26 Aralık 2009 Cumartesi

Beni taniyan var mi ?


12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra gözaltında öldürülen Behzat Baykal'ın ölüm tutanağı, ailesine 25 yıl sonra ulaştı. Behzat Baykal, katledilişinin yıl dönümünde ailesi, dostları ve mücadele arkadaşları tarafından mezarı başında anılacak.

12 Eylül askeri darbesi, etkisi hala süren ağır sonuçlar yarattı. Yüz binlerce kişi gözaltına alındı, onlarca kişi idam edildi, onlarca kişi şüpheli şekilde öldü. Darbe yönetiminin kayıtlarına geçen bu şüpheli ölümlerin sayısı 144 olarak biliniyor. Kayıtlarda yer alan "kaçarken öldü", "çatışmada öldü" şeklindeki raporların sayısı ise toplam 106. "Kaçarken" öldürülenlerden birisi de Behzat Baykal.

Genç Kurtuluşçular Birliği'nun kurucularından Behzat Baykal, 27 Aralık 1984 tarihinde yapılan bir operasyonda gözaltına alınarak Selimiye Kışlası'na götürüldü. Baykal, gözaltına alınmasından 3 gün sonra, 30 Aralık'ta yaşamını yitirdi ve polisler tarafından Çobançeşme Mezarlığına gömüldü. Ancak Baykal'ın ölüm tutanağı aileye verilmedi. Tutanak, 25 yıl sonra ortaya çıktı.

Sosyal Dayanışma ve İletişim Derneği'nin çabalarıyla bulunan tutanağa göre; Behzat Baykal, 30 Aralık 1984 tarihinde "kaçarken vuruldu." Tutanak, dernek tarafından ailesine ulaştırıldı. Tanıklar ise Baykal'ın gözaltında gördüğü ağır işkenceler nedeniyle yaşamını yitirdiğini anlatıyor.

Telsizden "Kaçıyor vurduk" sesleri dinletildi

Katledildiği dönemde Baykal'la birlikte gözaltında bulunan İbrahim Çalışkan, o dönemi şöyle anlatıyor: "Vurulmasından yaklaşık 2 saat önce Selimiye Kışlası'nda benim işkence gördüğüm odaya getirdiler ve göz bağlarımızı çözdüler. Benim omuzlarımda paçavralarla kollarıma bağlanmış askı kalası, üstümde kazak, altım çıplak ve karşımda iki polisin arasında ayakta durmakta zorlanan Behzat kardeşim vardı. Sadece birbirimizin gözlerinin içine baktık. O bakışlardan moral, güç ve direnç kazandık. Behzat'ı sürükleyerek çıkardılar.

Bir süre sonra telsizden 'kaçıyor, vurduk' nidaları (bana özellikle dinlettiler ve telsizin sesini açtılar) yükseldi. O anda bizden birinin vurulduğunu anlamıştım ama kim olduğunu anlamamıştım. 30 gün sonra (gözaltı süresi o kadardı) ölen kişinin Behzat olduğunu öğrendim. 25 yıl sonra bile anlatmak çok acı veriyor."

Baykal'ın o dönem birlikte mücadele yürüttüğü arkadaşı, Sosyal Dayanışma ve İletişim Derneği yöneticisi Şevket Karakuş, gazetemize konuştu.

Karakuş da Baykal'ın, Küçükköy'de randevu yerinden kaçarken vurulduğu iddiasının gerçek olmadığını söylüyor. Karakuş, Behzat Baykal'ın, gözaltındayken gördüğü ağır işkenceler nedeniyle yaşamını yitirdiğini belirtiyor.

22 Aralık 2009 Salı

Fasizm teslim olmali





22 Haziran 1941, Faşist Hitler Almanyası'nın Sovyetler Birliği'ne saldırdığı tarih.1944 yılında, Amerikan-İngiliz kuvvetlerinin gerçekleştirdiği Normandiya Çıkartması, savaşın kaderini tayin eden askeri harekat olarak gösterildi, sayısızca filme konu edildi. Fakat hiç bir şekilde gerçekler tümüyle unutturulamadı. Eşsiz kahramanlıklarla dolu sosyalist anayurdun savunulması savaşının çok önemli bir belgesi olan Sovyet Ordularının Başkomutanı Stalin'in radyo konuşmasında söyle sesleniyordu..

