının görünen yüzüydü. Geride kalanlara da ulaşılabilmesi
için çalışmalar sürdürüldü. Birkaç ay sonra da, dönemin Emniyet Genel Müdürü
Yılmaz Ergun zamanında Emniyet teşkilatı içindeki Fethullahçı yapılanmaya
ilişkin iki yeni soruşturma açılmış hatta bu soruşturmalarla ilgili 1992 yılında iki
ayrı fezleke hazırlanmıştı. Fethullah Gülen’le birlikte Akademi dışından cemaat
üyelerinin de aralarında bulunduğu çoğu emniyet görevlisi olan ilkinde 102,
ikincisinde de 93 zanlı hakkında Ankara DGM Başsavcılığı’na suç duyurusunda
bulunulmuştu. Polis Akademisi’ndeki 1988-1991 yılları arasındaki gelişmeleri
değerlendiren yazı, soruşturma ve suç duyuruları Polis Akademisi’nden sicil puanı
düşürülerek atılan R.Y. (Bilin diye yazıyorum kullanmayın Rafet Yılmaz) isimli
öğrencinin Ankara İdare Mahkemesi’ne açtığı yürütmenin durdurulması istemli
dava üzerine açılmıştı.
Sen misin cemaaten ayrılan?
Akademi son sınıfta iken mezuniyetine 1 gün kala disiplin puanı düşürülerek atılan
R.Y., okulda faaliyet gösteren ve kendisinin de içinde yer aldığı cemaat
yapılanmasından çıkması üzerine haksız biçimde sicil puanı düşürülerek atıldığını
53 Saygı Öztürk, Okyanus Ötesindeki Vaiz, Doğan Kitap
54
öne sürüyordu. İddialar üzerine açılan soruşturmalarda sonunda da iki ayrı fezleke
hazırlanmıştı. Ankara Emniyet Müdürlüğü ve Emniyet İDB’ce yapılan her iki suç
duyurusunda da “Fethullah Gülen’in Talebeleri” isimli bir örgütün Emniyet
teşkilatı içinde örgütlenme çalışmaları yürüttüğünden bahsediliyordu. Ancak bu iki
suç duyurusundan da sonuç alınamayacak ve Ankara DGM takipsizlik kararı
verecekti. Birkaç yıl sonra da tüm Türkiye’nin konuştuğu Emniyet teşkilatı içindeki
skandallar ardı ardına patlayacaktı. Cemaat kılıçlarını çekmişti. Çünkü suçlananlar
teşkilattaki Fethullah Gülen örgütlenmesini ortaya çıkarmaya çalışan emniyet
yetkilileriydi ve bu savaşın galibi de her zaman olduğu gibi cemaat yanlıları
olacaktı.
Emniyet raporlarından Fethullah örgütlenmesi
Emniyet Genel Müdürü Ünal Erkan’ın suçüstü yaptığı hileli kura olayından sonra
görevlendirilen polis müfettişleri İsmet Sezgin Şenel ile Ahmet Nihat Dündar’ın
Polis Akademisi’ndeki Fethullahçı yapılanmayla ilgili başlattıkları bu yeni
soruşturma çerçevesinde İDB’den, bazı emniyet mensuplarının illegal faaliyetleri
hakkında bilgi istemişlerdi. Talep üzerine dönemin İstihbarat Daire Başkanı Tuncer
Meriç’in imzası bulunan 4 sayfalık bir rapor 10 Mart 1992 tarihinde “gereği
yapılmak” üzere Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilmiş, Teftiş Kurulu
Başkanlığı’na da bilgi amacıyla ulaştırılmıştı. “Çok Gizli” ibareli raporda şunlar
yazıyordu:
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti
niteliklerinin değiştirerek yerine şeriat düzenini getirmeyi amaçlayan illegal
“Fethullah Hoca’nın talebeleri” adlı örgütün, tüm Türkiye genelinde olduğu gibi
Teşkilatımız içinde de örgütlendiği, özellikle hareket noktası olarak seçtiği Polis
Kolejleri, Polis Akademisi ve Polis Okulları içindeki faaliyetlerinin, Teftiş
Kurulu’ndan gelen yazıya bağlı olarak askıya aldıkları, buna rağmen sempatizan
kadroları ile bağlarını zayıflatmamak için toplantı ve çalışmalarını yoğun olarak
sürdürdükleri ve illegaliteye son derece bağlı kaldıkları gözlenmiştir.
Elde edilen bilgiler doğrultusunda yapılan takip-tarassut ve tahkikatlarda, Ankara
Polis Koleji öğrencilerinin yüzde 50’sine yakın bir kesimi ile çeşitli şekillerde
temas kuran örgüt elemanları, kendilerine yakın olarak üzerindeki ajıtasyon
çalışmalarını sistemli olarak yürütmektedirler.
Örgütün yapılanmadaki temel stratejisine bağlı olarak, devlet dairelerinin önemli
yerlerine yerleşme planını, en tabandan uygulamaya koymaları teşkilatımızda da
gözlenmektedir. Gelecekte Emniyet Teşkilatının bürokratlarını oluşturacak Polis
Koleji öğrencilerinin, koleje seçimden itibaren her aşamada sistematik bir
çalışmanın yürütüldüğü görülmektedir.
55
Örgütün yapılanmadaki temel stratejisine bağlı olarak, devlet dairelerinin önemli
yerlerine yerleşme planını, en tabandan uygulamaya koymaları teşkilatımızda da
gözlenmektedir. Gelecekte Emniyet Teşkilatının bürokratlarını oluşturacak Polis
Koleji öğrencilerinin, koleje seçiminden itibaren her aşamada sistematik bir
çalışmanın yürütüldüğü görülmektedir.
Örgütün tüm yurt sathında çeşitli görünümler altında kurulu bulunan vakıf ve
evlerde ailelerinin izni ile yetiştirilen zeki, çalışkan öğrencilerin meslek okullarına
yerleştirilme planından Polis Kolejleri de payını almıştır. Bu öğrenciler Polis
Kolejlerine geldiklerinde hiyerarşik sıra içinde sınıf, dönem ve okul imamları ve
kadrolarının denetiminde görüşleri doğrultusunda eğitilmektedirler. Sınıfların ve
okulun kendi bünyesinde sorumlu imamlarının olmasına rağmen, örgüte karşı asıl
sorumlu olan dışarıdan bir üniversite öğrencisidir. Örneğin: Ankara Polis Koleji 3.
sınıflar sorunlusu SBF Kamu Yönetimi 3. sınıf öğrencisi A.A., buna bağlı olarak
yine soy adı tespit edilemeyen Hukuk Fakültesi 4. sınıf öğrencisi Tarık, Gazi
Üniversitesi Arap Dili öğrencisi S. Ö. Polis Kolejinin ve Akademisinin
sorumlularıdır.
Cumartesi ve pazar günleri öğrenciler, sınıf imamlarının belirlediği adreslerde 5-6
saatlik bir eğitim çalışmasına katılmaktadır. Genelde Polis Koleji ve Polis
Akademisi öğrencilerini birbirleri ile karşılaştırmamaya özen gösteren idareci
kesim öğrencilerin Abidinpaşa Tıp Fakültesi Caddesi Şadırvan Sokak 4/a adresinde
bulunan Terzi S.B.’nin dükkânında sivil elbise giymelerini ve daha sonra toplantı
evlerine gitmelerini sağlamışlardır. Yapılan bu toplantılarda masumane sohbet ve
çay partilerinden sonra Nur Külliyatı ile ilgili kitapların okunması ve açıklamaları
yapılarak Fethullah Gülen kaset ve videoları seyrediliyor, öğrencilerin konulara
olan yatkınlığına göre değişik gurup toplantılarına katıldıkları gözlenmiştir.
Ankara’da:
-Dikmen Sokullu,
-Abidinpaşa,
-Cebeci,
-Keçiören,
-Yenimahalle,
-Demetevlerde, teşkilata mensup kişilere ait evler ile bu işler için kamufle edilmiş
eğitim evleri mevcut.
Sağlık Koleji öğrencilerinin ise, Demeteveler 12. Cadde 21. Sokak’ta köşede
bulunan ev ve Örnek Mahallesi Faik Suat Caddesi 7. Sokak A/4 bloktaki yerleri
kullandıkları tespit edilmiştir.
Polis Akademisi ve Polis Koleji öğrencileri ile bağlantılı oldukları sanılan
şahısların adresleri aşağıya çıkarılmıştır.
1- F.A.
a) İvedik Caddesi 406/A Karşıyaka
56
b) 1. Cadde 16/7 Karşıyaka
2- Ü.G.(ismi rumuz olacak)
Demetevler12. Cadde Merkez Apt. No: 17
3- K.Ö.