Josef Stalin söyle seslenmişti faşizme karşı direnenlere..
Dostlarım, size hitap ediyorum!

Yurdumuza karşı 22 Haziran'da Hitler Almanyası'nın haince başladığı askeri saldırı devam etmektedir. Kızıl Ordu'nun kahramanca mukavemetine rağmen, düşmanın en iyi tümenleri ve hava kuvvetlerinin en iyi kıtaları artık ezilmiş ve savaş meydanlarında mezarını bulmuş olmalarına rağmen, düşman, cepheye yeni kuvvetler katarak ileri sokulmaya devam ediyor. Hitlerci ordular, Litvanya'yı, Letonya'nın mühim bir kısmını, Belorusya'nın batı kısmını, Batı Ukraynası'nın bir kısmını işgal edebildi. Faşist hava kuvvetlerinin bombardıman uçakları, harekât sahalarını genişletmekte, Murmansk, Orşa, Mogilyov, Smolensk, Kiyev, Odesa, Sivastopol şehirlerini bombalamaktadır. Yurdumuzun üzerinde ciddi bir tehlike başgöstermiştir.
Nasıl oldu da bizim şanlı Kızıl Ordumuz, bir sıra şehir ve bölgelerimizi faşist ordularına bıraktı? Cakacı faşist propagandacılarının durmadan öttürdükleri gibi Alman faşist ordusu sahiden mi yenilmez bir ordudur ?

Fasizm teslim oldu

Büyük imparatorluk ve devasa askeri gücü olan Roma,dünya egemenliğine soyunmak için önce Yunanistan’ı teslim alarak ise baslar.Ancak büyük bir sosyal siyasal kültüre sahip olan Atina yenilmis Roma imparatorluğuna. Bir sair söyle seslenmiş dizeleriyle bu teslimiyete..."tut ki iki yüzü mavi ellerinde titrek gün karanlığında bir yüzü aslolan gölgeler mavi sularda, çizilmiş gölgeler gecede puç kızgın güneşle ayaklanan kara büyünün gölgelediği esmer gecede yakılan kibritle .tutuşan karamsarlığı tebessümler,gölgeler ,,ve gecede arsız, karanlığında iyimser,,, ayın çekiminden sonra puç ...

akar gölgeler suya düşen yüzüm tebessümü mavi sulara ,,
yansıyacak mavinin ellerinden mahsumluğuyla gölgen
düşer çizilen yüzüm
uyandırılacak mavi sularda /// rüyalar gecede puç....
.karanlık yüzü geceden..
varırken sabaha gölgeler yansır erken suya düşecek gece ,gölgenler suda puç!!!!!
suya yansıyan yüzüm su yüzünde berrak gölgem esmer
yüzünde,
uyandırılan mavi
sulardan
geceye gölgeler"

Kazanılan gelecektir.Yere düşenlerin, mücadeleyi terk edenlerin,köseyi dönenlerin, aslini inkar edenlerin düşleri aydınlığı gölgeler. Oysaki faşizme karşı direnişlerde bedenleri yeraltı damlalarının döl yatağında okyanuslara gebe olanların bağrında filizlenecek tohum. Tıpkı Deniz Gezmiş. Tıpkı Mahir Çayan ve tıpkı İbrahim Kaypakkayalar gibi. Binlerce yıldır özgürlük arayan büyük insanlık faşizmi yenip sosyalizmin inşasını tamamlayamadı. Ama yolun sonuna da geldik demek için de kahin olmaya gerek yok Marks yoldaş demiş ya "Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor - Komünizm hayaleti...” İste Tüm dünya kıtalarında Hitler, Musoloni, Salazar, Franco'dan İspanya, Almanya, İtalya, İngiltere, Mısır, Roma, Osmanlı, Portekiz,Yunanistan ve Türkiye'ye bir dizi imparatorluklar kuruldu, yıkıldı. İnsanlık tarihi tarihsel diyalektik materyalizm ile Metafizikçiler kıyasıya mücadele ettiler.Paris barikat savaşlarından, Kasım ayaklanmalarına,oradan Stalingrad ve Leningrad'a kadar çok tanrılar yaratıldı, çokları yerine yenilerini koyularak yola devam etti. Çok yenilgiler çok zaferler gördü ezilen ey insanlık.Ve sonra büyük insanlık Komünist Manifesto ile kendi kaderini eline alarak, geleceğin ışık ülkesini yaratmak için yeraltı nehirleri gibi akmaya başladı. Onlar Pir Sultanlar, Spartaküsler, Bedreddinlerdi, Paris ve Gazi Şırnak barikat savaşlarıydı Dersim, Zilan; Koçgiri. Onlar ezilenlerin sosyalist ilham kaynaklarıydı. İşte bu faşizme karşı bu büyük yürüyüşümüze mayasını verecek olanda sensin yazıyı okuyan yoldaş, arkadaş, hewal, amigo. Ve milyonlarca olan bu direnişçi geleneğimize sahip çıkmaktır. Bir yeraltı nehri gibi.


Berdan İldan...
şiir Mukaddes Tektaş’a aittir

10 Aralık 2009 Perşembe

Direnmenin bir baska adi 19 Aralik


Bir saz kadar mutlu
Ve bütün Hüzünlü başlıyoruz günler
Ve bir türkü kadar sıcak
Biliyoruz ki Dağların Göğsünü Saracak
Olan ve yerinden oynatacak Şafak
Onuru ışık Diliyle
Karanlıkta koruyanlarla başlayacak

19 Aralık Katliamini gerceklestirenler, Aradan gecen onca Yilin ardindan geriye dönüp baktiklarinda F Tipi hücreleriyle devrim ve sosyalizm ölüm fikrini bitirdiklerini düsünüyorlarmidir acaba? Her halde YERALTI nehirleri betonlayacaklari düsünüyorlardi ama damlalar DÖL yataginda nehirleserek Akmaya
imralidan devam ediyor, F-tipneine Hayir sözü sokaklarda etle tırnak gibi bütünlesiyor.Direnisin YERALTI nehirlerini büyük bir yok etme yeni vahsetiyle mahsus.Mahalle emekcileri kandiracaklarini sanan zavalli dalga kiranlar BU NASIL düsünmediler ki, tüm nehirlerin zindan gözeneklerden sizarak cogalacagini.Iste F Tipi ile bu ehlilestireceklerini sanan Zavallılar simdiden santimlerle ugrasiyorlar.Devrimci Sosyalist Yurtsever tutsaklar ve bu vahşi kapitalist franco hitler, musoloni zindanlarinin canina bedenleriyle barikatlara dayadilar.19 ARALIK günü tüm özel kuvvetleri, kimyasal silahları 20 Cezaevinde ile saldiran bu insan düsmanlarina, tüm zindandaki damlalarin direnisi, iradesi ve inancla mazgallardan akarak YERALTI nehirlerinde bulusup
katillere boyun egdirdiler, dostun ve halklarin ilham kaynagi oldular.19 Aralık katliaminin bizi diri diri yaktılar sözünün hatirlayarak F Tipi hücrelerine karşı
direnisin hala devam ettiğini, Işık damlaciklarinin YERALTI nehirleri komününe aktigini tüm havzalarda görebiliriz.Yeralti isik damlalarimiz, YERALTI nehirleri
asilmaz duvarları asiyorlar, görülmüþtür Mektupları, ve Emek siirleriyle.Iste nas o okyonusa varmak icin 19 Aralık YERALTI nehirlerini Unutmayınız-unutturmayiniz.