Özel Elif Sitesi İvedik Caddesi 36. Sokak 5.Blok Kat: 2 Demetevler
4) A.B.
Ulus Konya sokak Bursa Han No: 7
5) N.A.
12. Cadde 33. Sokak Özel Elif Sitesi 4. Blok 25/24 Demetevler
6) S.D.
4. Cadde 3. Sokak 39/1 Demetevler
7) Z.D.
33. Sokak D Blok No: 34 Demetevler
Hukuki konularda kendilerine yardımcı olan Avukat A. B. isimli şahsın
yazıhanesine sık sık gidip geldiği gözlenmiştir.
Fethullah Gülen grubunun Ankara Liderlerinin, Atatürk Anadolu Lisesi Din dersi
öğretmeni K.Ö. isimli şahsın olduğu, Fethullah Gülen ile direk irtibatı olduğu, emir
ve direktifleri kendisinden aldığı, Ankara ili ve ilçelerinde, örgütlenme
çalışmalarını yönettiği, haftanın değişik günlerinde il dışında düzenlenen
toplantılara katıldığı, özellikle esnaf kesiminin toplantılarına katılarak esnaf
üzerinde sempati uyandırdığı böylece maddi çıkar teminini kolaylaştırdığı
kendisinde habersiz hiçbir işin yapılmadığı, kendi görüşleri doğrultusunda faaliyet
gösteren evler, okul ve pansiyonların bütün iaşe giderleri, harcamalarının kendisi
tarafından yapıldığı, zengin esnaflar ile para toplamak amacıyla yapılan
toplantılara Himmet toplantısı adının verildiği, bu tip toplantılara bizzat kendisinin
iştirak ettiği, taraftarlarınca kendisine Ankara’nın Valisi dendiği,
Amaçlarını hizmet için önlerine çıkabilecek engelleri aşmak amacıyla değişik kamu
kurum ve kuruluşlarında kadrolaştıkları, işlerini yaptırabilmek için rüşvet ve
hediyelere başvurdukları söylenmektedir.
Kamu kurum ve kuruluşlarına kendi fikirleri doğrultusunda bulunan şahısları
yerleştirmede tavassutta bulundukları başarı elde ettikleri, telefon irtibatlarını
asgaride tuttukları, önemli haberleşmelerde kurye kullandıkları, Azerbaycan’a
gruplar halinde kendi fikir ve düşüncelerini empoze edebilecek nitelikli elemanlar
gönderildiği, kendi örgüt mensupları arasında söylenmektedir.
Yapılan araştırmalar sırasında Geçit Sokak Cebeci Ankara adresinde arkadaşları
ile beraber kalan Komiser Yardımcısı İ.K.’nin muhtelif zamanlarda diğer illerden
yanına gelen aynı fikir ve düşünceleri paylaştığı arkadaşları ile sohbetler yaptığı
duyumlanmıştır. Konuların müfettişlerce araştırıldığının duyulması, özellikle
konuyu gündeme getiren müstafi Polis Akademisi öğrencisinin kendisini
57
koruyabilmek için müfettişlikte vermiş olduğu ifadeleri, örgüt taraflarına aktarmış
olması çalışmalarımız sırasında sık sık karşımıza çıkmış ve hareket imkânımızı
kısıtlamıştır.
Her ne kadar ifadelerde belirtilen konuların doğruluğu tartışılmaz bir gerçek ise de
bunların delillendirilmesi zaman içerisinde mümkün olacağı kanısı ile her türlü
takip ve tarassut’a devam edilmektedir.”
Teftiş Kurulu’nun tespit ettiği Fethullahçı polisler
Yürütülen soruşturmalar sonunda hazırlanan raporlar, EGM Polis Teftiş Kurulu
tarafından fezlekeye dönüştürülerek Ankara DGM Başsavcılığı’na suç duyurusu
yapıldı. Fezlekede, Akademi içinde faaliyet gösteren dinci bir gruba katılmadığı
gerekçesiyle haksız biçimde sicil puanı düşürülerek atılan R.Y. isimli öğrencinin
İdare Mahkemesi’ne açtığı dava üzerine kurum içinde soruşturma başlatıldığı
belirtiliyordu. B.05.EGM.0.06.01/15-92 sayılı Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın
fezlekesinde 8’i Polis Akademisi’nde görevli öğretim görevlisiyle Emniyet
Müdürlüğü’nün çeşitli birimlerinde görevli biri emniyet amiri 90 polis ve kurum
dışından 3 kişinin daha adları zanlı olarak yer alıyordu. Kurum dışından zanlı
listesine girenlerden biri Fethullah Gülen, diğerleri de cemaatin Ankara İmamı
olarak bilinen bir lise din öğretmeni ve bir başbakanlık görevlisiydi. Zanlılar 1987-
1991 yılları arasında Ankara Polis Akademisi’nde 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanunu uyarınca, “Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuku, sosyal, laik ekonomik
düzenini değiştirmek, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye
düşürmek” ve “Görevin yerine getirilmesinde siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve
mezhep ayrımı yapmak, Emniyet mensupları arasında bu yolda ayrım yapıcı, tutum
ve davranışlarda bulunmak”la suçlanıyordu.
Mezuniyetine 1 gün kala atıldı
Fezlekede hem mağdur hem de tanık olarak adı yazılan R.Y.’nin 1987’de Polis
Akademisi’ne girdiği belirtilerek, “Okula girdikten sonra geçmişte olduğu gibi dini
vecibelerini yerine getirmeye devam etmiş, bilahere okulda bulunan örgüt
organizasyonuna mensup dini inanç ve esasları temel kabul edip faaliyet gösteren
kişiler tarafından kendisine yaklaşılarak, kişinin bazı zaaflarından da
yararlanılarak söz konusu grubun içerisine dâhil edilmiştir. Bu grubun içerisine
girdikten sonra, eğitim çalışmalarına katılmış ve okulun son sınıfına kadar aynı
grubun içersinde faaliyetine devam etmiştir. Zaman içerisinde malum grubun
sorumlularıyla ters düşmesi üzerine bu teşkilat tarafından dışlanmış ve okul
idaresinin de söz konusu grubun görüşlerine yakın hareket etmesi sonucu, okulu
58
bitirme sınavlarına bir gün kala disiplin puanlarını düşürmek suretiyle okuldan
atılmıştır” denildi.
İsim isim emniyetteki Fethullahçılar
Bunun üzerine İdare Mahkemesine başvuran R.Y.’nin, 1991 yılında Emniyet Genel
Müdürü olan Ünal Erkan’ın Emniyet Teşkilatında geniş çaplı yönetim değişikliği
yapması üzerine de, okuldaki faaliyetler hakkında bir ihbar mektubu yazdığı
anlatılan fezleke şöyle devam ediyordu:
“Müşteki R.Y. gerek tarafımıza verdiği ifadede gerekse kendi el yazısıyla yazdığı
mektuplarda, Polis Akademisi başta olmak üzere, Emniyet teşkilatının birçok
kademesinde bulunan şahısların Fethullah Gülen grubunun görüşleri
doğrultusunda faaliyet gösterdiğini açıklamıştır. Bu örgütlenmenin yapılanması
eğitim faaliyetleri ve illegalitesi hakkındaki hususlarda itiraflarda bulunmuş olan
R.Y.’nin verdiği bilgiler ışığında itiraf ve mektuplardaki konular üzerinde
tarafımızdan geniş bir araştırma çalışması yapılmış ve ifadelerinin doğruluğu elde
edilen belge ve tanık ifadelerinden anlaşılmıştır. Elde edilen bilgi ve verilere göre
operasyona yönelik daha geniş bir inceleme ve tespitin yapılması amacıyla,
makamın emirleri üzerine konu İDB’ye aktarılmış, bu birimin yaptığı
araştırmalarda da R.Y. tarafından verilen bilgilerin doğru olduğu saptanmıştır.
R.Y.’nin ifadesinde belirttiği ve devre imamı İ.K. ile birlikte gittiği Demetevler ve
diğer semtlerdeki değişik amaçlarla kullanılan konutların, İDB’nin tespitlerinde de
yer aldığı anlaşılmaktadır. Devletin temel nizamını dini inanç ve esaslar üzerine
oturtmak amacıyla faaliyet gösteren ve stratejik amacına ulaşmak için bir örgüt
yapılanması içerisine giren, siyasi iktidarı bir ihtilal hareketiyle ele geçirmek için
teorik ve pratik eğitim aşamasına giren bu örgütün, temel hareket noktası Said-i
Nursi tarafından kurulan ve onun çeşitli fonksiyonlarından biri olan Fethullah
Gülen tarafından organize edilmektedir.