Ey Acılara tat veren güzellik
Yüreğimize hoşgeldin
Geldin de
Çiçekli Dallara döndürdün öfkemizi
Artık ister dolu yağsın ömrümüze
Istersen kar
Biz ki bildikten sonra sevmeyi
Bütün sabahlar
Acı renginde olsa ne çıkar.


berdan ildan

8 Aralık 2009 Salı

Derin devlet öldürür


Serap Eser, Aydın Erdem... Onlar; savaşın son kurbanları. Savaşta ısrar ve çözümsüzlük öldürüyor. Demokratik barış yeşermedikçe, dört bir yanda genç ölümler boy veriyor. İşte dört yılın küçük bir bilançosu...

Serap Eser, Aydın Erdem.. Onlar; savaşın son kurbanları. Çözümsüzlük sürdükçe, demokratik barış sağlanmadıkça ne yazık ki son da olmayacaklar. Uğur Kaymazlar, Ceylan Önkollar, Mehmet Uytunlar gibi. Aleyna Çelikler, Ruken Arılar, Melek İpekler gibi...



Serap Eser, tedavi gördüğü hastanede dün hayatını kaybetti. Küçükçekmece'de İETT otobüsüne molotofkokteyli atılması sırasında yanarak ağır yaralanan lise öğrencisinin ölüm nedeni, organ yetmezliği. Oysa Serap Eser son günlere kadar yürüyordu. Hatta dışardan yemek bile yiyordu. Kızın ağabeyi Ümit Eser, hastanenin ihmali varsa Adli Tıp raporuna göre suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi.



Önceki gün ise Diyarbakır'da Aydın Erdem yaşama gözlerini yumdu. Sırtına iki kurşun isabet eden Dicle Üniversitesi Matematik Öğretmenliği 3. sınıf öğrencisi, 23 yaşındaki Erdem, kaldırıldığı DÜ Araştırma Hastanesi'nde hayatını kaybetti. Bir kurşunun sırtından girip akciğerini parçaladığı, diğerinin ise kafasını sıyırdığı belirtildi. Tanıklar, polisin çok kısa mesafeden hedef gözeterek Erdem'e ateş ettiğini söylediler.



Serap ve Aydın ne yazık ki ne ilk, ne de son. Savaşta ısrar ve çözümsüzlük öldürüyor. Demokratik barış yeşermedikçe, dört bir yanda genç ölümler boy veriyor. İşte dört yılın küçük bir bilançosu...



Ceylan Önkol, 12 yaşındaydı. Diyarbakır Lice'de çobanlık yaparken, üzerine havan topu düşü. Jandarma ve savcı 'güvenliğimiz yok' diyerek olay yerine gitmedi. Ceylan'ın cansız bedeni 6 saat olay yerinde bekletildi. Savcı, olay yerine giden İmam'a olay yeri incelemesi yaptırıp, fotoğraf çektirdi. Kendisi ancak üç gün sonra olay yerinde inceleme yaptı. Adalet Bakanlığı, olay savcı hakkında soruşturma başlattırmadı. Genelkurmay, olayla ilgili, “Asimetrik kapsamlı ve organize bir psikolojik harekat sürdürüldüğünü” ileri sürdü.



Mehmet Uytun, sadece 18 aylıktı. Şırnak'ın Cizre ilçesinde annesinin kucağında vuruldu. Polisin attığı gaz bombası kafasına isabet etti, minik Uytun komaya girdi. 10 gün direndi, ama yoğun bakımdan minik tabutu çıktı. Valilik ölüme sebebiyet veren yaralama için “taş çarpması” dedi, ama hastane raporlarında bu, “Metal aksanlı bir cisim çarpması ile oluşan yaralanma” şeklinde yer aldı. Evde inceleme yapan Cizre Nöbetçi Cumhuriyet Savcısı, çocuğa çarpan cismi tutanağa “gaz fişeği” olarak geçirdi.