Teori bir siyasi hareket için gereklidir. Amaca ulaşmak için pratiğin esas hareket
noktası olarak kabul edilir. Bu grubun nihai hedefi olan siyasi iktidarı ele geçirmek
amacıyla çeşitli örgütlenme birimlerine girdiği gözlenmektedir. Örgüt içerisinde
çalışmış R.Y.’nin de ifade ettiği gibi mevcut durumdaki amacın hedefe ulaşacak ve
devlet kademesindeki belli kadrolara yeterli elaman yetiştirmek olduğu ifade
edilmektedir. Bu amaçla, devletin varlığının temel koruyucusu ve kollayıcısı olan
Emniyet Teşkilatında da amaca uygun bir örgütlenmeye gidildiği müşahade
edilmektedir.
Başta Emniyet Teşkilatının gelecekte lokomotifi olacak olan ve teşkilata yön
verecek, amir kadrosunu yetiştiren Polis Akademisinde illegal bir yapılanmaya
gidildiği, kademe kademe mezun olan örgüt görüşüne göre militan veya sempatizan
durumuna getirilen kişilerin, teşkilattaki diğer eğitim kurumlarına atanarak, uzun
59
vadeli bir program uygulanmaya koyduğu gözlenmektedir. Yine Akademi son
sınıfta branşlar uygulanmaya koyduğu gözlenmektedir. Yine Akademi son sınıfta
branşlar ayırımında, bu gruba mensup öğrencilerin daha çok siyasi kısıma
ayrıldığı belirtilmektedir.
Polis akademisinde genellikle üyesi olan A.Ş, İ.T, R. F, C.Y, A.T, A.K, İ.B, M.K,
R.K, B,C, H.İ.O, Emniyet Müdürü A.Ö ve A.E’den oluşan bir teorisyen kadronun
bulunduğunu, bu kişilerin şeriat düzeninin daha iyi olduğunu empoze ettiklerini
bütün tanıklarca ifade edilmiştir. Bu teorisyen kadrosuna okul idarecisi durumunda
olan H.B.E ve İ.T’ın yardımcı olduğu belirtilmektedir.
Öğretim üyelerinden sanık durumunda olan, İ.Y.T A.Ş, R.F, B.C, A.K, H.İ.O, R K ve
C.Y’nin ders konularının işledikleri sırada mevcut rejimi yererek şeriat düzenini
övmek suretiyle hoş göstermeye çalıştıklarını ifadesine başvurulan, H.B, E.G,C.K,
İ.Ç, S.Y, E.B, K. Ö, L.S, F. R. A, A.T, S.Y, A.T, M.İ.Y, C.A., E. M., A. T., A.U., L.. C.
Y., adlı tanıklar tarafından açıkça ifade edilmektedir. Yine tanık İfadelerinde bu
öğretim üyelerinin öğrenciler arasında ayırım yaptığı, derslerle ilgisi olmasa bile
sürekli şeriat düzenini övmeye gayret sarf ettiklerini belirtmiştir.
Her ne kadar sanık sıfatı ile ifadesine başvurulan söz konusu öğretim üyeleri iddia
ve isnatları reddetseler bile tanık ifadelerine göre, ders verdikleri sırada şeriat
düzenini savunduklarını öğretim üyelerinin din ve felsefi inanç ayırımı yaptıkları
hususu, açıkça görülmektedir.
R.Y.’nin ifadesinde, şeriat düzenin kurallarının daha iyi, T.C. kanunlarının ve
nizamlarının derme çatma olduğunu belirten öğretim üyesi kişiler haklarında
tanıklık yapabilecek aynı dönemlerde Akademi’de okumuş, şahısların tanık olarak
bilgilerine başvurulmuş, söz konusu tanıkların tamamına yakını R.Y.’nin ifadelerini
doğrulamıştır.
Müşteki tanık R.Y. ifadesinde bu örgüt tarafından tehdit edildiğini, İDB’de görevli
A.T.’yle karşılaştığını ve kendisine cemaati karşısına almaması gerektiğini
söylediğini, bu örgüt hakkında yazmış olduğu mektuptan haberleri bulunduğunu
belirttiğini, kendisinin de bu teşkilatın gücünden korktuğunu, çünkü bu örgütün
kendisini okuldan attırdığını, ifade etmiştir.
Uyarı üzerine endişeye kapıldığını, ne yapmam gerekiyor diye sorduğunda da,
A.T.’nin notere giderek, önceki yazdığı ihbar mektubunun yalandan ibaret olduğu
konusunda tutanak tanzim ettirilmesi gerektiğini belirttiğini, bunun üzerine
A.T.’nin Altındağ Emniyet Amirliğindeki Lojmanlarda bulunan evine giderek,
birlikte ihbar mektubunu inkâr eden bir rapor yazdıklarını, bilahare Maltepe
semtinde bulunan 18. Notere birlikte giderek bu raporu ‘ifade beyannamesi’ başlığı
altında noter kâtibine yazdırdıklarını ifade etmiştir. Daha sonra alınan bilgiler
üzerine Ankara 18. Noterliğine tarafımızdan müracaat edilerek, bu belge elde
edilmiştir.
60
Noterde A. T.’yle birlikte yaptıkları belge, müşteki tanık R.Y. tarafından A.T.’nin
evinde el yazısıyla yazılarak, müfettişliğimize sunulan belgedir. Bu durum R.Y.’nin
ifadesinin doğruluğunu belgeleyen bir husustur.
A. T.’nin, R.Y.’nin nişanlısının evine gitmesi müştekiyi, ‘Cemaati karşına alma’
diyerek dolaylı olarak tehdit etmesi, kendi evinde ‘İhbar mektubuna neler
yazmıştın?’ diyerek defalarca sorduktan sonra, tutanak düzenletmesi bilahare
resmiyet kazandırmak için birlikte notere gidilmesi ve önceden belirlenip,
ayarlandığı anlaşılan noter kâtibine belge tanzim ettirilmesi A.T.’n in anılan
grupla bağlantısını açıkça ortaya koymaktadır.
Bahse konu teşkilatla bağlantısı olmayan birinin kendisini ilgilendirmemesi
gereken bir konuda, bu kadar aktif davranması düşündürücüdür. A.T.’nin gizli
kalması gereken hususların açıklığa kavuşmaması için böyle bir faaliyet göstermesi
dikkate şayandır. Kaldı ki talimatlı olarak alınan ifadesinde, sorulan soruya
senaryo olarak nitelendirmekte ve R.Y.’yle birlikte noterde düzenlettiği belgeyi
ifadesine eklemektedir. Bu da göstermektedir ki A.T., bahse konu grubun bütün
faaliyetleri konusunda bilgi sahibidir ve ilgilidir. Bu sebeple Sanık A.T. de diğer
sanıklar gibi belirtilen suçu işlemiş bulunduğu mevcut bilgi ve delillere göre sübuta
ermektedir.
Müfettişliğimizce soruşturmanın derinleştirilmesi üzerine söz konusu grup
içersinden rahatsız olanlar olmuş, (R.Y.)’nin ifadesinde belirttiği örgütün yayın
organı olan Zaman gazetesinde soruşturmayı yürüten müfettişler aleyhine
‘Komplocular ne yapmak istiyor?’ başlığı adı altında iftira ve isnatlarda
bulunulmuştur. Genel Müdürlüğümüzce Genel Müdür adına yapılan açıklama ile
müfettişlerin soruşturmayı usulüne uygun ve hukuk kuralları içersinde yürüttüğüne
dair haber ile iddialar tekzip edilmiştir.
(R.Y.)’nin ifadesine göre, bahse konu örgütün Fethullah Gülen’ in görüşleri
doğrultusunda hareket ettiği, mevcut T.C. Anayasa ve düzenini değiştirmek isteyen
yerine şeriat düzenini hâkim kılmak arzusunda olan ve bunu bir ihtilalle
gerçekleştirmek isteyen, bu amaçla eğitim yapan, yurtlar açan, dershane adı
verilen evlerde eğitim yaptıran bu yurtların altında karate kursu adı altında yakın
dövüş öğreten eyleme dönük pratik eğitim yaptıran bir örgüt olduğu ifade
edilmektedir.
Söz konusu örgütün amacına ulaşmak için ve bir örgüt niteliği kazanmak için
hiyerarşik ölçüler içersinde gerek sivil gerekse Emniyet Teşkilatı’nda örgütlendiği
elde edilen bilgilerden anlaşılmaktadır.
Bu amaçla, Fethullah Gülen’in genel sorumlu, buna bağlı bölge sorumluları
bunların altında da il sorumluları olduğu anlaşılmaktadır.
Vali diye adlandırılan il sorumlularının altında birçok kurum ve olanda
örgütlenmeye gittikleri müşahade edilmektedir.
61
Genel bir teşkilatlanma, illegalite, sorumlu tayini, görev bölümü, aidat toplanması
şakirde dedikleri mensuplarına kod isim verilmesi yayın faaliyeti, üyelere para
cezası uygulanması mensuplarının kişisel haklarını müdahale, teorik ve pratik
eğitim yaptırılması gibi hususların uygulanması tam anlamıyla ideolojik literatürde
illegal bir örgütlenmenin varlığını ortaya koymaktadır.
Örgütün koyduğu kurallar çerçevesinde de Emniyet Teşkilatında illegal bir
örgütlenmeye gidildiği, elde edilen bilgilerden anlaşılmaktadır. Fethullah Gülen’e
bağlı olarak İç Anadolu bölge sorumlusu K.Hoca’nın, Bu şahsa bağlı olarak da
Polis Akademisi’nde İ.T. ve H.B.E.’ nin adı geçmektedir. Yine öğretim üyeleri
olarak A.Ş., .İ.T, R. F., C. Y., A.T, A.K., İ.B., M. K., R.K., B. C., H.İ. O., A. Ö.’ nün
yer aldığı, EGM’de de M.T. ve S.T.’nin bulunduğu yine Polis Akademisi öğrenci
kesiminde 3 ve 4 sınıflar sorumlusu olarak Kom. Yrd. C.M, 1. ve 2. sınıflar
sorumlusu olarak da Kom. M.E.’nin bunların altında da 4. sınıflar sorusu Devre
imamı İ.K., buna bağlı olarak para sorumlusunun M.K., yardımcı imamın İ.Ö. kitap
sorumlusunun Z.A., yine bunların altında yardımcı imama bağlı olarak siyasi sınıf
imamının M.S.,Adli Sınıf imamının A.K.D.,Trafik Sınıfı imamının Z.K. ,İdari Sınıf
imamının M.K.’nin sorumlu olarak görev aldığı alınan ifade ve belgelerden
anlaşılmaktadır.
T.C. Anayasasının Demokratik, Laik, Sosyal bir Hukuk devleti niteliklerini
değiştirerek yerine şeriat düzenini getirmeyi amaçlayan illegal Fettullah Hoca’nın
talebeleri adlı örgütün, ülke genelinde olduğu gibi, teşkilatımız içerisinde
örgütlendiği bu sebeple devlet güvenliğini ilgilendiren bir faaliyetin akamete
uğratılması ve suçluların fiillerinin subuta erdirilmesi amacıyla yapılacak
operasyondan sonra, yukarıda bahsedilen meslek mensuplarının suçları
kanıtlanmış olacaktır.”
İki suç duyurusuna 6 yıl arayla takipsizlik
Büyük bir titizlikle hazırlanan EGM Polis Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın 28 Şubat
1992 ve 28 Eylül 1992 tarihli 102 ve 93 kişiyi kapsayan suç duyurularına Ankara
DGM Başsavcılığı takipsizlik kararı verecekti. DGM ilk suç duyurusuyla ilgili
yürüttüğü 1992/256 hazırlık sayılı soruşturmayla ilgili 14 Ekim 1992’de takipsizlik
kararı verdi. İkinci fezlekeyle ilgili karar ise 6 yıl sonra 20 Mart 1998’de yine
takipsizlikle sonuçlanacaktı. Ankara DGM Başsavcılığı tarafından verilen her iki
takipsizlik kararının gerekçesi de aynıydı. TCK’nin meşhur 163. Maddesinin
kaldırılmış olması nedeniyle takipsizlik hükmü verildiği belirtilen kararda, “Polis
Akademisi’nde ekserisi öğretim görevlisi veya emniyet mensubu olan sanıklara
isnat olunan suç, Atatürk milliyetçiliğini zayıflatacak; Atatürk ilkelerine ters
düşecek görüşleri savunmak suretiyle devletin siyasi ve hukuki temel nizamlarını
dini esas ve inançlara uydurma çalışmalarıdır. Kişilerin dinsel amaç ve yasal
62
sınırlar içinde kalmak kaydı ile istedikleri faaliyette bulunmaları yasaların teminatı
altındadır. Buna karşın yapılan çalışmalar devletin temel düzenini değiştirip
mevcut sistemi dini esasa uydurmak amacına yönelik olursa, laikliğe aykırı olarak
devletin içtimai veya iktisadi veya siyasi, hukuki temel nizamlarını kısmen de olsa
dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla cemiyet tesisi teşkili suçu, TCK’nın 163.
maddesinde hükme bağlanmış iken, bu madde 3713 Sayılı Kanun’un 23.
maddesiyle yürürlükten kaldırılmış bulunmaktadır. Bu nedenle ortada suç yoktur”
deniliyordu.
Kendilerini kapsamayan Sicil Affı’ndan faydalandırıldılar
Ankara DGM’nin adli soruşturmada haklarında takipsizlik verdiği zanlıların
önünde bir başka engel olan idari soruşturma vardı. Ama o engel de ilginç bir
biçimde, yöneltilen suçlama tarihinden önce çıkarılan bir sicil affına zanlıların dâhil
edilmesiyle aşıldı. EGM Teftiş Kurulu Başkanlığı, haklarında suç duyurusunda
bulunulan zanlıların eylemlerinin idari suç kapsamında da olması nedeniyle 7 Eylül
1992’de 91/101.17498 sayılı yazı ile tahkikat evrakına fezlekeyi de ekleyerek
disiplin yönünden gereğinin yapılması istemiyle EGM Hukuk Müşavirliği’ne
gönderdi. EGM Yüksek Disiplin Kurulu söz konusu dosyayla ilgili kararını 7 Ocak
1993’te verdi: “Sanık Emniyet mensupları hakkındaki suçlamalar 18.06.1992
tarihinde kabul edilip 07.07.1992 tarihinde yürürlüğe giren 3817 sayılı Disiplin
Cezalarının Affına İlişkin Kanun’un 1. Maddesiyle af edildiğinden dosyanın
kaldırılmasına oy birliğiyle karar verilmiştir.”
Yani 23 Ağustos 1991’de başlayıp 28 Ağustos 1992 tarihinde tamamlanarak adli ve
disiplin yönünden müfettiş teklifleri getirilen ve aynı gün suç duyurusunda
bulunulan soruşturmanın zanlıları olan Emniyet görevlileri, Sicil Affı Kanunu’nun
çıktığı tarih 7 Temmuz 1992’den 53 gün sonra af kapsamına alınıyordu. Ancak
burada yanlış olan bir durum yoktu. Sicil affı, suçun işlendiği tarihi gözönünde
tutuyordu. Ancak başka bir sorun vardı. Yüksek Disiplin Kurulu’nun kararına
dayanak oluşturan Sicil Affı Kanunu’nun 1. maddesinde, af kapsamının yasanın
çıkmasından önce çıkan suçları kapsadığı belirtildikten sonra, “Bu kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenmiş devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar
hariç” diyerek zanlıların suçlandığı fiillerin af kapsamına dâhil edilmediğinin de
altı çiziliyordu.
Yüksek Disiplin Kurulu’ndan böyle bir sonucun çıkacağını tahmin ettiklerinden mi
bilinmez müfettişler fezlekelerini de Sicil Affı çıktığını ve zaten 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu’nun (TMK) 163. maddeyi kaldırdığını göz önünde tutarak
hazırlamışlardı. Fezlekenin netice ve kanaat bölümünün (a) fıkrasında zanlıların
TMK’nin 1. maddesinde tanımlanan suçu işlediklerinin sabit olduğunu ve bu
çerçevede işlem yapılması gerektiğini vurguluyorlardı. Yine fezlekenin (b)
63
fıkrasında ise zanlıların görevlerini yerine getirirken, “Siyasi düşünce, felsefi inanç,
din ve mezhep ayrımı yapmak, Emniyet mensupları arasında bu yolla ayrım yapıcı
tutum ve davranışta bulunduklarının belirlendiğini” bu fiillerin de Devletin
Şahsiyetine Karşı İşlenen Suçlar kapsamında olduğunun da altını çizmişlerdi. Bu
ayrıntılı ve adeta yol gösterici fezlekeye rağmen zanlılar suçlanmalarından 53 gün
önce çıkarılan bir yasa kapsamında affedilmiş oldu. Cemaatçilerin nasıl
korunduğuna örnek teşkil eden bu olay da ancak 1999 yılında, yine cemaat
mensubu emniyetçilerin soruşturulduğu ve ilerleyen bölümlerde yer vereceğimiz
bir başka olay sırasında öğrenildi. Bu nedenle hukuksuz bir karar alan ve
haklarında disiplin soruşturması açılması gereken Yüksek Disiplin Kurulu üyeleri
de zaman aşımı sayesinde kurtulmuşlardı.