İbrahim Öztürk, 25 yaşındaydı. Şafağına 75 gün kalmıştı. Teğmen Mehmet Tümer'e “Beni öldüreceksiniz” diye isyan etti. Ancak teğmen acımadı. Eline pimi çekilmiş bomba tutuşturulan er İbrahim Öztürk, üç askerle birlikte yaşamını yitirdi. 4 askeri öldüren teğmen, “taksirle adam öldürmek”ten sadece 12 yıl hapse çarptırıldı. Ceza 'iyi hal'den 9 yıl 2 aya indirildi. Teğmenin avukatı asker ailelerini, “Bu işi daha fazla kurcalarsanız, oğlunuz şehitlik beratı alınır” diye tehdit etti.



Aleyna Çelik, henüz 3 yaşındaydı. Taha Yıldız, 5; Murat Ağca ise 14. Güngören'de meydana gelen patlamada yaşamlarını yitiren 17 kişinden üçü çocuktu. Dava sürüyor. 8 kişi saldırının failleri oldukları iddiasıyla yargılanıyor. Ama “Üç ay önce Kandil'de eğitim alıp geldiği” iddia edilen Hüseyin Türeli'nin, 7 yıldır sigortalı olarak çalıştığı ortaya çıktı. Diğer 7 kişiye ise ne mahkeme sorgusunda ne de gözaltında bombalamayla ilgili soru soruldu.



Enes Ata, henüz 7 yaşındaydı. İsmail Erkek 8, Mehmet Akbulut ise 17. Başbakan'ın “Güvenlik güçleri kadın da olsa, çocuk da olsa, eğer terörün maşası haline gelmişse, gerekli müdahale neyse onu yapacaktır” dedi, Amed'de polis kurşunlarına hedef oldular. Kurşun minik Enes'in kalbine isabet etti. Çatışma, Muş kırsalında kimyasal silahlarla öldürüldüğü iddia edilen 14 gerillanın Amed'de defni sırasında polisin saldırısı üzerine başlamıştı.



Uğur Kaymaz... 12 yaşında 13 kurşunla öldürüldü. Mahkemeler, Adli Tıp raporlarını hiçe saydı, polislere beraat verdi. Aile, “Adalet duygumuz zedelendi” dedi. Dava, AİHM'e taşındı. Adli Tıp, Uğur Kaymaz'ın “Sırtından sıralı biçimde ateşlenmiş 9 kurşun yarası bulunduğu, silah tutacak yaşta olmadığı ve olay yerinde çatışma izi bulunmadığı”nı raporlaştırmıştı.



Ruken Arı, 4 yaşındaydı. 6'sı çocuk 44 kişinin öldürüldüğü Mardin Bilge Köyü Katliamı'nın kurbanlarından biri oldu. İlk açıklamalar katliamın PKK işi ve namus cinayeti olduğu şeklindeydi. Ama katliamın koruculuk sistemi kaynaklı olduğu ortaya çıktı. Dava sürüyor.



Melek İpek, 19 yaşındaydı... Amed'in Yenişehir Mahallesi Yazıcıoğlu Caddesi'nde, sivil plakalı askeri personel taşıyan otobüsün geçişi sırasında patlama meydana geldi. Özel bir dershane önüne park edilen araçta meydana gelen patlamada 6 kişi hayatını kaybetti. Melek İpek, patlamada ölen 5 dershane öğrencisinden biriydi. Yetkililer PKK'ye işaret etti, ama PKK saldırıyı kınadı.



Şilan, Zilan, Mizgin, Faide, Nazar, Nazlı, Rojhılat ve Hasan... En küçüğü 6 aylık, en büyüğü 14 yaşındaydılar... Diyarbakır Koşuyolu Parkı’na konulan termos içindeki bombaların patlaması sonucu hayatlarını kaybettiler. Bombalamayı Türk İntikam Tugayı (TİT) üstlendi.

3 Aralık 2009 Perşembe

3 Aralik 1945 Güz Vakti


Tan Matbaası'nın 3 Aralık 1945’te basılmasının üzerinden 64 yıl geçti. Birgit, Göğüş, Demirel, Selçuk ve Arcayürek. Geleceği kafese hapseden isimlerden sadece bazıları. Zarakolu, “Türkiye'deki tüm şifreleri açıklıyor” dedi.