Bu konuyla ilgili görüş aldığımız üst düzey bir emniyet müdürü bu “hatayı”
vurgulamakla beraber konunun başka bir yanına vurgu yapmanın daha doğru
olacağını söylüyordu: “Emniyet Teşkilatı Disiplin Tüzüğü’nde cemaat üyesi olmak
diye bir suç tanımı yoktur. Cemaat üyesi hangi şartlarda olunur, ne yapılırsa suç
olur, ne yapılmalıdır belli değildir. O yüzden açılan soruşturmalarda hiç bir
müfettiş, hiç bir makam bu disiplin tüzüğüne bakarak kimseyi cemaatçı olduğu için
suçlayıp, ceza veremez. 1991 ve takip eden yılda sürdürülen cemaat
soruşturmalarında bazı personele Disiplin Tüzüğü’nün 8. Maddesi uyarınca
meslekten ihraç cezası teklif edildi. Ancak böyle bir suçu tanımlayan düzenleme
olmadığı için ceza verilemedi.”
TMK’nin 1. maddesinin de, bir fiilin terör suçu olması için birden fazla kişinin
silahlı olarak örgütlenip cebir ve şiddet içeren eylemler yapmasını şarta bağladığı
anımsatan üst düzey emniyetçi, “Bu nedenle cemaat örgütlenmeleri TMK
kapsamına da girmez. Hangi cemaatin silahlı eylemi olduğu tespit edilebilidi ki
bugüne kadar. Mesela Malatya DGM, 2000 yılında ortaya çıkarılan
Hizbullah/Davet grubunun yargılamasını yaparken terör suçu kapsamında
değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle
Mücadele Harekat Daire Başkanlığı’na sordu. Olmadığına yönelik rapor verildi.
Çünkü silahlı eylemleri yoktu ve yasa böyle tanımlıyordu. İlginçtir bu konuda yasal
düzenlemeyle gidilmesini isteyen ise Adalet Bakanı olduğu dönemde Cemil
Çeçek’ti. Teklifte bulunmasının ardından yapılan 22 Temmuz seçimlerinden sonra
da Adalet Bakanı olamadı. Hiç bir İstihbarat Daire Başkanlığı yasada yazılı
olmayan suçtan dolayı belli inanç grupları hakkında kendi kafasına göre suç
raporu düzenleyip operasyon yapamaz. CMUK değiştirilmeden yapılırsa da ortaya
çıkan sonuç bugünkü Ergenekon davası gibi düzmece olur” diyordu.
Cemaat mi devlet mi? Ya da devlet cemaat mi?
64
Açılan soruşturmalar ve suç duyuruları nedeniyle o dönemde görevden el çektirilen
emniyet görevlilerinin neredeyse tamamı, kendilerini kapsamayan Sicil Affı
Kanunu’ndan da faydalanarak ve açtıkları davaları kazanarak teşkilata hem de
kritik noktalardaki görevlerine döndü. Fethullahçı oldukları gerekçesiyle
soruşturulan bu personelin birçoğunun görev yeri ise İDB’ydi. Bu
görevlendirmeleri dönemin İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, DGM’nin verdiği
“takipsizlik” kararıyla gerekçelendirecekti. O dönemde cemaatçi bir yapının içinde
örgütlü olmaktan çok, sadece inanç sahibi oldukları için soruşturulan bu personeli
“koruyan” Sabri Uzun yıllar sonra, “O tarihlerde bu adamların sadece görevleriyle
ilgilendim; hiçbir personelimi inançlarına göre tasnif ederek, cezalandırma
yöntemini seçmedim. Ama bugünlere gelindiğinde yapılanlara bakıldığında şimdiki
örgütlenmeyi o günlerde görememişim” diyecekti. Yürütülen soruşturmaların
kaynağı durumunda olan R.Y. de polislik mesleğine dönenler arasındaydı. Ancak
yürütülen soruşturmalarda verdiği ifadeleri, ihbar mektuplarında yazdığı
suçlamaların her birinin kendisine tehdit ve vaatlerle imzalattırıldığını savunacaktı.
Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın fezlekesinde de R.Y.’nin suçladığı cemaat içinde yer
alan polisler tarafından tehdit edildiğine yer verilmişti. Bir tarafta devletin Emniyet
Müdürlüğü’nün yöneticileri bir tarafta da teşkilat içinde örgütlenmeye çalışan
cemaatin mensupları bulunan bu kavgada R.Y. de güçlü olanı o zaman görmüş ve
cemaatin isteklerini yerine getirmişti.
Bildik bir yöntem: İhbar mektupları
Hileli kura soruşturmasının böyle sonuçlanmasının başka sebepleri de vardı elbet.
Uzun yıllar üst düzey emniyet müdürü, hatta İstihbarat Daire Başkanı olarak görev
yapmış ve açılan birçok soruşturmaya tanık olmuş bir yetkilinin anlatıklarından
yola çıkarak bu sebeplerin neler olduğunu irdelemekte fayda var. Anlatacağımz
sebepler, şimdi sıkça eleştiri konusu olan polisteki Fethullahçı yapılanmayı kıracak
fırsatların nasıl acemice yapılmış hatalar ya da iktidar kavgaları yüzünden ya da
bizzat hukuksuzluğu soruşturacak olanların hukuk dışına çıkması nedeniyle bir yere
varmadığını da anlamamızı sağlıyor.
Ergenekon soruşturmalarının hemen öncesinde ve soruşturma sırasında sıklıkla
karşımıza çıkan ihbar mektupları gönderilmesi, bugünkü kadar yaygın olmasa da
emniyet içinde “mesleki rekabet” gibi görünen yöntemlerin başında geliyordu. En
önemli suçlama ise tarikatçılık, Fethullahçılık ya da genel adıyla irticacılıktı.
Fethullahçı olarak bilinenler kendilerini “ülkücü, laik, demokrat” kimliğiyle
gizliyor ve cemaatten olmayanları İDB’den uzaklaştırmak için “irticacı, tarikatçı,
Fethullahçı” suçlamalarıyla ihbar mektupları yazıyorlardı. Bu durum öyle bir hale
gelmişti ki kim Fethullahçı kim değil bilinemiyordu. Bu şekilde hazırlanmış kimi
listeler de bizzat cemaate yakın olan kişilerce kamuoyuna sızdırılıyor ve bu şekilde
65
gerçekten cemaat mensubu olanların gizlenmesini de sağlıyordu. Bu ihbar
mektuplarına dayanılarak hazırlanan listelerde ise sadece gerçekten Fethullahçı
olmayanlar yer alıyordu.
Cemaatçilerin en çok örgütlenmeye çalıştıkları yer, Türkiye’deki tüm emniyet
müdürlüklerinin istihbarat şubesinin bağlı olduğu birim olan İDB’ydi. Başkanlık ve
bağlı birimlerde ANAP iktidarının Nakşi olduğu bilinen İç İşleri Bakanı
Abdülkadir Aksu’nun tarikatlara olan yakınlığıyla Fethullahçılar kısmen de olsa
örgütlenmeyi başarmıştı. Ülkücü ve Fethullahçıların yanı sıra başka tarikatlarla
bağlantılı görevliler de çokça yer tutuyordu. Fethulahçıların tek hedefi vardı:
Tarikatları ve cemaatçiliği bilen dolayısıyla Fethullahçıların da ne büyük tehlike
olabileceğini farkedecek kadrolar başta istihbarat olmak üzere teşkilatın etkili
birimlerinden, cemaatçilerin ihbarcılık mekanizmasıyla uzaklaştırılmak ve böylece
ileriki yıllarda karşılarına çıkabilecek olan olası rakipleri oyun dışına çıkarmak.
Böylece devletine ihbarcılık yapan “ülkücü, demokrat, laik” görünümlü
cemaatçilere de boşalan bu kadrolara yerleşme fırsatı doğacaktı. Öyle de oldu.
1991-92 soruşturmalarında Emniyetteki “irticacıları” ihbar eden cemaatçiler de,
kurulan tezgâhı farkedemeyenlerin gözünde devletini seven demokrat, laik kadrolar
olarak görülünce iş daha da kolaylaştı.
Cemaatçilik değil takunyacılık soruşturuldu
1991 yılında ortaya çıkan hileli kura olayından sonra başlayan soruşturma da, üst
düzey bir emniyet müdürünün dediğine göre, “İşin ehli bir kadroya verilmemişti.
Zaten o dönemde müfettişler bir yana emniyeti yönetenler de dâhil hiç kisme
tarikatla cemaat arasındaki ayrımı bile bilmiyordu”. Hileli kurayla ilgili
Fethullahçıları tespit etmek amacıyla başlayan soruşturma da bu nedenle
takunyalılar soruşturmasına döndü. İhbar mektupları da devreye girince ortaya
çıkan listede, hileli kuraya karıştıkları için isimleri tespit edilebilenlerin dışında
kalanlar takunyalılar listesi oluyordu. Ve bu isimlerin listelerde yer almasında
Fethullahçıların rolü büyüktü. Soruşturmayı yürütenlere dolaylı yoldan ulaşarak
yönlendiren Fethullahçılar, emniyetin yönetiminde söz sahibi olacakları dönemde
kendilerinin önünde rakip olacak ve kendilerinden kurtulmak istedikleri
“takunyalıları” listeye ekletmişlerdi.
Kilit görevler hep tarikatçılarda
Uzun yıllar ülkeyi yöneten ANAP’ın ve ilgili bakanlıklardakilerin tarikatlarla olan
bağını fırsat olarak görüp kullanan tarikatçılar, kıdemlerine bakılmaksızın İDB ve
ilgili birimlerde üst düzey görevlere getirilmişti. Tarikat ve cemaat dışında kalanlar
ise küçük illerde görevlendiriliyordu. Örneğin ikisi de 1978 mezunu olan Mustafa
66
Gülcü İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı, Celal Uzunkaya da İzmir İstihbarat
Şube Müdürü iken 1979 mezunu Arif Akkale de Ankara İstihbarat Şube
Müdürüydü. Ancak 1974 mezunu Sabri Uzun Kocaeli, 1976 mezunu Hanefi Avcı
Diyarbakır İstihbarat Şube Müdürü, 1974 mezunu Yavuz Tokel, 1975 mezunu İzzet
Sezgin Şenel, 1977 mezunu Muzaffer Erkan, ve 1979 mezunu Mustafa Aydın ise
çeşitli illerde ve birimlerde etkin olmayan müdürlük görevindeydi. Bu listeye dâhil
olanların içinde en iyi görev yeri olan ise kendisinden daha az kıdemli Gülcü daire
başkan yardımcısı iken İstanbul İstihbarat Şube Müdürü olan 1972 mezunu Emin
Arslan’dı.
İstihbaratın tanıdık isimleri
O dönemde İDB ve bünyesinde görev yapanlar arasında da yıllar sonra Ergenekon
soruşturması ve Hrant Dink suikastı ile Hanefi Avcı’nın kitabıyla beraber sıkça
tartışma konusu olan ya da Fethullah Cemaatinin ayak oyunlarıyla emniyetten
uzaklaştırılan ya da kızağa çekilen birçok isim görev yapıyordu. İstihbarat
Dairesi’nde görev yapan tanıdık isimlerden birisi Hanefi Avcı’nın kitabında
Fethullah Cemaatinin komplosuyla mesleğinden olan ve o dönem Daire Başkan
Yardımcısı olan Mustafa Gülcü’ydü. Yine karanlık bir olayla Sakarya Emniyet
Müdürü iken tutuklanan Faruk Ünsal ve Hrant Dink cinayetinde adı sıkça geçen ve
bu olaydaki ihmali müfettiş raporlarıyla da belgelenen Fethullahçı olduğu da sicil
raporunda kayıtlı olan Ramazan Akyürek de İstihbarat Dairesi’nde başkomiser
olarak görevliydi. Önemli illerden İzmir’in İstihbarat Şube Müdürü ise, Emniyet
Genel Müdür Yardımcısı iken ayağı kaydırılan Celal Uzunkaya, Ankara İstihbarat
Şube Müdürü de Arif Akkale’ydi. Bir başka tanıdık isim de, yıllar sonra Ergenekon
davasının sanığı olarak karşımıza çıkan Adil Serdar Saçan’dı.
İlk çatlak yaşanıyor
Saygı Öztürk’ün Okyanus Ötesindeki Vaiz isimli kitabında yer alan bilgilere göre;
Bu dönemde İstanbul emniyetinde yaşanan değişikliklerden biri de Adil Serdar
Saçan’la ilgiliydi. Ülkücü polislerin önemli isimlerden birisi olan Kemal
Yazıcıoğlu’nun İstanbul Asayiş Şube Müdürlüğü görevinden alınmasından sonra
ekibi de çeşitli illere tayin edilmişti. O dönemde Asayiş Şubesi komiserlerinden
olan Adil Serdar Saçan da bu atamalarla kendini Muş’ta bulmuştu. Ancak
Yazıcıoğlu’nun ülkücü meslektaşlarını araya sokmasıyla Saçan İstihbarat Dairesi
Başkanlığı Haber Alma Şubesi’ne tayin edilmişti.54
54 Saygı Öztürk, Okyanus Ötesindeki Vaiz, Doğan Kitap
67
1989 yılında, Nurcuların liderlerinden birisi olan Yeni Asya Gazetesinin sahibi
Mehmet Kutlular’ın Ankara Kocatepe Camisi’nde Sadi-i Nursi için mevlit
okutuyordu. Türkiye’nin dört bir yanından gelerek Ankara’da toplanan Nurcular
mevlidi bir gösteriye dönüştürüyordu. 28 Şubat’ta Kocatepe Camisi’ndeki mevlitte
görevli polislerden biri de Haber Alma Şubesi komiserlerinden Adil Serdar
Saçan’dı. Saçan, baş komiseri Ramazan Akyürek mevlitle ilgili teslim ettiği izleme
raporunu işleme koymaması üzerine raporunu bu kez de Daire Başkan Yardımcısı
olan Mustafa Gülcü’ye verdi. Böylece İstihbarat Dairesi’ndeki ilk çatlak ortaya
çıkmış oldu.55
Cemaat istediğini elde etti
Kısa süre sonra da “takunyalılar” operasyonu, tam da cemaatin istediği gibi
sonuçlandı. Müfettişlerin yönlendirilmesi ve gönderilen ihbar mektuplarının işe
yaradığı Mustafa Gülcü, Faruk Ünsal, Arif Akkale, Celal Uzunkaya, Adil Serdar
Saçan’ın “irticacı” suçlamasıyla görevden alınmasıyla anlaşıldı. Fethullahçıların
oyununa geldiğini ilk fark edenler Mustafa Gülcü ve Adil Serdar Saçan oldu.
Görevden alınmalarından sonra komiser ya da komiser yardımcısı olarak yerlerine
atananların neredeyse tamamı Fethullahçılardı. İstihbarat Dairesi ele geçirilmişti.
Cemaat tek kayıp vermişti: Sivas’a tayin edilen Ramazan Akyürek. Ancak zarar
kısa sürede, , hem de ilerleyen yıllarda Fethullahçılık soruşturması yürütecek bir
emniyetçinin kefil olmasıyla telafi edilecekti. 1992 – 93 yıllarında O.A., İDB
Teknik Şube Müdürü olarak görevliyken, kendisi gibi ülkücü kadrolardan olan
Daire Başkan Yardımcısı Halil Tuğ’u, aslında irticacı değil milliyetçi bir polis
olduğu konusunda ikna ettiği Ramazan Akyürek’i yeniden İDB kadrosuna aldırdı.
Akyürek artık Adıyaman İstihbarat Şube Müdürüydü.
Sicili Fethullahçı, görevi Daire Başkanı
Yıllar sonra İstihbarat Dairesi Başkanlığı için yine Mustafa Gülcü’nün adı geçse de
Fethullahçılar bunu engellemek için varını yoğunu ortaya koydu. Hatta bunun için
Gülcü’nün daha üst makam olan Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı’na
getirilmesine bile sessiz kaldılar. Gülcü’nün gelmesi engellenen İDB’ye ise tanıdık
bir isim, İstanbul Valisi Erol Çakır’ın hakkında Fethulahçı olduğuna dair sicil
doldurduğu, Hrant Dink suikastı sanıklarıyla karanlık bağlantıları olduğu belirlenen
Ramazan Akyürek atandı. Dink ailesinin avukatlarının çabalarıyla aklandığı ilk
soruşturmadan sonra hakkında yeniden soruşturma açılan Akyürek nihayetinde
55 Saygı Öztürk, Okyanus Ötesindeki Vaiz, Doğan Kitap
68
2010 yılında Dink suikastındaki ihmali nedeniyle görevinden alınana dek İstihbarat
Daire Başkanlığı görevinde kaldı.
Fethullah’a dokunan emniyetçi yanıyor
Emniyet Genel Müdür Yardımcısı olmasına ses çıkarılmayan Mustafa Gülcü ise
kısa süre sonra görevinden alınacaktı. Adil Serdar Saçan Ergenekoncu olmak
suçlamasıyla kendini cezaevinde buldu. Faruk Ünsal Sakarya Emniyet Müdürü
iken mafya bağlantılı kişilerle ilişkisi nedeniyle yürütülen bir soruşturmada
tutuklandı. Celal Uzunkaya da şaibeli bir muhbirle yaptığı garip telefon
konuşmaları gerekçe gösterilerek Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı görevinden
alınanlar arasındaydı. Başına hiç bir garip olay gelmeyen Arif Akkale ise kızak
göreve, merkeze çekilmişti.