Tan Matbaası baskınının 64. yıldönümü bugün. 3 Aralık 1945’te binlerce kişi tarafından yağmalanan Tan Matbaası, baskınlar, katliamlar ve gayrimüslüm cinayetleri ile anılan Türkiye'de, karanlıkta bırakılanların özeti:

Tan Matbaası baskını, Cumhuriyet Halk Partisi tek parti iktidarından kurtulmak isteyen aydınların seslerini yükselttiği döneme denk düşüyor. Sosyalist bir gençlik hareketi gelişmeye başlamış, “Milli Şef” iktidarından kurtulmak isteyenlerin oluşturduğu demokrasi cephesinin görüşleri, Tan Gazetesi ve Görüşler dergisi ile birlikte tartışılır hale gelmiştir.

Tek parti dönemi, oluşan demokrasi atmosferini sindiremediği gibi şiddetle ezmeye yönelmiştir. İlk eylem Tan Matbaası baskınıdır. Türkiye'nin demokratikleşme sorununun mihenk taşı olacak saldırı, bizzat Cumhuriyet Halk Partisi öncülüğünde hayata geçirilir.

“Komünistler” diye hedef gösterilen TKP üyesi Sabiha Sertel ve eşi Zekeriya Sertel, Tan Gazetesi’nin sahibi ve yazarlarıdır. Matbaa basılır, talan edilir. Serteller yurt dışına çıkmak zorunda bırakılır. Matbaa 1945'te kapatılır. Ertesi yıl ise sıkıyönetim idaresi sosyalist parti ve sendikaları kapatır. Sarı sendikacılık hareketi başlar.

“Ehl-i vatan” çığırtkanlığı

Tek parti iktidarı CHP'nin sesi olan Vatan Gazetesi’nde 3 Aralık 1945 günü Hüseyin Cahit Yalçın imzasıyla, “Kalkın ey ehl-i vatan” başlıklı bir makale yayınlanır. Yalçın, “memleketini sevenleri komünistlere karşı mücadeleye” çağırmıştır.

Emir çabuk hayata geçirilir. İstanbul Üniversitesi’nde aynı gün çağrı yapılmış, “Kalkın ey ehl-i vatan” yazısı sınıfları dolaşmıştır. Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, İlhan Selçuk gibi isimler o dönem İstanbul Üniversitesi’nde öğrencidir.

Cumhuriyet gazetesi tertibi

Baskının kışkırtıcılarından olan Cumhuriyet Gazetesi, “vatandaş hassasiyeti”ni Görüşler dergisine karşı yürüttüğü karalama kampanyası ile örgütlemektedir. Cumhuriyet Gazetesi'nin saldırının öngünündeki baskısı, Görüşler Dergisi'ni manşetten şöyle görür: “Görüşler kelimesinin 'G' harfi ters çevrildiğinde ve bir kısmı parmakla örtüldüğünde orağa benziyor. Bizim yoldaşlar nihayet maskelerini attılar. 'Yeni Dünya' ve 'Görüşler' kızıl propaganda organlarıdır.”

Tertibat ertesi gün hazırdı

Ertesi gün, İstanbul Üniversitesi bahçesinde Orhan Birgit ve Ali İhsan Göğüş'ün 'komuta'sında toplanan güruh, bayraklar, satırlar, baltalar ve dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün resimleri eşliğinde yürüyüşe geçer. Cağaloğlu’nda bulunan Tan Matbaası binlerce kişi tarafından basılır. Taşlamalarla başlayan saldırı, binanın tahrip edilmesiyle devam eder. Binaya girenler matbaayı yağmalar, baskı makinelerini parçalar. Serteller'in daktiloları, masaları, telefonları, pencerelerden aşağı atılır. Son olarak binanın üzerine bir Türk bayrağı dikilir.


berdan ildan