Bütün politikacıların icazet aldığı cemaat lideri
Gülen hakkında 1992’de polisin hazırladığı rapor, DYP’nin iktidar ortaklığı
döneminde Emniyet Genel Müdürü olan Mehmet Ağar tarafından hükümsüz
sayılarak işleme konmamıştı. Bu arada cemaat de boş durmuyor kamuoyu önünde
daha görünür olmanın her yolunu deniyordu. “Ilımlı İslam”ın temsilciliğine
soyunan Fethullah Gülen sürekli barış ve hoşgörü mesajları veriyor, onursal
başkanlığını Hoca Efendinin yaptığı cemaate ait Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı
üzerinden de farklı düşüncelerdeki siyasi ve dini kanaat önderleriyle bir araya
geliniyordu. Özellikle sol kamuonunu yakından tandığı isimlerle cemaatin
temsilcilerinin el ele kol kola fotoğrafları gazetelerde yayımlanıyordu. Turgut
Özal’ın Cumhurbaşkanı iken 1993 yılında ölümünden sonra, tarikatlar ve dini
cemaatlerle arasında mesafe bulundurmayan Süleyman Demirel’in bu koltuğa
oturmasıyla cemaat artık daha bir rahatlamıştı. Demirel’in yadigârı DYP’nin de
iktidarda olması, aynı dönemde başında Necmettin Erbakan’ın bulunduğu Refah
Partisi’nin de oylarını arttırarak iktidara yakınlaşmasıyla özellikle bürokrasi içinde
yer alan cemaatçiler kendilerine yönelik mücadalenin yumuşayacağını
anlamışlardı.
Her iktidar odağıyla yakın ilişki kurmaya çalışan Fethulah Gülen, DYP’nin
liderliğini yapan Başbakan Tansu Çiller’le de 30 Kasım 1994’de biraraya geldi. Bu
buluşma 1980 darbesiyle kapatılan Adalet Partisi’nin devamı olan DYP’nin de
köklerinin dayandığı Demokrat Parti’li Başbakan Adnan Menderes’in 1961’de Nur
Cemaatinin lideri Said-i Nursi ile görüşmesinden sonra bir cemaat lideriyle bir
Başbakan arasında yüzyüze yapılan ilk görüşme olarak kayıtlara geçti. O zaman da
tıpkı günümüzdeki AKP iktidarının peşinde koştuğu benzer bir çıkarın, cemaat
oylarının partisine havale edilmesinin peşinde olan Çiller’in de, kadrolarının
69
bürokrasi içinde yerleşmesinin peşinde olan Gülen’in de işine gelmişti bu görüşme.
Sadece iktidar temsilcileriyle değil olası iktidar adaylarıyla da bir araya gelen
Gülen, bir kaç yıl içinde ANAP’ın başında bulunan Mesut Yılmaz, RP lideri
Necmettin Erbakan, DSP’li Bülent Ecevit, MHP’li Alparslan Türkeş, babasının
izinden giderek DP’yi yeniden kuran Aydın Menderes, Meclis Başkanlığı yapan
Hüsamettin Cindoruk ve Hikmet Çetin de bu görüşmeler kervanında buluşulan
isimlerdi.
Emniyet’teki örgütlenmenin meyveleri toplanıyor
Tüm parti liderlerine ve siyasetlere eşit mesafede durduğunu göstermeye çalışan bir
cemaat lideri olarak sahnenin en önünde duran Gülen’in hükmettiği taraftarlarının
partileri için oy deposu olarak gören siyasetçilerin ılımlı yaklaşımları nedeniyle
kamuoyunda ve devlet katında oluşturulmak istenen “tehlikeli” olmama algısı
başarıyla yerine getirilmişti. Bülent Orakoğlu’nun başkanlığı dönemi olan 1996 ile,
kendisi de cemaat oyunuyla kızağa çekilecek olan Sabri Uzun’un başkanlık ettiği
1998’de Emniyet İDB’nin hazırladığı iki ayrı belgede de hem polisin hem devlet
erkânının Gülen cemaatine bakışın değiştiğini gösteriyordu. Gülen hakkında bu tür
olumlu raporların çıkmasında, Emniyette yürütülen cemaat soruşturmalarından bir
sonuç elde edilememesi ve hem Gülen cemaatinin hem de başka tarikatçı
kadroların teşkilatın kritik önemdeki birimlerinde örgütlenmesinin da payı büyüktü.
Adı İstihbarat Dairesi Başkanlığı olmasına karşın hem 1996 yılında yayımlanan
kitapçık hem de Temmuz 1998 tarihli İstihbarat bülteninin hazırlanmasında
doğrulatılarak onayı alınmış gizlilik dereceli bilgi ve belgeler yerine daha çok açık
kaynaklardan yararlanılmıştı. Devletin kendisine tehlike olarak gördüğü aralarında
Fethullahçıların da olduğu cemaat ve tarikatlar ile İslami akımların incelenip
değerlendirildiği bu iki yayın hem hacim ve hem de içerik yönünden yüzeysel,
zayıf, çelişkili ve de aşırı yetersiz kaynaklardı. Ancak eksikliği bilinmesine rağmen
bu kitapçık ve bülten Emniyetteki Fethullahçı örgütlenmeye ilişkin sonraki
dönemlerde açılacak soruşturmalarda ilginç bir şekilde kaynak olarak
yararlanılacaktı. Cemaat, 1970’lerin ortasında sızıp 1980’lerde hız verdiği emniyet
teşkilatlanmasındaki örgütlenmesinin meyvelerini 1990’larda toplamaya
başlıyordu.
İstihbarat Dairesi Başkanlığı’nın kendi yayınları arasında olan 1996 tarihli 53
numaralı, “İslamda Mezhepler, tarikat ve dini akımlar” başlıklı kitapçıkta
anlatılanlar arasında Nurcular grubu içinde en geniş yer Fethullah Gülen grubuna
ayrılan raporda, Hoca Efendi için yapılan değerlendirmeler şöyleydi:
“Mahkeme tarafından hakkında takipsizlik kararı verildikten sonra 1989 yılından
itibaren İzmir, Ankara, İstanbul illerinde tekrar vaazlar vermeye başlayan Gülen’in
günümüzde yazmış olduğu çeşitli kitaplarla da faaliyetlerini devam ettirdiği
70
gözlenmektedir. Akyazılılar Vakfı ve Türkiye Öğretmenler Vakfı gibi kuruluşlarla
başlayan faaliyetler, günümüzde hayata geçirilen çok sayıda dernek ve şirket
aracılığıyla çok daha geniş bir yelpazede sürdürülmektedir. İlk önceleri öğrencileri
barındırmak amacıyla açılan evler, zamanla yerini yurtlara daha sonra özel
okullar ve üniversite hazırlık dershanelerine bırakmıştır. Eğitim konusundaki
çalışmaları kapsamında özel kolejler açmaya başlayan söz konusu grup bu
sahadaki başarılarıyla faaliyetlerini yurtdışına da taşıma imkânı bulmuş ve böylece
de büyük çoğunluğu Orta Asya Cumhuriyetleri’nde olmak üzere 200’ü aşkın özel
okulu faaliyete geçirmiştir. Ülkemiz içerisinde açmış olduğu özel kolejlerin yanı
sıra hemen hemen her ilde açılan üniversite hazırlık dershaneleri de yoğun bir
eğitim faaliyetleri içerisinde olduğu gözlenen grubun eğitim alanında yurt içi ve
yurt dışında büyük başarılar elde etmesi halkın büyük ölçüde bu eğitim
kurumlarına rağbet etmesine de neden olmuştur.”
Raporda, Sızıntı dergisinin bu grubun en eski yayın organı olduğu, buna ilave
olarak günümüzde iki gazete bir dergi, bir televizyon ve çeşitli radyo
istasyonlarının yine bu grubun görüşleri doğrultusunda faaliyetlerini sürdürdüğü de
kaydediliyordu. Raporda son dönemlerde toplumun bütün kesimleriyle diyalog
kurmakta sakınca görmeyen yaklaşımları ve gençlik içinde gözlenen radikal
kaymalara karşı almış olduğu tavırlarıyla da dikkatleri üzerine toplayan Gülen’in,
değişik görüşlere sahip kesimleri aralarındaki düşmanlıkları bir tarafa bırakarak
diyalog ortamı oluşturma gayretlerinin de kamuoyunda yankı bulduğu ifade
ediliyordu. Raporda hakkında bilgi vermekten çok Fethullah Gülen’in övüldüğü
kısımlar da vardı:
“Toplumun her kesimini kucaklayıcı tavrı, davranışları, yaklaşımı nedeniyle dini
motifli terör örgütleri ve radikal dini kesimler tarafından çok büyük eleştiri ve
hakaretlere maruz kalan Fethullah Gülen, bu kesimler tarafından demokratik ve
laik Türkiye Cumhuriyeti devletinin savunuculuğunu yapmakla da suçlanmaktadır.
Ülkemizde en geniş tabana hitap ettiği bilinen grup genelde, eğitim düzeyi yüksek
şahıslardan oluşmaktadır. Kendi amaçlarını, devlet kademeleri için imanlı bir
gençliğin yetiştirilmesi olarak açıklayan grubun, siyasi yelpazede ağırlığını
demokratik parti çizgisini takip eden sağ partilerden yana koyduğu da bilinen
hususlar arasında yer almaktadır.”
Yukarıda da belirttiğimiz gibi emniyet içinde cemaat aleyhinde açılan
soruşturmalarda ilginç bir şekilde kaynak olarak gösterilen ve “İslamda Mezhepler,
Tarikat ve Dini Akımlar” başlıklı kitapçıktakine tıpatıp benzer ifadelerin bulunduğu
ikincisi de yine İDB’ye aitti. Temmuz 1998 tarihli 70 numaralı bültenin, “Aşırı sağ
ve irticai faaliyetler” bölümünde de İDB’ce Türkiye’deki dini ve irticai konuları 5
ana kategoride değerlendirildiği görülüyordu.
- Dini terör örgütleri: Şiddet hareketelerine girişen örgütler (Hizbullah, İslami
Hareket Örgütü, Vasat İCCB gibi)
71
- Radikal dini gruplar: Henüz şiddet eylemine girişmeyen ve radikal İslami
görüşlere sahip olan örgütler. (Şafak, Yöneliş, Fecri, Akabe vb)
- Geleneksel İslami kesimler: Tarikatlar (Nakşî – Kadiri) ve cemaatler
Nurcular (F.Gülen, Yeni Asya, Kurdoğlu, Süleymancılar gibi)
- Normal inanan halk kitlesi
Bültende en çok vurgu yapılan konu Fethullah Gülen grubunun toplumun tüm
kesimleriyle diyalog kurma çabalarıydı. Soruşturmayı yürütenlere, “bırakın
örgütlensinler ne zarar gelir” demeye getirilen bu bültende de şu değerlendirmeler
vardı:
“... 1970’li yıllarda başlamış olduğu çalışmalarını, çizgisini hiç değiştirmeden
günümüze kadar getiren Fethullah Gülen’in, bilhassa son dönemler itibariyle,
geniş açılımlar sergilediği ve toplumumuzdaki bütün kesimlerle diyalog kurma
yönünde çaba sarfettiği gözlenmektedir.
Son olarak; Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı bünyesinde yürütülen ve değişik
görüşlere sahip olan kesimleri birbirine yakınlaştırma yönündeki gayretleri de bu
doğrultudaki yaklaşımlarının bir sonucudur.
F. Gülen, ılımlı islami yorumları, dini değerlerin siyasal hedeflere alet edilmemesi
yolundaki telkinleri ve farklı kesimlerle diyalog arayışlarının yanı sıra bilhassa
Papa başta olmak üzere Yahudi ve Hristiyan din adamları ile kurduğu irtibatlar
nedeniyle de, dini motifli terör örgütleri ve radikal dini gruplarca yoğun biçimde
eleştirilmiştir.
Şu anki durum itibariyle ülkemizde en geniş tabana hitap ettiği bilinen grup,
genelde eğitim düzeyi yüksek şahıslardan oluşmaktadır. Kendi amaçlarını, Türkiye
Cumhuriyeti’nin dünya çapında önemli bir devlet olma potansiyeline sahip olduğu
gerçeğinden hareketle, eğitim faaliyetleri ile bu sürece katkı sağlama ve bunun
gerçekleşmesi için de ülkede toplumsal barışa hizmet etme olarak açıklayan grubun
siyasi yelpazede ağırlığını Demokrat Parti çizgisini takip eden sağ partilerden
yana koyduğu da bilinen hususlar arasında yer almaktadır.
Yurtdışında ve yurtiçinde açılan eğitim kurumları çerçevesinde yürütülen
faaliyetlerin mali giderlerinin kurulan şirketler vasıtasıyla karşılandığı
bilinmektedir. Her il ve ilçenin durumuna göre yurtdışındaki bir ülkenin veya
ülkelerdeki birkaç okulun tüm masraflarını karşılayacak şekilde planlamalar
yapıldığı ve masrafların bu şekilde taksim edilmek suretiyle yurtiçinden
karşılandığı bilinmektedir.
Son dönemde kamuoyunda önemli tartışmalara yol açan 8 yıllık eğitim ve türban
konusundaki uygulamalarla ilgili olarak da, bu tarz meselelerin dinin aslından
olmayıp teferruat olduğu, dolayısıyla da bu konuların toplumsal huzur ve barışı
zedeleyecek ölçüde tırmandırılmasının zararlı olacağı görüşünü savunan F. Gülen
72
Grubunun, geleneksel ılımlı tavırlarına uygun olarak tutumunu devam ettirdiği
gözlemlenmiştir.
Gruba ait ülkemizde faaliyet gösteren eğitim öğretim kurumlarından bazıları
aşağıda belirtilmiştir:
İzmir Yamanlar Fen Lisesi, İstanbul Fatih Koleji, İstanbul Safiye Sultan Kız Lisesi,
Mersin Yıldırımhan Lisesi, Ankara Samanyolu Lisesi, Van Serhat Lisesi, Denizli
Server Lisesi, Erzurum Aziziye Lisesi, Erzincan Otlukbeli Lisesi, Eskişehir Ertuğrul
Gazi Lisesi, Sakarya Işık Lisesi, Manisa Şehzade Mehmet Türk Lisesi, Aydın
Nizami Erkek Lisesi, Fatih Üniversitesi.
Ayrıca yurtdışında; Özbekistan’da (17) eğitim kurumu ve (1) Dil Merkezinin
bulunduğu, Türkmenistan’da (1) Üniversite, (13) Ortaöğretim kurumu ve (1) Dil
Merkezinin olduğu, Kazakistan’da ise (30) Lise ve (1) Üniversite, ABD, Kamboçya,
Malezya, Bangladeş, Gürcistan, Kırgızistan, Irak, Romanya, Moldova, Ukrayna,
Azerbaycan, Tacikistan, Arnavutluk, Fas ve Pakistan gibi ülkelerde okullarının
bulunduğu bilinmektedir.”
Gülen’le ilgili emniyet istihbaratın hazırladığı ve olumsuz görüş bildiren bir rapor
ise ayrıntılarını ilerleyen bölümlerde anlatacağımız 1999 yılında ortaya çıkan
Telekulak Skandalından sonra kamuoyuna sızdı. Emniyetin ikinci Gülen raporunda
da, cemaatin büyük bir hızla büyüdüğüne dikkat çekilerek, hareketin ikinci bir Şeyh
Sait isyanına dönüşebileceği uyarısında bulunuluyordu. Raporu hazırlayan ekibi
yöneten Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve soruşturmayı yürüten ekibi bu
raporun sızmasına neden olan Telekulak skandalı nedeniyle görevden alındı.
Susurluk protestoları 28 Şubat darbesine evrildi
İDB’nin 1996 tarihli kitapçığının yayımlanmasından kısa bir süre sonra, 3 Kasım
1996’da Susurluk’taki meşhur kazayla devlet-siyaset-mafya üçgeni, derin devlet
diye adı da konularak içindeki birçok kirli çamaşırla birlikte ortalığa saçılmıştı.56
Türkiye’yi 12 Eylül darbesi sürecine getiren olguları devletten bağımsız düşünen
ve yaşananları sadece “sağ-sol çatışmasından” ibaret görmesi istenen kamuoyu,
artık karanlık her olayda devlet parmağı aranmasına ikna olmuştu. Susurluk
sonrasında devlet içinde odaklanmış irili ufaklı çete yapılanmaları deşifre edilse de
bu güçlü mekanizmanın odağına inmeye çalışan hiç bir adli süreç hayata
geçirilemedi. Çemberin en dışındakileri kapsayan göstermelik yargılamalarda
kamuoyu vicdanını rahatlatan bir adil süreç işlemedi. Faillerin işledikleri suçlardan
56 3 Kasım 1996’da Balıkesir’in Susurluk ilçesinde içinde DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak, Emniyet Müdürü
Hüseyin Kocadağ, katliam sanığı ülkücü Abdullah Çatlı ile sevgilisi Gonca Us’un bulunduğu 06 AC 600 plakalı
Sedat Bucak adına kayıtlı Mercedes otomobil son hızla Hasan Gökçe’nin kullandığı kamyona çarptı. Kazada
Kocadağ, Çatlı ve Us öldü, Bucak yaralı kurtuldu. Bu kazanın ardından ortaya çıkan derin devlet ilişkileri ‘Susurluk’
diye anılır oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder