3 Nisan 2011 Pazar

Imamin ordusu.101-149.....sayfa


4- Ülke İmamı: Bir ülkenin tamamından sorumlu olan kişidir. (İngiltere, Fransa,
Türkiye gibi).
5- Bölge İmamı: Bir coğrafi bölgeden sorumlu kişidir.( Marmara bölgesi, Ege
bölgesi, Karadeniz bölgesi gibi)
6- İl İmamı: Bir ilin tamamından sorumlu kişidir.
7- İlçe İmamı: İlçenin tamamından sorumlu olan kişidir.
8- Semt İmamı: Semtten sorumlu kişidir.
9- Mahalle İmamı: Mahalleden sorumlu olan kişidir.
10- Ev İmamı: Evden veya yurttan sorumlu olan kişidir.
11- Serrehberler
12- Belletmenler.
13- Öğrenciler ve cemaat mensupları.
Eğitim ve öğretimde başı çeken Işık Evleri’dir. Işık Evleri kökünü Hz. Muhammet
devrinden alır. Fethullah Gülen bu evleri Işık Evleri olarak niteler, vaazlarında ve
kitaplarında bu evlere İbn-i Erkam evleri der. İbn-i Erkam sahabedir. Hz.
Muhammet’i herkesin dışladığı bir vakitte evine almıştır. İbn-i Erkam evlerinde
yetişmede sabırla pişip olgunlaşmadan yapılan her şey ham hayaldir. Bu evler
cemaatin hücreleri durumdadır. Hiyerarşik sistemin yaratılışa uygun
prensiplerinin devlet bazında temsil edilmesinin ilk adımı ilk şartı olan evlerdir.
Müjde ve Müşlunur en karanlık ve karamsar günlerinde billur bir avize gibi asılı
durduğu evlerdir. Ahir zamanda gelerek tahrip eden Deccalin bir daha hortlamak
üzere öldürüldüğü evdir.
Her evin bir programı vardır. Her iş bu program dâhilinde yapılır. Atatürk’e ait
hiçbir kitap okunmaz ve okutulmaz.
Fethullah Gülen’e mehdi nazari ile bakılır. Mehdi ahir zamanda bayrağı yere
düştüğü vakitte zuhur edecek ve beklenen cemaatin başına geçerek bayrağı
kaldıracak. Cemaat içinde Atatürk için ‘Beton Kemal, Kefere Deccal, Öküz
Aleyhisselam’ gibi ağır lakaplar kullanılır.
Fethullah Gülen yurtdışına giden talebeler için hicret eden kişiler kelimesini
kullanıyor. İkinci ilklerin beklenen cemaatin vazifesi de Hz. Muhammet’in
yaptıklarının aynısını yapmaktır.
Fethullah Gülen’ın ölçü (1) adlı kitapçığının 60. sayfasında ‘Yerinde durup
mevziini koruma, düşmanı aşt etme hedefe varmanın en birinci vazifesidir, cepheyi
terk edip ayrılanlar ise yerlerinden ayrıldıkları andan itibaren kaybetme yoluna
girmiş sayılırlar’ tarzındaki telkin ile ciddi bir (cephe) faaliyetinin varlığına işaret
edilmekte ve bu stratejinin mevcut çalışma süresinin içerisinde uygulandığı
müşahede edilmektedir.
Tarikatın lideri konumundaki Fethullah Gülen’in imzasına havi kitapların
tetkikinden de anlaşılacağı gibi kendisini dinsel bir dava adamı olarak anlatmasına
103
rağmen daha ziyade tarikatın propagandisti konumunda gözükmektedir.
Kitaplarının tetkikinden de anlaşılacağı gibi propaganda ağırlıklı kitaplarının
üslubu ve ağdalı deyimleri ile dinsel telkin içeren kitapların üslup ve deyimlerin
farklılığı da eserlerin tek kaynağı ait değil mal edilmiş şekilde yazılmış olduğu
görülmektedir.
Devletin Anayasal nizamını değiştirip yerine şer-i esaslara dayalı bir İslam devleti
kurmayı hedeflediği değerlendirilen Fethullah Gülen ve yandaşları, 28 Şubat
Kararları’nın alınmasından sonra ve özellikle soruşturma ile ilgili yazışmalarının
başlaması ile birçok örgüt evini boşaltmış, örgütsel yapılanmaya zarar vermemek
için faaliyetlerini mevzii koruma kuralına uyarlamışlardır.
Şu anda birçok örgüt mensubu ve talebeleri aile evlerinde örgütsel faaliyetlerini
sürdürmektedirler.
Gülen örgütlenmesinin ekonomik boyutu da göz önüne alındığında, gelecekte
ülkemizi bekleyen tehlikenin büyüklüğü endişe verici boyuttadır.
1992 yılında alınan cemaatle ilgili EGM Teftiş Kurulu Daire Başkanlığı’nca
başlatılan soruşturma neticesinde konu müdürlüğümüzün 8.05.1 egm. 4.06.00.14
III. Ve Sor.(F).92/8303 sayılı yazısı ile DGM’ne intikal ettirilmiş ancak, intikal
ettirilen mezkûr raporda adı geçen şahıslar ile ilgili teknik belgesel ve ideolojik
değerlendirmeye havi ilave argümanlar sağlanamadığından DGM Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın 1998/24 sayılı yazılarıyla takipsizlik kararı verildiği anlaşılmıştır.
Genel Müdürlüğümüz Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın konu ile ilgili başlattığı
soruşturmayla cemaat mensupları arasında tedirginliğin arttığı, buna paralel
olarak Gülen örgütlenmesinin temel taktiklerinden olan takiyye yöntemleri
uygulanmak suretiyle tabirlerin giderek arttırıldığı ve hatta savunma boyutundan
saldırı boyutuna geçildiği.
‘Işık Tarikati illegal örgütlenmesi’ ile ilgili Emniyet Müdürlüğümüzce hazırlanan
rapor tetkik ve gereği yapılmak üzere ekte gönderilmiştir. Gereğini arz ederim.”
Cevdet Saral Işık Evleri’ni anlatıyor
Cevdet Saral, ekibi istihbarat hizmetlerinden çıkarılmasına rağmen, sonunda bir
davaya dönüşeceğine inandığı böylelikle kendilerini de kurtaracağını düşündüğü
soruşturmayı “kararlılıkla” sürdürüyordu. Teftiş Kurulu Başkanlığı ile İDB’ye 30
Nisan 1999’da gönderdiği yazısında da, Gülen cemaatinin başta Polis Koleji ve
Akademisi olmak üzere emniyet teşkilatı içindeki kritik önemdeki birçok birimde
sistematik bir örgütlenme olduğuna dair tespitlerde bulunulduğundan bahsediyordu.
Bu tespitlerine ilişkin yazıyı da ilgili birimlere göndermekte gecikmedi.
B.05.1EGM.4.06.00.06 sayılı yazıda, cemaatin “Işık Tarikatı” adıyla Polis Koleji,
Polis Akademisi ve Emniyet Teşkilatı içinde nasıl örgütlendiği şöyle anlatıldı:
104
“Polis Koleji, Polis Akademisi’ne daha önceden özel olarak eğitilmiş örgüt
içerisinde yer alan şahısların rahatlıkla girebildikleri, bu şahısların okul
içerisindeki öğrenciler tarafından ‘İmam’ olarak adlandırıldıkları ve mezkûr
yapılanma içerisinde yer alan ‘sınıf komiserleri’ aracılığı ile ayrı ayrı sınıflara
dağıtıldıkları, bu sınıflarda ‘sınıf imamı’ veya ‘devre imamı’ olarak faaliyet
yürüttükleri, iyi bir aile terbiyesi ve din eğitimi almış öğrencileri samimi
yaklaşımlarla çekmeye çalıştıkları, imam olarak adlandırılan şahıslar tespit etmiş
oldukları öğrencileri başlangıçta, dışarıda sivil vatandaşların evlerine götürerek
sıradan bir aile ya da muhabbet ortamı sağlamak suretiyle video filmleri
izlettikleri, sonraki aşamalarda özenle hazırlanmış ev yemekleri ikram edildiği, çay
sohbetleri yapıldığı, birlikte namaz kılındığı böylelikle samimi bir ortam
yaratılarak öğrencilerin geçmişi ve aile yapıları hakkında bilgi edindikleri,
‘öğrenci imam’ olarak faaliyet gösteren öğrencilerin aynı yapılanma içerisinde
bulunan sivil vatandaşlar ile sürekli irtibat halinde bulundukları, bu şahısların
genelde üniversite öğrencisi oldukları ve kendilerine ‘abi’ diye hitap ettikleri,
ayrıca bu şahısların kod isim kullandıkları,
Zaman içerisinde faaliyetlerin daha rahat yürütülebilmesi için, örgüt içerisinde yer
alan sınıf komiserlerinin aracılığı ile boş ya da kol faaliyetlerinin yürütüldüğü
odalarda çay ve bisküvi ikram edilmek suretiyle uygun bir sohbet ortamı vasıtasıyla
güven sağlanarak yakın arkadaşlık ilişkilerinin geliştirilmesi ve kendilerine yakın
hissettikleri öğrencileri de bu ortamlara çağırıp, cazip teklif ve telkinlerle ikna
etmeye çalıştıkları,
İkna edilen öğrencilerin hafta sonu çarşı izinlerine çıktıkları zamanlarda, örgüt
içersinde yer alan esnafların dükkânlarından faydalanmak suretiyle resmi
elbiselerini değiştirerek sivil elbise giydikleri, birer ikişerli gruplar halinde örgüt
içersinde yer alan sivil vatandaşların evlerine gittikleri, gidilen yerlerde Fethullah
Gülen’in videokasetlerinin seyredildiği, namaz vakitlerinde birlikte namaz kıldıktan
sonra Said-i Nursi’nin Risalelerini okuyup birlikte ders çalıştıkları ve Fethullah
Gülen’nin kitapları hususunda derinlemesine eğitime tabi tutuldukları, genelde bu
evleri 7-8 kişilik gruplar halinde kullandıkları, bu öğrencilerin kullandıkları evin,
ev sahibini görmedikleri ve kasıtlı olarak tanıştırılmadıkları, bu evlerde sadece
dışarıdan ‘abi’ diye hitap ettikleri üniversite öğrencilerinden 1 ya da 2 kişinin
bulunduğu, planlı bir şekilde hareket ettikleri, gizliliğe önem verdikleri, hafta sonu
programları, devre imamlarının talimatı doğrultusunda sınıf imamları vasıtası ile
öğrencilere iletildiği, okula dönüş saati yaklaştığında tekrar birer ikişerli gruplar
halinde evden ayrıldıkları ve tekrar üzerlerini değiştirdikleri esnaflara giderek
resmi üniformalarını giydikleri, bu evlerin ‘Işık Evleri’ veya ‘Işık Kışlaları’ olarak
adlandırıldığı ve tamamen bu yapılanma içerisinde bulunan öğrencilerin
ihtiyaçlarının karşılanması için sivil vatandaşlarca tahsis edildiği, bir evde
105
bulunması gereken her şeyin bu ‘Işık Evleri’nde mevcut olduğu, Polis
Akademisi’nde sahte belgeler ile evci çıkan öğrencilerin bu evlerde ikamet ettiği,
Ancak, Fethullah Gülen ve örgütünün deşifresine yönelik başlatılan çalışmalardan
sonra tedbir gereği bu evlerin birçoğunun boşaltıldığı, bazılarının aile evlerine
dönüştürüldüğü ya da aile evleri ile okul içerisinde örgütlenme faaliyetlerine hız
verildiği, buna paralel olarak hasım cephe ya da muhalif cephe diye
adlandırdıkları kesimlere karşı hile, iftira, yıpratma ve saldırı kampanyalarını
hızlandırdıkları, hatta daha da ileri giderek ‘abi’ ve ‘imam’ adı verdikleri şahısları
gerek teşkilatımız içerisinde, gerekse diğer bazı kamu ve kuruluşların üst düzey
yöneticileri ile bazı siyasi parti yetkilileri ve temsilcilerine göndermek suretiyle
yanlış ifade ve telkinlerle konular çarpıtılarak hasım cephe diye adlandırdıkları
kişiler aleyhinde yoğun bir kampanya başlattıkları,
Okul içerisinde imamlar haricinde öğrencilerin birbirleri ile irtibat kurmadıkları,
ast üst ilişkilerine çok dikkat ettikleri, öğrencilerin sorunlarının imamlar
vasıtasıyla aynı yapılanma içerisinde bulunan ‘sınıf komiserleri’ne ilettikleri,
kendilerine yakın olan kimselerin disiplin cezalarını iptal ettikleri, ‘sınıf’ ve ‘devre
imamları’na okul içerisinde bir sorumluluk verilmediği, (Sınıf Mümessilliği, Baş
Mümessillik, Yemekhane, Yatakhane Sorumluluğu gibi) ancak bu imamların uygun
gördüğü öğrencilere okul idaresi tarafından bu tip sorumlulukların verildiği, hatta
bu sorumlu öğrencilere birer oda tahsis edip örgütlenme faaliyetlerine kolaylık
sağlandığı,
Polis Kolejinde kendi yanlarına çekemedikleri öğrencilere genelde ‘komünist’
dedikleri, diğer öğrencilerinde onlara karşı cephe almalarını sağladıkları ve o
şahıslarla arkadaşlık yapılmaması için ellerinden gelen her türlü gayreti
gösterdikleri, ayrıca bu öğrencilere öğretmenler ile sınıf komiserleri aracılığı ile
baskı uygulattıkları, sınıfta bıraktırma, disiplin cezası verdirme hatta okuldan
attırma cihetine kadar gittikleri, böylelikle psikolojik bir üstünlük sağlayarak okul
içerisindeki faaliyetlerini daha rahat yürüttükleri,
Yaz tatillerinde örgüt mensupları aralarındaki bağın soğumaması ve öğrencilerin
sosyal yaşantı içerisine girmelerini engellemek için ailelerinden izin alabilen
öğrencilerin, Ege ve Akdeniz Bölgesinde bulunan, örgüt tarafından ‘Işık
Kışlaları’nda yoğun bir eğitime tabi tutuldukları, haftada bir veya iki kere deniz
sahilinin tenha bölgelerinde denize girmelerine müsaade edildiği, yine haftada bir
veya iki kere pikniğe gittikleri, yaz programlarında sivil vatandaşlardan ‘abi’ diye
hitap ettikleri ve kod isim kullanan şahısların bu evlere gelerek eğitim faaliyetlerini
kontrol ettikleri,
Okul içerisindeki yapılanmanın grup, sınıf ve devre imamı olmak üzere hiyerarşik
bir şekilde oluşturulduğu, Polis Akademisi’ni bitiren öğrencilerin başlamış olduğu
görev, yeni gruplar oluşturularak imam kadrolarını belirledikleri, imamların
genelde üst rütbeli şahıslardan seçildiği, mezun olan öğrencilerden maaşa
106
geçtikten sonra, bekâr olanlardan maaşının 1/5’i, evli olanlardan ise 1/10’u
nispetinde himmet adı altında para topladıkları,
Son günlerde takiyye kuralı gereğince tedbirler geliştirerek komünist diye
adlandırdıkları kendilerinden olmayan öğrencilere yakınlık göstermeye
başladıkları ve onlarla dost olmanın yollarını aradıkları,
Yapılan sohbetlerde Kuran’ı Kerim’den ayetler ve hadislerden örnekler verilerek
Fethullah Gülen’i, ahir zamanda gelecek ‘Mehdi’ olarak gördükleri, zaman zaman
Atatürk ve devrimleri aleyhinde konuşma, açıklama ve eleştiri yapılmakla birlikte
28 Şubat kararlarından sonra takıyye ve tedbir gereğince Atatürk sevgisi verir gibi
davrandıkları, okuldaki namazların şafi mezhebindeki gibi, cem şeklinde yani öğle
ile ikindiyi, akşam ile yatsı namazını birleştirmek suretiyle kıldıkları, değişik
ortamlarda birbirleri ile şifreli konuştukları,
Bu faaliyetlerde bulunan öğrencilerin Ankara’da Demetevler, Keçiören,
Yenimahalle, Cebeci, Etlik, İskitler ve Dikmen bölgelerindeki evlerden
faydalandıkları yolunda bilgiler elde edilmiş olup konunun daha da netleştirilmesi
ve belirlenen ‘Işık Evleri’ ile ilgili çalışmalarımız sürdürülmekte olup, gelişmeler
peyderpey bildirilecektir.”
Telekulak basına sızdırılıyor
Haklarında soruşturma yürütülen cemaatçiler, hem İstanbul-Ankara çekişmesinden
hem de bu çekişmenin sonucu ortaya çıkacak skandaldan çok memnundu. Hem
Ankara-İstanbul savaşının galibini belirleyecek hem de Fethullahçılık
soruşturmasının sonunu hazırlayarak rafa kaldıracak haber nihayet patladı. Saral ve
Ak ekibinin mevzuata aykırı “Değerlendirme Bürosu” kurulduğu zaman kimsenin
ne için olduğunu anlamadığı bu işin kokusu 1 yıl sonra 1999 Mayısının ilk
haftasında Hürriyet gazetesinin manşetinde yer alan Kadir Ercan imzalı “Telekulak
Skandalı” haberiyle herkes tarafından öğrenildi. Dönemin Ankara Emniyet Müdürü
Cevdet Saral’ın görevlendirmesiyle başında yardımcısı Osman Ak’ın bulunduğu bir
ekip aralarında Çankaya Köşkü, Başbakanlık, Milli Güvenlik Kurulu, Genelkurmay
Başkanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı, Jandarma Genel Komutanlığı, Yargıtay,
siyasetçiler, yargı mensupları ve gazetecilerin de bulunduğu kişi ve kurumlara ait
963 telefonu illegal biçimde izleme ve sorgulamaya tutup dinlemeye almıştı.
Skandalın patlak vermesiyle başlatılan ilk incelemede müfettişler, iddiaları ciddi
bularak Osman Ak, Ersan Dalman ve istihbarat birimindeki bir grup polis hakkında
soruşturma açılmasını talep etmişlerdi. EGM Necati Bilican ise dönemin Ankara
Emniyeti ile arasındaki çatışmaya rağmen, soruşturma izni vermemiş, bunun yerine
Osman Ak ve ekibinin istihbarat dışında görevlere kaydırılmaları talimatını
vermişti. Ak, bunun sonucu Emniyet Müdür Yardımcısı olarak pozisyonunu
korumuş, ancak istihbarat yerine teröre bakmaya başlamıştı. Ancak en sonunda 6
107
Mayıs 1999’da önce Osman Ak, sonrasında ise “Her şeyine kefilim’’ diye
koruyan Cevdet Saral açığa alındı. Saral, görevinden alınması üzerine, “İlk raundu
biz kaybettik. Ama bunun ikinci ve üçüncü rauntları da var” diyerek skandalın
sızmasın sağlayanların cemaatçiler olduğunu işaret ediyordu. Ankara Emniyet
Müdürlüğü İstihbarat Şubesi’ndeki yasa dışı dinlemeyi tespit edebilmek için DGM
savcısı Nuh Mete Yüksel’in 11 Haziran 1999 akşamı yaptığı baskınla ele geçen bir
kasette de Yargıtay 8. Ceza Dairesi Başkanı Naci Ünver ile Fevzi Coşkun adlı
kişinin arasındaki konuşmanın kayıtları bulundu.
Saral’ın, çete üyesi akrabası
Bu arada İstanbul ekibi de boş durmuyordu. Ankara ekibiyle yaşadığı kavgada
nihai zaferini elde edeceği son kozunu da oynadı. Hürriyet gazetesinin manşetinde
“Poliste Skandal” başlılı bir haber vardı.68 Habere göre, Ankara Emniyet Müdürü
Cevdet Saral’ın çeşitli suçlardan aranan akrabası, başkentte polis tarafından
yakalandığı halde birkaç saat sonra serbest bırakılmıştı. 26-27 Mart 1999
günlerinde olan olay 1,5 ay sonra elbette ki İstanbul polisi tarafından medyaya
servis edilmişti. Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral’ın amca çocuğu olan ve
1995’te soyadını değiştiren Âdem Halim Sarıalioğlu’nun, “Silahlı çete kurmak”
suçundan aranırkenİstanbul polisi ile Emniyet Genel Müdürlüğü’nün çabaları
sonucu başkentte 8 kişiyle birlikte yakalandığı; üstlerinde 1 Kalaşnikof, 1 Scorpion
marka otomatik silah, 11 tabanca, 245 fişek, 1 çelik yelek de bulunduğu ama birkaç
saat sonra serbest bırakıldığı anlatılıyordu. İşin ilginç yanı, Adem Halim
Sarıalioğlu’na ait 9 mm. çaplı Browning marka tabanca ruhsatlıydı ve arandığı
dönemde 13 Ekim 1998’de Ankara Valiliği vermişti.
Saral ve ekibi herkesi dinlemiş
O dönem yaşayanlarının dışında pek az kimsenin bildiği, at izinin it izine karıştığı
bu olayların en büyük kazananı ise aslında bir kez daha Fethullah cemaati olmuştu.
Birden kendilerini soruşturanlar soruşturma konusu olmuştu. İçişleri
Bakanı Sadettin Tantan’ın talimatıyla başlatılan soruşturmanın raporları 31 Ağustos
1999’da tamamlandı. Osman Ak ve Gülen cemaati soruşturmasını birlikte
yürüttüğü İstihbarat Şube Müdürü Ersan Dalman ve İstihbarat Şube Müdür
Yardımcısı Zafer Aktaş hakkında düzenlenen müfettiş raporunda ise “istihbarat
hizmetlerinde çalışması sakıncalıdır” kaydı da düşülen raporda Ankara Emniyet
Müdürü Cevdet Saral’a bağlı olarak çalışan, Emniyet Müdür Yardımcısı Osman
Ak, İstihbarat Şube Müdürü Ersan Dalman, İstihbarat Müdür Yardımcısı Zafer
68 Hürriyet Gazetesi, 15 Mayıs 1999
108
Aktaş’ın başını çektiği bir grup polisin tam 963 telefonu yasadışı dinlediklerinin
saptandığı belirtiliyordu. Müfettişlerinin 31 Ağustos 1999’da İçişleri Bakanlığı’na
teslim ettikleri resmi raporlarının ardından, yasadışı dinlemelerde adı geçen
aralarında Saral ve Ak’ın da bulunduğu 38 polis hakkında lüzum-u muhakeme
kararı verildi. Müfettişlerin bu talebine uygun olarak hapis istemiyle dava açıldı.
Şemdinli olayları sonrasında görevinden alınan ve 8 Mart 1999’da Emniyet Genel
Müdürlüğü’ne rapor yazıp soruşturma talep eden ve dinleme skandalının ortaya
çıkmasında başrolde olan o dönemin İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun hakkında
da “denetim görevini ihmal ettiği” gerekçesiyle dava açılmıştı. Bu davada Uzun’a
verilen “1 günlük yevmiye kesme cezasını” Ankara 6.İdare Mahkemesi iptal etmiş
böylece 14 Haziran 2001 günü ikinci defa İDB görevine gelmesinin önünü
açılmıştı.
Yargılamalar sırasında sanıklar, söz konusu resmi kurumları değil aralarında
Kalkınma Bankası Genel Müdürlüğü döneminde görevini kötüye kullandığı
gerekçesiyle 12 yıl hapse mahkûm edilen Özal Baysal, Susurluk’un tetikçisi Yeşil
kod adlı Mahmut Yıldırım ve yer altı dünyasının ünlü ismi Kürşat Yılmaz ile
Kasım Gençyılmaz’ın da bulunduğu bazı şahısların telefonlarını izlemeye
aldıklarını iddia ediyorlardı. İzlenen bu kişilerin dinlendiği açıklanan resmi
kurumları defalarca araması üzerine de bağlantılarının öğrenilebilmesi için bu
kurumların telefonları da izlemeye alınmıştı. Mahkeme kararıyla izlemeye alınan
bu kişilerin ilişkide bulunduğu telefonlar ise Cumhurbaşkanlığı Köşkü,
Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü, Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı Koruma
Şube Müdürlüğü, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, İstanbul Emniyet
Müdürlüğü Özel Kalemi, Turizm Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı Tarabya Köşkü,
ANAP, DYP, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, Başbakanlık MİT Müsteşarlığı, Milli
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Jandarma
Genel Komutanlığı, Ankara İl Jandarma Komutanlığı, Kocaeli Emniyet
Müdürlüğü, Harb Akademileri Komutanlığı, İzmir Emniyet Müdürlüğü, Emniyet
Genel Müdürlüğü İDB gibi kritik yerlere aitti. Osman Ak’ın tayinini iptal ederek
Ankara Emniyet Müdür Yardımcılığı’na; İstanbul İstihbarat Şube Müdürüyken
kızağa çekilerek Polis Okulu’na tayin edilen Giresun Göreleli hemşehrisi Ersan
Dalman’ı da Ankara İstihbarat Şube Müdürü yapılmasına öncülük eden Sabri Uzun
da İDB’de telefonları teknik izlemeye alınanlar arasındaydı.
Dinleme emri Mesut Yılmaz’dan
Ancak Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açtırdığı soruşturmanın raporlarına göreyse
Cumhurbaşkanlığı telefonlarının, Özal Baysal’ın yakalanması kapsamında değil,
özellikle izlenip araştırıldığını gösteriyordu. Müfettiş raporlarına göre,
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e ait cep telefonundan aranan numaralar 21
109
Ağustos 1998 günü için sorgulanmıştı. Üstelik bu sorgulama, o güne kadar telefon
numarasıyla yaptığı kayıtlardaki bütün görüşmeler için de yapılmıştı. Bir sonraki
gün de Demirel’in cep telefonunu o güne dek hangi numaradan kim aramışsa
kayıtları çıkarılmıştı. Ak’ın iddiasına göre, MGK Genel Sekreterliği ve diğer bazı
askeri birimlerin telefonları ise, Akın Birdal suikasti üzerine Yeşil kod adlı
Mahmut Yıldırım’ın yakalanması için sorgulanmıştı. Nedeniyse Yeşil’in ele geçen
telefon defterinde bu kurumlardaki bazı görevlilerin isimleri ve telefonlarının
kayıtlı olmasıydı. Yeşil’in yaşayıp yaşamadığı bir muamma iken ve Emniyet
birimlerinin elinde bu meşhur katilin yaşadığına ilişkin resmi bir veri yokken Birdal
suikastından sonra yaşadığı iddia edilmişti. Yine de Ak’ın, Yeşil’in yakalanması
için devletin kritik kurumlarının telefonlarını sorgulanmasına ilişkin söyledikleri
itibar görmedi.
Yine soruşturma raporlarına göre, MGK’ye ait bir telefon da 11 Aralık 1998 günü
önce bilgisayara adres sorularak ardından da dört kez, o güne kadar bu numarayı
aramış ve kayıtlarda mevcut bütün numaralar çıkartılarak sorgulanmıştı. Telekulak
skandalının ilgi çeken ayrıntılarından biri de, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in
İstanbul’daki evi de dâhil olmak üzere dört ayrı telefonla ilgili izleme yani kimlerle
görüşüldüğünün belirlendiği tespit edildiğine ilişkin teknik takip yapılmış
olmasıydı. Ankara Emniyeti’nin bir yılı aşkın bir süre telefonlarını izlediği yüzlerce
kişi ve kurum arasında parti genel merkezleri, politikacılar, yargı mensupları, çeşitli
illerdeki jandarma birimleri, emniyet birimleri ve gazeteciler de vardı. Telefonları
dinlenip kaydedilenler arasında Yargıtay üyesi dört hâkimin ev telefonları da yer
alıyordu. Bu telefonların 15 Ağustos 1998’de başlayıp 9 Eylül 1998’e kadar
kanunsuz şekilde dinlendiği saptanmıştı. Osman Ak, Kırıkkale 2. Asliye Ceza
Mahkemesi’ne sunduğu yazılı savunmasında aslında tüm dinleme sürecinin
nedenini de açıklamış oluyordu: “Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, eski İstanbul
Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan’ın hakkındaki yargılama kararını bozdurmak
için Yargıtay’da bazı kişilere rüşvet verileceğini, bu işlemde aracı olanlardan
birisinin Tuncay Özkan’la ilişki içinde olduğunu beyanla, anılan şahısla işbirliğine
girilerek çok gizli bir çalışma yapılması, safahata ilişkin ara makamların yazılı ya
da şifahi olarak bilgilendirilmemesi yolundaki talimatı üzerine, Özkan, İstihbarat
Şubesi’ndeki ilgili personelimizle ilişkiye geçirilmiş, aracı olduğu iddia edilen
şahısla temas sağlanmış, verdiği bilgiler doğrultusunda yapılan ön çalışmalarda
anlatımları tatmin edici bulunmayınca şahsın ilişkide olduğunu iddia ettiği yargı
mensubumuzla teması gözlenmiş ve olayın tamamen uydurma olduğu kanaatine
varılmıştır. Yargıtay’ı şaibe altında bırakacak bu uydurma iddia, hiç bir yargı
mensubunu deşifre etmeden, sonuçlanmış, komplo bertaraf edilmiştir.”
Osman Ak, dönemin başbakanının talimatı doğrultusunda, Emniyet Genel
Müdürü’ne, İçişleri Bakanına ve Cumhuriyet Savcısı’na ya da mahkemeye haber
verilmeden çalışma yapıldığını itiraf etmişti. Konunun ayrıntısını gazeteci Şamil
110
Tayyar Star Gazetesindeki köşesinde, “Uğur Dündar’ı gammazladı başlığıyla çıkan
yazısında anlatıyordu. Mesut Yılmaz’ın yasadışı dinleme talimatı verdiği sırada
yanında Tuncay Özkan’ın da bulunduğunu belirten Tayyar, gazeteci Kadir
Çelik’ten öğrendiği bu ayrıntıyı şöyle anlatıyordu: “…Çelik dedi ki, 5-6 yıl önce o
kanunsuz telefon dinlemelerini Objektif’in internet sitesinde yayınladım. Osman
Ak’ın ifadelerine de yer verdim. Mesut Yılmaz, Osman Ak’a dinleme görevi
verirken yanında Tuncay Özkan da vardı. Bu yayından sonra Tuncay beni aradı.
Yazılanların hepsini doğruladı. Ama Mesut Yılmaz’la görüşürken yanımızda Uğur
Dündar da vardı, Osman Ak’ın ifadelerinde Uğur Dündar da geçiyor, neden
sadece beni yazıyorsunuz, Dündar’ı yazmıyorsunuz diye sitem etti…”69
Dinleyenlere tazminat ödendi, sanıklar beraat etti
Telekulakçılar hakkında açılan dava Kırıkkale 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde 3 yıl
sürdü. Emniyet Müdürü Saral ve yardımcısı Osman Ak savunmalarında, başlarına
gelenlerin Fethullah Gülen’le ilgili yürüttükleri soruşturmadan kaynaklandığını öne
sürdüler. Mahkeme, “görevi kötüye kullanmak” suçlamasıyla açılan kamu
davasında erteleme kararı verdi. Ancak sanıklar dilekçeye mahkemeye başvurup
erteleme kararının uygulanmayarak beraatlerini istedi. Aynı mahkeme, başvuruyu
işleme koydu ve 27 Mayıs 2003 tarihinde atılı suçu işlemedikleri kararıyla
sanıkların beraatine karar verdi. Dinlemelerden mağdur olanların açtığı davalarda
İçişleri Bakanlığı tazminat ödese de sanıkların beraat etmeleri ilginç bir tezatlıktı.
Ama kimse sorgulamadı. Yargıtay 4. Ceza Dairesi de kararı esastan değil, usul
yönünden bozarak tekrar Kırıkkale’ye gönderse de bu kez de zaman aşımı
nedeniyle düştü.
İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu da, 29 Mart 2000’de illegal dinlemeden
birinci derece sorumlu tutulan Osman Ak’ı Disiplin Tüzüğü’nün 12. maddesi
uyarınca 24 ay uzun süreli kıdem cezası ile cezalandırdı. Bu ceza, yargı tarafından
alt sınır olan 10 ay kısa süreli kıdem cezasına çevrildi. Cezanın iptali için açılan
davada Ankara 9. İdare Mahkemesi 2001 tarihinde “davanın reddine” karar verdi.
Kararın Osman Ak tarafından temyizi üzerine de Danıştay 12. Dairesi, talebi kabul
etti. Ankara 9. İdare Mahkemesi 2003’te bozma kararına uyarak işlemi iptal etti.
İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu tarafından 2000 yılında Osman Ak’a
“yetki ve nüfuzunu kötüye kullandığı” gerekçesiyle meslekten çıkarma cezası da
vermişti. Ak’ın imdadına yine yargı yetişti. Meslekten çıkarma cezası 24 ay uzun
süreli kıdem cezasına indirildi. Ankara 6. İdare Mahkemesi, Osman Ak aleyhine
davayı reddeden bir karar verdi.
69 Star Gazetesi, 1 Ekim 2008
111
Ak’ın başvurusuyla Danıştay 12. Dairesi bu kararı bozdu. Bozma kararı sonrası
davaya yeniden bakan Ankara 6. İdare Mahkemesi, ilk kararında ısrar ederek
davayı yeniden reddetti. Bunun üzerine dosya Danıştay İdari Dava Daireleri Genel
Kurulu’na gitti. Kurul, 23 Ekim 2003 tarihinde yasadışı dinlemeleri uygun gören
bir karara imza attı. Temyiz istemini kabul ederek İdare Mahkemesi’nin kararını
Danıştay kararı doğrultusunda bozdu. Bu arada Telekulak soruşturmaları nedeniyle
zorunlu izne ayrılan Necati Bilican da bir süre sonra emekli oldu. Türk Polis
Teşkilatı’nı Güçlendirme Vakfı bütçesinden alınan ve giderleri vakıf bütçesinden
karşılanan oğlunun kullandığı Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ait iki cep telefonunun
fazla faturalarını da devlete ödedi.
Saral’ın ilk inceleme raporu: Devleti ele geçirecekler
Bu arada, Saral ve ekibinin görevlerinden alınmadan önce tamamlayarak devletin
üst kurumlarına gönderdikleri Fethullahçılık raporu unutuldu derken ortaya çıktığı
iddia edilen haberler yayımlandı. Aslında kesin rapor bitmemişti, iddiaya göre
ortaya çıkan ilk inceleme raporuydu. TV8 tarafından haberleştirilen raporda,
Gülen’in içinde bulunduğu duruma göre hareket ettiği ve bunun aldatmaca olduğu
vurgulanarak, “Önlem alınmadığı takdirde, tarihin en ciddi dini isyanı çıkabilir”
gibi abartılı tespitler yapılıyordu. “Tarih sayfaları arasında kalan Babailer
isyanından Şeyh Bedreddin ve Şeyh Said’e kadar uzanan isyanların belki de en
ciddi, en sinsi, en kapsamlı ve en tehlikelisi olabileceğine işaret etmek yanıltıcı bir
tahmin olmayacaktır” denilen raporda, din ve eğitim başta olmak üzere birçok
alanda faaliyet gösteren Gülen’in ordu ve polis içinde de örgütlenmeye gittiği ve
bunu yaparken “ilmi masumiyet kisvesi”nin arkasına saklandığının vurgulanıyordu.
Radikal gazetesinden Soner Arıkanoğlu’nun haberinde70 Fethullahçıların sınır
tanımayan bir örgütlenme içinde oldukları da şu sözlerle ifade ediliyordu: “Artık şu
kesin olarak izah edilmelidir ki; karşımızda, sadece Türkiye’de değil dünyanın
birçok yöresinde dal budak salmış, bir teşkilat ve hatta cemaat olduklarını gizlemek
çabası içerisinde olan insanlar bulunmaktadır. Sonucunda devleti ele geçirmeye
dek varabilecek bir serüveni gerçekleştirmek amacıyla oluşturulan teşkilatlanmayı
ortaya koyacak bir araştırmanın çıkabileceğini belki tahmin etmiyorlardı...
Gülen’in sözlerinin legal ve masumane görünümü altında, son derece kapsamlı ve
şimdilik açığa vurmamaya özen gösterilen hedeflerle mücehhez bir illegal
yapılanmanın ipuçları da açığa vurulmuş bulunmaktadır...”
Fethullahçıların istihbarat birimlerine sızma konusunda bir hayli yol aldıklarının
kaydedildiği raporda, Fethullahçı tehlike ise şu sözlerle anlatılıyordu: “Gülen’in
son zamanlarda, ordu, polis ve MİT arasına sızma faaliyetlerine ağırlık verdiği
70 Radikal Gazetesi, 14 Haziran 1999
112
bilinmektedir. Sızmalarda, Emniyet Teşkilatı’nın en çok istihbarat, bilgi işlem,
personel birimleri hedef yapılmıştır...”
Saral ve ekibince hazırlanan raporda Gülen’in gerçek yüzünün çok farklı ve
ürkütücü olduğu ifade edilerek, “Gizli hedefine doğru yol alırken, dini fenomenleri
kullanan ve kendini ustaca gizleyen bir tarikat lideri” sözlerine de yer verilerek
Fethullahçıların silahlandığını söylemenin şimdilik mümkün olmadığı dile
getiriliyordu. Gülen’in “Işık Ordusu” olarak adlandırdığı tarikat üyelerinin cihat
için hazırlandıkları, bunun zamanının ise Gülen tarafından tespit edileceği belirtilen
raporda cemaatin maddi varlığının nasıl sağlandığı da örneklerle anlatıldı. Bu
yöntemlerden birinin de “silkeleme” olarak tabir edilen çek ve senet imzalatma
yoluyla yüksek meblağlarda para toplamak olduğu öne sürülüyordu. Raporda
Gülen’in örgütlenme yöntemleri ve tarzı hakkında da şu belirlemelerde
bulunuluyordu:
Rapora göre cemaat örgütlenmesi
“Işık Tarikatı’nın 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde tarifi
yapılan terör suçunun muhtevasındaki yıldırma ve sindirme yoluyla toplumu nasıl
tehdit ettiği, Gülen’in kendi söylemleriyle netleşmiş durumdadır... Belki silahlı
cemiyetten söz etmek şimdilik mümkün değildir, ancak ele geçirmeyi hedeflediği
devlet kurumlarından bazıları dikkate alındığında, hedefi topyekûn ele geçirme
şeklinde ve bu kurumların yöneticilerinin Işık Evleri’nde yetişen mensupları
tarafından işgal edilmesiyle mümkün olacağı kendi deyimleriyle itiraf edilmiş bir
suç olarak karşımızdadır… Örgütlenmeyle ilgili genel çerçeve bizzat Gülen
tarafından ‘Asrın Getirdiği Tereddütler’ kitabında detaylı olarak anlatılmaktadır...
Gülen Türkiye’ye Müslümanlığı ilk defa kendisinin getirdiğini ima ederek, 15-20 yıl
kadar önce ülkede hiç Müslüman kalmamış gibi tabirler kullanmakta ve
Müslümanlığı Türkiye’de yeniden tesis ettiği kehanetinde bulunurken aslında
örgütsel faaliyetlerinin hayat bulduğu ve en etkin faaliyet dönemine gönderme
yapmakta ve bundan cesaret aldığını itiraf etmektedir...
Gülen’in ‘Geleceğin fikir işçileri’ diye adlandırdığı Nur Kışlaları’nda yetiştirilen
taraftarlarına ve marksist terminoloji de `militana öğütler’ şeklinde tanımlanan
nasihatlerine baktığımızda, örgütsel yapı daha da açıklanmaktadır. Gülen inkilapçı
ruhlardan bahsederken hiç şüphesiz, ‘Altın Nesil’ diye adlandırdığı, kendisinin
yetiştirdiği gençliği kastetmektedir. Bu konuda netlik olmamakla beraber, ‘İşte
böyle bir dönemde Bediüzzaman gibi inkılâpçı bir ruh çıkıyor’ demekle Atatürk ilke
ve inkılâplarına karşı alternatif bir inkılâpçılığı, Bediüzzaman Saidi Nursi’nin
söylemleriyle gündeme getirme cesareti gösteriyor... Gülen henüz yeterli miktarda
Işık Ordusunun yetiştirilemediği inancındadır. Fakat 1950’li yıllara nazaran
durumlarının daha iyi olduğunu bilmektedir. Onun hedefi 60 milyonluk Türkiye’dir.
113
...Gülen ülkemizde faaliyet gösteren partilerin birçoğunu kendi etki alanına
alabilmek için çaba sarf etmektedir. Bunu yaparken partilerüstü politika izleyerek
fetvalarla toplumun tüm kesimlerini yönlendirmekte, partiden ziyade adaya destek
vermektedir... Örgütlenme tarzı daha ziyade eğitim kurumları, rant çevresi,
devletin önemli kurumları, siyasetçi ve bürokrat çevrelerini kapsamaktadır...
Gülen, dünyaya meydan okumaktan da geri durmamakta, faaliyetini peygamber
seviyesine yükseltmekte, tehdit içeren söylemlerle topyekûn cihattan söz etmektedir.
Bu cihat şimdilik ışık ordularının yetiştirilmesi için ilan edilmiş bir cihattır…
Gülen, hasım cepheyle ilgili bilgi alıp karşı tedbirler geliştirmek için istihbarat
faaliyetlerinde bulunmayı da ihmal etmemektedir. Bu tür ihmallerin kendisine çok
pahalıya mal olacağını bilmektedir. Son zamanlarda ordu, polis ve MİT teşkilatları
arasına sızma faaliyetlerine ağırlık verdiği bilinmektedir... Gülen hareketinin hedef
ve boyutunu anlayabilmek, din anlayışına yönelik ne denli büyük bir tehlikeyle
karşı karşıya bulunduğumuzu kavrayabilmek için kendi kitaplarının
değerlendirmeye alınması dahi yeterli olacaktır... Esasen sözcükleri karıştırarak
seçtiği ve günümüz Türkçesinde ender kullanılan kelime, kavram, terkip ve dini
terminolojideki ifadeleri uyarlayarak çok geniş kültüre sahipmiş imajı uyandıran
bir saplantı içerisindedir.”
Gülen tarikatçidir
Gülen’in “Küçük Dünyam” adlı kitabından yapılan, “Bizim sülale bir namus
meselesi yüzünden karşı tarafla silahlı çatışmaya girer. Halil dedemin kız kardeşi
kaçırılmıştır. Vuruşma esnasında karşı taraftan biri ölür. Ve devlet meseleye el
koyar. Halil dedem çok suçlu görülmez ki, sadece sürgün edilir. Önce
Hasankale’ye sonra da Korucuk köyüne yerleşir” alıntısıyla süren raporda, köyün
80 bin altına satıldığı anlatımına da yer verildi. Gülen’in dedelerini efsane haline
getirdiği ifade edilen raporda, bu konuda da, “Gülen ve ailesi mitolojik bir
efsanenin olağanüstü yeteneklerle mücehhez kahramanları gibi...” değerlendirmesi
yapılarak, kitleleri etkilemek için çarpıttığı ya da “Ben bir veliyim” demeye
getirdiği belirtildi. “Dedem Şamil Ağa sarığını Osman Gazi Hazretleri gibi sarardı”
anlatımı buna örnek verilirken, “Oysa Osman Gazi’nin değil sarığı, yüzünün şekli
bile meçhulken bu gibi müphem ifadeler olsa olsa arkasından gidenlere bir mesaj
niteliğinde değerlendirilebilir. Bu mesajla verilmek istenen de ‘ben veliyim’ olsa
gerek. Buna tasavvufta keramet derler. Oysa tasavvufta keramet göstermek çok
kerih görüldüğünden, hiçbir veliden kendi isteği ile keramet sadır olmaz” denildi.
Gülen’in geceleri gizli gizli Kuran öğrendiğini anlattığı, okulda “din düşmanı”
öğretmeninin karşı çıkmasına karşın sıranın üzerinde namaz kıldığı aktarılan
raporda, 1995 ‘te dağıtılan bir kitapta seyyid olduğunu ima etmeye çalıştığı
vurgulandı. Gülen’in bu kitapta, “Seyyid misiniz?” sorusuna, “Olabilir, öyle
114
diyorlar. Kesin bir şey söyleyemem” karşılığını verdiği anımsatılan raporda, “Bu
durum acaba bir kompleksin işareti mi? Yoksa geleceğe dönük bir planın parçası
mı? Acaba peygamber soyundan geliyor olsaydı, kayboldu dediği şecereyi bulmak
için çaba harcamaz mıydı?” denildi. Raporda, Adil Sönmez ve Nevval Sevindi’nin
kitaplarından da alıntılar yapılarak, “Üç Fethullah Gülen karakteri var” denildi.
Raporda bu karakterler de, “Olağanüstü görünme gayreti içindeki Fethullah Gülen,
hiçbir konuda öncü, lider, rehber olmak iddiası taşımayan Fethullah Gülen ve
bilim ve işadamları yetiştirmek isteyen Fethullah Gülen” diye sıralandı.
Raporda, Gülen’in tarikatçı olmadığını öne sürmesine karşın, tarikat için gerekli
“mürşid, cemaat, tarz, tarikat” adı biçimindeki dört unsuru da itiraf ettiğine dikkat
çekilerek, “Ben mürşidim diyor, cemaate paylaşım öneriyor, hedefleri var,
tarikatın adını da Kırık Mızrap adlı şiir kitabında ‘Şavk mezhebi yoldur bize’ diye
itiraf ediyor. Şavk’in anlamı Işık’tır” denildi. Gülen’in bir rüyasını anlatırken,
“Ben cehennemin önünde kollarımı açmış, sel gibi akan insanları durdurmaya
çalışıyorum. Vallahi bu cemaatten hiç kimse onların içinde yoktu” dediğine dikkat
çekilen raporda, şöyle denildi: “Cehenneme atılacaklar içinde cemaatinden
kimsenin olmadığını yeminle söylüyor. Oysa peygamberimiz gökteki yıldızlara
benzettiği sahabelerden ancak 10’una cenneti müjdeliyor. Fethullah Gülen kim?
Mürşit mi, müçtehit mi, yoksa bir dinin peygamberi mi?”
Raporda Işık Tarikatı konusunda da, “Tarikatın yapısı; imam, cemaat ve okuldur...
Dünyanın birçok yöresinde dalbudak salmış, tarikat sözcüğünün bile açıklamakta
yetersiz kalacağı bir yapılanma, teşkilatlanma ve ‘Nesli Cedid’ veya bir diğer ifade
ile ‘Altın Nesil’ yetiştirme gibi bir müphem iddia peşinde bir adam ve bunun yanı
sıra bir tarikat, bir teşkilat ve hatta bir cemaat olduklarını gizleme çabası içerisinde
olan insanlar durmaktadır” şu değerlendirmesi yapılarak şu değerlendirmeyle
bitirildi: “Türkiye sathını mücadele alanı olarak değerlendiren ve Cumhuriyet’i
yıkma, parçalama, en hafifinden temel niteliklerini değiştirme veya kendine göre
yön verme, ya da devlet içinde güç olma sevdasındaki bu gibi organize suç
yapılanmalarının dün olduğu gibi bugün de etkileyip, kullanmada ön planda
tuttuğu hedef kitlenin başında gençlerimizin gelmesi son derece düşündürücüdür.
...Fethullah Gülen’in, Cumhuriyet’in teminatı gençliğimize yönelip onlarla birlikte
ülkemizi çok tehlikeli maceralara sürükleyebileceği endişesi, bu incelemenin
değerlendirilmesi durumunda elde edilecek tek nihai sonuç olacaktır...”
Kaybedilen soruşturma dosyası
Telekulak soruşturmasıyla ilgili haklarında soruşturma açılanlar o dönem
Emniyetteki Fethullahçı kadrolaşmayı “mercek altına aldıkları için” Telekulak
skandalının sızdırıldığını öne sürüyordu. İyice kızışan kavganın tarafları bundan
böyle ellerinde ne varsa basına sızdıracaktı. Bunlardan birisi de Fethullahçıların
115
Emniyet içinde nasıl çalıştıklarını ve organize olduğunu göstermesi bakımından
faydalı olacak bir bilgiydi aslında.
Emniyetteki Fethullahçılık soruşturmasını yürüten Osman Ak ve ekibi incelemeleri
sırasında geçmiş dönemde Akademiden sicil puanı düşürülerek atılan R.Y.’nin
şikâyeti üzerine yapılan soruşturma dosyasından da faydalanmak istemişti.
Amaçları bu soruşturmada isimleri belirlenen cemaat bağlantılı polislerin kim
olduğu ve hala görevde olup olmadıklarını kontrol etmek ve hazırlayacakları
Fethullahçılar listesine eklemektir. Ancak dosyanın tamamını bulmaları mümkün
olmaz. Birileri dosyayı Emniyet arşivlerinden yok etmiştir. Konuyla ilgili 1992
yılında Ankara DGM Başsavcılığı’na fezleke gönderildiği anımsanır ve dosyalar
nihayet bulunur. Konuyla ilgili haber gazeteci Saygı Öztürk’ün imzasıyla o dönem
çalıştığı Star gazetesinde “İşte Kayıp Liste” manşetiyle yayımlanır.71
Haberde Fethullah Gülen’in yıllardır Emniyet’te gizli bir örgütlenme yürüttüğü
ancak bu konuya ilişkin kim çalışma yürütürse başının yandığı anlatılıyordu.
Öztürk bu iddiasını o günlerde yürütülen Fethullahçılar soruşturmasının başında
bulunan ekibe yönelik “Telekulak” soruşturmasını ve İstihbarat Dairesi içinde bu
çalışma içinde yer alan Başkan Yardımcısı Âdem Demir’in, Türkbank’ın satışıyla
ilgili patlak veren Korkmaz Yiğit ile Alaattin Çakıcı arasındaki skandal telefon
konuşmalarının kasetini CHP’li Fikri Sağlar’a sızdırmak suçlamasıyla görevden
alınmasını örnekleyerek verir. Haber şöyledir:
“…Emniyet içinde büyük bir güç odağı haline gelen Fethullahçı grupların, daha
önce hazırlanan ‘Fethullahçı Emniyet Mensupları Listesi’ni ‘yok ettikleri’ ortaya
çıktı. Fethullahçılarla ilgili çalışma yürüten personelin ise atılan ‘iftiralar’ sonucu
birer birer pasif görevlere çekilmesi dikkat çekti. Ankara Emniyeti’nde Fethullahçı
gruplarla ilgili çalışmayı yürütenler ‘telefonları dinliyor’ gerekçesiyle açığa
alınırken, aynı konuda çalışma yürüten Başkomiserlerden Mehmet Çorum Sinop’a,
Aydın Ergül Ardahan’a, Aydın Batu Giresun’a, Mehmet Aslan Osmaniye’ye geçici
görevli gönderildi. Fethullahçı kadrolaşma konusunda çalışma yapan personelden
sorumlu İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı Adem Demir ise, Türkbank’ın
satışıyla ilgili olarak işadamı Korkmaz Yiğit ile Baba Alaattin Çakıcı arasındaki
telefon konuşmaları kasetini CHP’li Fikri Sağlar’a sızdırdığı bilgisinin dönemin
Başbakanı Mesut Yılmaz’a bildirilmesi üzerine bu görevden alındı. Demir, Star’a
‘Hiçbir ilgim olmamasına rağmen kaset olayı benim üzerime yıkıldı. Ne zaman ‘bu
sümüklü hocanın peşinden gidiyorsunuz?’ sözü ağzımdan çıktı, ondan sonra
olanlar oldu, dedi.
Emniyet içinde ‘Fethullahçı kadrolaşma’ ile ilgili olarak 1992 yılında başlatılan
soruşturma kapsamında, Emniyet içindeki ‘Fethullahçı kadro’larla ilgili olarak
hazırlanan listenin kayıp olduğu ortaya çıktı. Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün
71 Star Gazetesi, 21 Haziran 1999
116
çalışması sırasında aranan liste, ne Ankara Emniyeti’nde ne de İstihbarat
Dairesi’nde bulunabildi. Uzun süren bir çalışma sonucu hazırlanan listenin izine
Ankara DGM’de rastlanıldı. Arşivden çıkarılan dosya güncelleştirildi. Üst
makamlara sunulan dosyada, İstihbarat Dairesi tarafından ‘incelenmesi’ için
Ankara Emniyeti’ne gönderilenler üzerinde yapılan çalışma ile 1992 yılındaki
listenin de bulunduğu, ayrıca üzerinde çalışma yapılanlarla ilgili de ‘önbilgi’
verildiği öğrenildi. Fethullahçılarla ilgili 1992 yılında soruşturmayı yürüten Polis
Başmüfettişleri Dr. Nihat Dündar ile İzzet Sezgin Şenel’i yıldırmak için de
soruşturma aşamasında ciddi komplolara girişildiği ortaya çıktı. Müfettişlerin
soruşturma raporunu ‘yanlı’ hazırladıkları gerekçesiyle haklarında Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulduğu, daha sonra
soruşturmayı yapan müfettişlerle ilgili soruşturma açıldığı ve bu soruşturma
sonucu iki müfettişin ‘tarafsız’ bir biçimde dosyayı hazırladıkları yolunda rapor
düzenlendi. Emniyet arşivinde bulunamayan listede yer alanların bir kısmının
halen etkili görevlerde bulunduğu bildirildi. Bunlar arasında Prof. Dr. A. Ş.’ın72
Refahyol Hükûmeti döneminde Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevine
getirildiği bildirildi. Listede yer alan S. T.’nun halen Şanlıurfa Emniyet Müdürü, A.
T.’in Yozgat Emniyet Müdür Yardımcılığı, M. B.’ın Fransa’da emniyet irtibat
görevlisi olduğu, M. K.’ın Terör Şubesi’nde grup amiri, M.Ç.’in Asayiş Şubesi’nde,
Y. Ç.’nın ise İstihbarat Dairesi’nde özel kalemde görevli olduğu öğrenildi. Ankara
Emniyet Müdürlüğü’nün İstihbarat Dairesi’ne gönderdiği yazıda Fethullahçı 6
kişinin kilit görevlerde bulunduğuna dikkat çekildiği bildirildi. Ünlü
istihbaratçılardan Âdem Demir de Fethullahçı grubun komplolarının kurbanı
oldu... İstihbarat Dairesi’ndeki Fethullahçı gruplarla ilgili çalışma yaptığı bir
dönemde, ‘kaset sızdırılması’ ile ilgili olarak görevinden alınan Âdem Demir’in,
görevinden niçin alındığına ilişkin yazısının gerekçesinde ise bu belirtilmedi.
Demir’in uzaklaştırılmasıyla 4 bin personeli bulunan İstihbarat Dairesi içindeki
Fethullahçı gruplara yönelik çalışma da yarım kaldı.”
Kritik görevlerde tutulmaları sakıncalı emniyetçiler
Haber üzerine açılan bu yeni soruşturmanın raporu, Ergenekon davasının ilk
iddianamesinin ek delil klasörleri arasında bulunuyordu. Ergenekon sanıklarından
Ergün Poyraz’da ele geçirilenlerin yer aldığı 41 numaralı ek delil klasöründe yer
alan soruşturma raporunun altında Mülkiye Müfettişleri Refik Ali Uçarcı, Mithat
Dumanlı, Candan Eren ve İlhan Aydın Erbul’un imzaları bulunuyordu. 1992
72 10 Kasım 1996′da “inancımıza saygı duyulmadığı bir dönemde, içim kan ağlayarak bugünkü törenlere katıldım”
sözleriyle ünlenen Kayseri Eski Belediye Başkanı Refah Partili Şükrü Karatepe hakkında DGM’nin bilirkişi olarak
atadığı Prof. Dr. A. Ş., Karatepe’yi aklayan bir rapora imza atanlar arasındaydı.
117
yılında Ankara DGM’ye gönderilen fezlekelerle ilgili takipsizlik kararı
verilmesinin yanlış olduğu da belirtilen 19 Temmuz 1999 tarihli raporda sicil affına
dayanılarak zanlılar hakkında idari ceza verilmemesinin de doğru olmadığı
vurgulanıyor. Sicil affıyla sözkonusu personelin şikâyeti arasında 53 günlük fark
olduğunu belirten müfettişler, bu kararı veren Yüksek Disiplin Kurulu üyeleri
hakkında açılması gereken soruşturmanın da zaman aşımına girdiği tespitinde
bulunuyor.
Sözkonusu rapor, haklarında 1992’de soruşturma açılan ve hukuka aykırı biçimde
adli ve idare ceza almaktan kurtulan bazıları Polis Akademisi’nde görevli öğretim
üyelerinin de aralarında bulunduğu 88 emniyet personelinin tamamı hakkında bir
araştırma ve değerlendirme yapma imkânı bulunmadığı ancak kritik mevkilerde
bulunanların 1999’da hangi görevlerde olduğunu anlatarak başlıyor. İ.Y.T., A.Ş.,
R.F., B.C., A.E., A.K., H.İ.O, R.K.’nin Polis Akademisinde öğretim üyesi A.T.’nin
de yine akademide emniyet amiri olduğu belirtilen raporda diğer görevliler de şöyle
sıralandı:
C.M.: KOM Daire Başkanlığında, Araştırma ve Değerlendirme Şube Müdür
Yardımcısı,
Ö.Ç.: Sivas Emniyet Müdürlüğünde görevli iken KOM Daire Başkanlığı emrine
atanan komiser.
Y.K.: Mardin Emniyet Müdürlüğünde görevli iken KOM Daire Başkanlığına
atanan komiser.
M.Z.A.: KOM Daire Başkanlığı Narkotik Şube Müdürlüğü İstatistik Büro
amirliğinde görevli komiser.
N.Y.: Terörle Mücadele ve Harekât Daire Başkanlığında (TEMÜH) görevli iken
Hatay Emniyet Müdürlüğüne atanan emniyet amiri.
S.G.: TEMÜH Sağ Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, İrticai Faaliyetler Büro
Amiri olarak görevli başkomiser.
İ.L.: TEMÜH Psikolojik Harekât Şube Müdürlüğü Araştırma ve Koordinasyon
Büro Amirliğinde görevli komiser.
R.K.: TEMÜH kadrosunda Genel Müdür konut korumada görevli komiser.
A.Y: Özel Harekât Dairesi Başkanlığı kadrosunda olup halen Makedonya Üsküp’te
misyon korumasında görevli komiser.
O.Ö.: Asayiş Daire Başkanlığında Ruhsat İşleri Av Sporları ve İthal Silahlar Büro
Amiri olarak görevli komiser.
Raporda, geçmiş soruşturmada adı geçen bu rütbeli Emniyetçilerle ilgili, “İsnat
edilen suçun suçun vahameti ve bunun soruşturma dosyasındaki tanık ve
müracaatçı ifadelerine göre sübuta erdiğine ilişkin polis başmüfettişinin tespit
ettiği bu personelin mensup oldukları örgütlenme ile ilgili olarak son zamanlarda
kamuoyunda ortaya atılan ve tartışılan iddialar dikkate alındığında bu personelin
halen bulundukları kritik görevlerde tutulmaları sakıncalıdır” denildi.
118
Müfettişler hukuksuzluğu tespit etti
1999 raporunda, polis müfettişlerinin 1992’deki fezlekelerinde adları geçen
emniyet personeline yöneltilen Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 1. Maddesi
uyarınca, “TC anayasasında belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki,
sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirme Türkiye devletinin ve Cumhuriyetinin
varlığını tehlikeye düşürmek” ve “Görevlerini yerine getirirken siyasi düşünce,
felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı yapmak, emniyet mensupları arasında bu yola
ayrım yapıcı tutum ve davranışlarda bulunmak” suçlamalarının tanık beyanları ile
sabit olduğunun anlaşıldığı belirtilerek adli yönden Ankara DGM’ye suç
duyurusunda bulunulduğu, idari yönden de Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü’nün
8/1. Maddesine göre soruşturma açılması gerektiğinin belirtildiği anlatıldı. Ancak
fezlekelerle ilgili Ankara DGM’nin 14 Ekim 1992 tarih ve 92/10439 sayılı
kararında 163. Maddenin kaldırılmasından yola çıkarak takipsizlik verdiği
anımsatılarak, “...Müfettişin adli yönden işlem teklifinde ‘Ankara Emniyet
Müdürlüğünce yapılacak operasyonlar sonrasında fiil ve davranışlarına uyan
TMK’ye göre suç duyurusunda bulunulması’ talep edilmektedir... Yukarıda da
belirtildiği gibi Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığı konuyu dar kapsamlı olarak
ve fezlekede talep eden hususa hiç değinmeden sadece 3713 sayılı kanunun 23.
maddesi ile TCK’nin 163. Maddesinin yürürlükten kaldırıldığı ve bu nedenle
ortada suç olmadığından bahisle takipsizlik kararı tesis etmiştir. Kanaatimizce
DGM Cumhuriyet Başsavcılığı kendisine intikal eden fezlekede talep edildiği üzere
konuyu 3713 sayılı TMK çerçevesinde ele alıp soruşturmasını bu çerçevede
tamamladıktan sonra yapılacak işlem konusundaki kararını 3713 sayılı kanunun 1.
maddesi hükmünü esas alarak tesis etmesi gerekirdi. Şayet bu düşünce ile hareket
edilmiş olsa idi belki de yapılacak operasyonlar sonucu hem adı geçen şahıslar,
hem de mensup oldukları iddia edilen örgütsel faaliyetin amaç ve stratejisi
hakkında bilgi toplamak mümkün olur ve bugün dahi devam eden iddia ve
soruşturmalar ortadan kaldırılmış olurdu. Bu açıdan bakıldığında yapılan
işlemlerin eksik ve yetersiz olduğu kanaatine varılmıştır” denildi.
Müfettişler raporlarında Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığının aynı konuyla
ilgili yapılan ikinci suç duyurusuyla ilgili de14 Ekim 1992 tarihli bir önceki kararı
anımsatarak 20 Mart 1998’de yeniden takipsizlik kararı verdiğini belirtti.
Müfettişler, verilen her iki takipsizlik kararının da öne sürülen suç bağlamında bir
illegal faaliyetin olup olmadığının araştırılması ve onun sonucuna göre karar
verilme niteliğini taşımadığını vurguladıkları raporlarında idari yönden yapılan
işlemleri de değerlendirme konusu yaptı. 7 Eylül 1992’de Personel Daire
Başkanlığının fezlekeli tahkikat evrakının disiplin yönünden gereği yapılmak üzere
Hukuk Müşavirliğine gönderildiği ve EGM Yüksek Disiplin Kurulunun da 7 Ocak
119
1993 tarihinde karar verdiği belirtildi. Raporda Yüksek Disiplin Kurulu’nun,
“Sanık Emniyet mensupları hakkındaki suçlamalar 18 Haziran 1992 tarihinde kabul
edilip 7 Temmuz 1992 tarihinde yürürlüğe giren 3817 sayılı Disiplin Cezalarının
Affına İlişkin Kanunun 1. maddesiyle af edildiğinden dosyanın işlemden
kaldırılmasına oy birliğiyle karar verilmiştir” denildiği belirtilerek yanlış yapıldığı
şöyle anlatıldı: “Karara mesnet teşkil eden 3817 sayıl kanunun 1. maddesinde, ‘Bu
kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenmiş devletin şahsiyetine karşı... suçlar
hariç olmak üzere kanun, tüzük ve yönetmelikler gereğince memurlar ve diğer
kamu görevlileriyle, bu görevlerde bulunmuş olanlar hakkında verilmiş disiplin
cezaları bütün sonuçları ile af edilmiştir. Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce
işlenen ve af kapsamına giren disiplin cezalarının verilmesini gerektiren fiillerden
dolayı ilgililer hakkında disiplin soruşturma ve kovuşturması yapılmaz, devam
etmekte olan disiplin soruşturma ve kovuşturmaları işlemden kaldırılır, kesinleşmiş
olan disiplin cezaları infaz edilmez’ hükmünün getirildiği görülmektedir.
Buradan da anlaşılacağı üzere Disiplin Cezalarının Affına İlişkin Kanun, devletin
şahsiyetine karşı işlenmiş suçları af kanunu kapsamı dışında bırakmıştır. Polis
başmüfettişinin düzenlediği fezlekenin tarihi 28 Ağustos 1992’dir. Hem 3713 sayılı
TMK’nin hem de 3817 sayılı Disiplin Cezalarının Affına İlişkin Kanunun tarihi bu
rapor tarihinden öncedir. Buna karşın polis başmüfettişi hem TCK 163.
Maddesinin yürürlükten kaldırılmış olduğunu hem de Disiplin Cezalarının Affına
İlişkin Kanunun yürürlüğe girdiğini bilerek fezlekesinin sonuç bölümünü
düzenlediği, getirdiği tekliften anlaşılmaktadır.
Gerçekten de fezlekenin netice ve kanaat bölümünün (a) fıkrasında ilgililer
hakkında TMK’nin 1. maddesinde tanımlanan suçu işlediklerinin sabit olduğundan
bahisle bu çerçevede işlem yapılmasını teklif ederken diğer taraftan da (b)
fıkrasında adları geçen görevlilerin görevlerini yerine getirirken, ‘Siyasi düşünce,
felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı yapmak, Emniyet mensupları arasında bu yolla
ayrım yapıcı tutum ve davranışta bulunduklarının’ sübuta erdiğini ifade etmek
suretiyle oluşan disiplin suçunun devletin şahsiyetine karşı işlenen suç niteliği
taşıdığını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Yapılan incelemede disiplin cezasının
zamanaşımı süresinin de dolmamış olduğu görülmektedir.
Bu nedenle EGM Yüksek Disiplin Kurulunun yapılan teklif çerçevesinde Emniyet
Örgütü Disiplin Tüzüğü’nün 8/1. maddesi hükmü gereğince ilgililerhakkında lehte
veya aleyhte bir karar oluşturması gerekirdi. Yüksek Disiplin Kurulunun bu konuyu
af kapsamı içinde değerlendirmek suretiyle hassas olan bu konuda bir karar
oluşturmaktan kaçındığı kanaatine varılmıştır.
Diğer taraftan verilecek karar için ilgililerin idari yargı mercileri nezdinde
haklarını arama imkânı bulunduğu değerlendirildiğinde ise Yüksek Disiplin
Kurulunun müfettişin fezlekesinde ki teklifi tartışmaya açmak suretiyle ya suçlanan
kişilerin suçlarının sabitliğine ya da iddiaların sübuta ermediğini tespit ve teyid
120
etmesi gerekirdi. Yüksek Disiplin Kurulunun böyle bir karar alması aslında yasal
görevi yerine getirmemiş olmasından dolayı soruşturmayı gerektirir nitelikte
olmasına karşılık zamanaşımı süresi dolduğundan hali hazırda yapılacak işlem
bulunmamaktadır.”73
Polis Yüksek Öğretim Kanunu değişsin teklifi
Müfettişlerin DGM ve Emniyet Yüksek Disipin Kurulunun aldığı kararların,
suçlananların cesaretlenmelerine ve soruşturmayı yürüten müfettişlerin haklarında
suçlama getirmelerine yol açtığını belirttikleri raporda, “Hatta daha ileri giderek o
tarihteki Polis Akademisi Başkanı ve Eğitim Dairesi Başkanı hakkında da polis
başmüfettişlerince yapılan soruşturmada sanık konumunda olan Akademi öğretim
görevlilerince çeşitli isnatlarda bulunulması imkânı tanınmıştır. Bu nedenle
soruşturma açılmasını sağlayan ve soruşturmayı yapanlar hakkında EGM inceleme
yapmak durumunda kalmış, kişilerin suçlamaların tahkik etmiştir. Bu bile yapılan
tahkikatın yürütülmesine yönelik ilerideki aşamalar için bir engellemenin
doğmasını sağlamış, konunun o gün bitirilememiş olmasından kaynaklanarak bu
gün dahi itham ve spekülasyon konusu olmasına neden olmuştur.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığı altında o tarihte haklarında soruşturma
yapılan personelin tamamı hakkında müfettişliğimizin bu günkü görev onayları
doğrultusunda bir araştırma ve değerlendirme yapma imkânı bulunmamaktadır.
Ancak müfettişliğimizin denetim görevi ifa ettiği birimlerde hali hazırda Emniyet
personeli olarak çalışan rütbeli personele isnat edilen suçun vahameti ve bunun
soruşturma dosyasındaki tanık ve müracaatçı ifadelerine göre sübuta erdiğinde
ilişkin polis başmüfettişinin tespit ettiği bu personelin mensup oldukları örgütlenme
ile ilgili olarak son zamanlarda kamuoyunda ortaya atılan ve tartışılan iddialar
dikkate alındığında bu personelin halen bulundukları kritik görevlerde tutulmaları
her yönden sakıncalı olacaktır” denildi.
Aynı soruşturma kapsamı içinde yer alan Polis Akademisi öğretim görevlilerinin,
3087 sayılı Polis Yüksek Öğretim Kanununun 33. Maddesi (b) fıkrası (3) bendi
uyarınca, “Kadrolu öğretim üyeleri grubunda yer alan personelin istekleri
olmadıkça Polis Akademisi dışındaki bir görevde istihdam edilemezler” hükmü
nedeniyle Akademideki öğretim görevlerine devam ettiklerinin de belirlendiği
vurgulanan raporda, “Bu bağlamda ileride doğabilecek benzeri sorunların
yaşanmaması ve aynı faaliyetlerin devamına meydan verilmesini önlemek
maksadına matuf olarak 3087 sayılı kanunun ilgili maddesindeki söz konusu bent
hükmünün değiştirilmesi zorunluluğu vardır” denildi.
73 Bkz. sayfa 39-40
121
Saral’ların Fethullahçılar soruşturmasının akıbeti
Fethullah Gülen hakkında, “Laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara
dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda
faaliyetlerde bulunmak” suçlamasıyla açılan davanın görüldüğü Ankara 2 Nolu
DGM Savcılığı 24 Aralık 2001’de EGM’ye gönderdiği bir yazıda Teftiş Kurulu
Başkanlığı’nın Aydınlık dergisinde yer alan iddialarla ilgili Cevdet Saral’ın Ankara
Emniyet Müdürü olduğu dönemde Osman Ak ve ekibi tarafından başlatılan
soruşturmanın raporunu istiyordu. Bunun üzerine EGM, Aydınlık dergisindeki
haberin ardından başlatılan Haziran 1999’da sonuçlanan İnceleme Raporu ile o
tarihte halen sürmekte olan soruşturmanın geldiği aşamayı anlatan bir yazıyı
Ankara 2 Nolu DGM’ye gönderdi. Buna göre, Aydınlık’taki haberlerden yola
çıkarak toplam 85 Fethullahçı emniyet personelinin, Personel Daire Başkanlığı ile
Polis Eğitim ve Öğretim Kurumlarında görev yaptıkları iddialarının araştırıldığı
99.60 sayılı inceleme raporunda, “Aydınlık dergisinde çıkan ve ihbar dilekçesinde
isimleri geçen 85 personelden 10 personelin Fethullah Gülen cemaati ile ilgilerinin
bulunmadıkları, iİddialara ilişkin olarak Müfettişliğimizce yapılan çalışma
sırasında söz konusu cemaate mensup oldukları iddia olunan personelin çoğunun
vasıflı, çalışkan ve amirleri tarafından vazgeçilmez eleman oldukları, 85
Personelden bazılarının Fethullah Hoca Cemaati oldukları yolunda tespitlerin
yapıldığı ve bahse konu cemaatin uzun süreden beri Polis Akademisi, Polis Koleji,
Polis Okulları ve bazı merkez birimlerinde yapılanmaya gittikleri kanısına
varıldığı” belirtiliyordu.
İnceleme raporunda ayrıca müfettişlerin talebi üzerine Ankara Emniyet
Müdürlüğü’nün yapmış olduğu çalışma sonucunda da ihbar dilekçesinde yer alan
85 kişinin yanı sıra 132, 262 ve 6 kişilik toplam 400 personelin isim listeleri ile 74
personele ait değerlendirme raporlarının da gönderildiği ve Fethullah Hoca
Cemaatine mensup oldukları belirtildiği de anlatıldı.
İnceleme raporunda, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün yaptığı çalışmalarda,
(Fethullah Gülen cemaatine) mensup Emniyet personelinin toplantı yaptıkları 10
adet ev ile bu evlerde toplantıya katılanların kimliklerinin tespit edilerek
gönderildiği belirtilerek, “Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün tespitlerinde de
belirtildiği üzere, Fethullah Gülen ve cemaatinin çok iyi organize olmaları ve
takiye kurallarını mükemmel şekilde uygulamaları sonucu teşkilâtımız içerisindeki
personelin cemaat elemanı olup olmadığının tespiti ve bunların delillendirilmesinin
güç olduğu anlaşılmıştır. Bu sebeple sözkonusu cemaat elemanları oldukları
kanısına varılan ve tarafımızca tespit edilenler ile Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün
yaptığı çalışmalar sonucu tespit olunan Fethullah Gülen cemaatine mensup teşkilât
elemanlarımızın toplantı yaptıkları yerler ile buralarda toplantıya katılan
personele ilişkin cezai müeyyide uygulamasını mümkün kılacak adli ve idari
122
soruşturma aşamasına geçebilmek için uygulama birimlerince teknik çalışma
(izleme, operasyon vs.) yapılması sonucu elde edilecek delillere göre tahkikatın
yürütülmesinin daha sağlıklı olacağı ve Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün bu konuya
ilişkin yapmış olduğu çalışmalarının sürdürülmesinde ve bu hususta yurt genelinde
yapılacak çalışmaların İDB’ce koordine edilmesinde ve belirtilen çalışmalara
işlerlik kazandırılmasında yarar görümektedir” denildi.
3 yılda bitirilemeyen soruşturma
Ankara 2 Nolu DGM’ye gönderilen yazıda göre polis müfettişlerinin inceleme
raporunun ardından Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın açtığı soruşturmanın da halen
devam ettiği belirtiliyordu. Yani Ocak 1999’da açılan bir soruşturma neredeyse 3
yıl geçmesine karşın halen bitirilememişti. EGM’nin yazısında bitirilemeyen bu
soruşturmaya ilişkin, görevli Mülkiye Başmüfettişleri tarafından düzenlenen 30.
Aralık 1999 tarihli 48/32 ve 3/81 sayılı inceleme ve soruşturma raporunda yer alan
tespitlerin DGM’ye gönderilmesiyle yetinildi. Buna göre, ilk inceleme raporunda
ismi yer alan personelden 40’ı ile yukarıda bahsettiğimiz 1992’de yürütülen
soruşturmada da adları bulunan 65 Emniyetçinin Fethullah Gülen cemaati ile
ilişkileri olduğu ya da sempati duydukları kanaatine varıldığı belirtiliyordu.
DGM’ye gönderilen yazıda ayrıca müfettişlerin, “Öncelikle Emniyet Teşkilâtının
Personel, İstihbarat ve Eğitim Kurumları gibi hassas birimlerinde istihdamlarının
önlenmesi, sözkonusu personelin durumlarının tam olarak tespiti ve ayrıca adli ve
idari soruşturma açılması için uygulama birimlerince operasyonel faaliyetlerin
icra edilmesinin, teknik izleme çalışmalarının yürütülmesinin ve tüm bunların
sonucunda elde edilecek deliller çerçevesinde işlem yapılmasının gerektiği”
yolunda görüş belirtmeleri üzerine, gerekli işlemlerin yapılması amacıyla ilgili
birimlere bilgi verildiği anlatılarak çalışmaların halen sürdüğü yazıyordu.
Emniyet Genel Müdürlüğü Ankara 2 Nolu DGM’den konunun gizli kalması
gerektiğini de şu nedenle istiyordu: “Bahse konu Polis Başmüfettişi Ahmet Saraç ve
arkadaşları tarafından düzenlenen 22.06.1999 gün ve (126) 99/60 sayılı inceleme
raporu ve eklerinin, bu konularla ilgili olarak halen devam etmekte olan ‘Çok
Gizli’ gizlilik dereceli çalışmalara ait olması, bu çalışmaların teşkilât personeline
yönelik olması, bu bilgilerin herhangi bir şekilde kamuoyuna yansıması halinde bu
çalışmaların zarar göreceği, kurumumuzun yıpratılacağı, ayrıca bu konuda
hakkında inceleme ve araştırma yapılan personele ilişkin iddiaların asılsız çıkması
halinde, personelin manevi şahsiyetinin zedeleneceği ve kurum aleyhine dava açma
hakkı kazanacağı düşünülmektedir. Konunun bu kapsamda değerlendirilerek, bu
bilgilerin gizliliğinin korunmasını ve verilen bilgilerin yetersiz olması halinde ek
bilgilerin verilebileceği hususunu takdirlerinize arz ederim.”
123
Emniyet içindeki Fethullahçılık soruşturmasını yürütürken bir anda Telekulak
soruşturmasıyla haklarında dava açılan 38 emniyetçiden biri olan Osman Ak
duruşmalarda, “Bu soruşturma, sonunda soruşturanın soruşturulmasına
dönüşmüştür. Fethullahçı olduğuna inandığım meslektaşlarım şu anda önemli
görevlerde. Bizden sonra Fethullahçılık soruşturmanın örtbas edildiği
kanaatindeyim” diyordu. Emniyetteki Fethullahçı örgütlenme soruşturmasının 3.
yılını doldururken halen bitiril(e)memiş olması da Osman Ak’ın, “Bizden sonra
Fethullahçılık soruşturmanın örtbas edildiği kanaatindeyim” iddiasını haklı
çıkarıyordu. EGM’nin, Ankara 2 Nolu DGM’ye gönderdiği yazısında,
soruşturmanın bitirilememesi bir yana çok düşündürücü başka bulgular da vardı
aslında. Her şeyden önce, “İlk inceleme raporunda ismi yer alan personelden 40’ı
ile 1992’de yürütülen soruşturmada da adları bulunan 65 Emniyetçinin Fethullah
Gülen cemaati ile ilişkileri olduğu ya da sempati duydukları kanaatine varıldığı”
denilerek Emniyet Teşkilâtı içinde Fethullahçı adıyla bilinen yasadışı bir
kadrolaşmanın olduğu resmen kabul edilmiş oluyordu. Ama bir yandan da,
“İddialara ilişkin olarak Müfettişliğimizce yapılan çalışma sırasında söz konusu
cemaate mensup oldukları iddia olunan personelin çoğunun vasıflı, çalışkan ve
amirleri tarafından vazgeçilmez eleman olduklarından bahsedilmektedir”
denilmesi cemaatçi personelin korunduğunun da kanıtıydı. Ergenekon
soruşturmalarında ne cevval olduğu ortaya çıkan polis teşkilatının konu kendi
personelini hem de Fethullahçı oldukları öne sürülenleri soruşturmaya geldiğinde
trajikomik bir şekilde basiretleri bağlanıyordu. DGM’ye gönderilen yazıda,
“Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün tespitlerinde de belirtildiği üzere, Fethullah
Gülen ve cemaatinin çok iyi organize olmaları ve takiye kurallarını mükemmel
şekilde uygulamaları sonucu teşkilâtımız içerisindeki personelin cemaat elemanı
olup olmadığının tespiti ve bunların delillendirilmesinin güç olduğu anlaşılmıştır”
denildiğini gören savcılar da sanırız ki bir cemaatin değil de bir ülkenin istihbarat
birimlerinin araştırıldığını düşünmüş olmalılar.74
Saral ve ekibine ne yetki ne görev verilmiş
Saral ve ekibinin başlattığı soruşturma henüz bimemişti ama konuyla ilgili bir
inceleme raporu ortaya çıkmıştı. Bu belgede yine Ergenekon’un ilk iddianamesinin,
Ergun Poyraz’la ilgili delil klasörlerinin içinde yer alıyordu. Polis Başmüfettişleri
Ahmet Saraç, Mustafa Maktav ve Özgül Ezer’in imzasını taşıyan raporda
incelemenin Aydınlık dergisinde 10 Ocak 1999’da yayımlanan haberin yanı sıra
aynı iddiaları içeren bir ihbar mektubunun da Teftiş Kurulu Başkanlığı’na
gönderilmesi üzerine başlatıldığı belirtiliyordu. Söz konusu iddiaların yanı sıra
74 Necip Hablemitoğlu’nun Köstebek isimli kitabından yararlanılmıştır
124
Saral ve ekibinin yürüttüğü incelemeler sonucu isimleri belirlenen 528 personelin
Fethullah Gülen cemaatiyle ilişkisi olduğuna yönelik iddiaların da incelenip
araştırıldığı belirtilen raporun sonuç bölümünde suçlanacak kimse olmadığı
belirtilerek Emniyet içinde Fethullahçı bir örgütlenmenin olmadığı kanaatine
varıldığı vurgulanıyordu: “Yapılan soruşturmalar neticesinde iddiaları teyit edici
somut bir gelişme kaydedilememiş, ismi geçen personele ve Fethullah Gülen
grubuna yönelik tüm istihbarat metot ve teknikleri kullanılmak suretiyle yaptırılan
özel tahkikatlar çerçevesinde emniyet teşkilatı içerisinde Fethullahçı bir örgütlenme
ve yapılanmanın olduğuna ilişkin herhangi bir tespit yapılamamıştır.” Raporda
Cevdet Saral ve Osman Ak ile görevlendirdiği ekibin, yetkili makamlar tarafından
emir ve yetki verilmediği halde kendi başlarına inceleme ve soruşturma yürüttüğü
belirtilerek, “Yürütülen çalışmanın dosya içeriğinde hukuken geçerli olabilecek
delil niteliğinde hiçbir belge ve dokümana da rastlanılmamıştır” denildi. Saral ve
Ak’ın yanı sıra çalışmayı yürüten Ersan Dalman, Zafer Aktaş ve bu raporun
hazırlanmasında kusurlu olarak görev alan diğer personel hakkında da adli ve idari
yönden soruşturma açılıp ceza verildiği de anlatıldı.
Rapora göre, konuyla ilgili incelemelerde Emniyet Müdürlüğü Daire Başkanlıkları,
İl Emniyet Müdürlükleri, Polis Akademisi, Polis Koleji ile Polis Meslek
Yüksekokulları, Koruma Müdürlükleri ve Polisevi Müdürlüğü mercek altına
alınmıştı. Aydınlık dergisinde çıkan haber ve Teftiş Kurulu Başkanlığı’na
gönderilen aynı içerikteki ihbar mektubuna göre isimleri belirlenen 62’si Ankara’da
kalanı çeşitli illerde görevli 82 Emniyet mensubu hakkında İDB ve bağlı il
İstihbarat Şube Müdürlüklerince de araştırma yapıldığı anlatılan raporda,
“Ankara’da görevli olanlardan 10’u ile diğer illerde görevli 20 Emniyet
mensubunun Fethullah Gülen cemaatiyle bağlantılarının bulunamadığı tespit
edildi” denildi. Raporda, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün diğer 52 personelle ilgili
herhangi bir bilgi verilmediği belirtilerek, sözkonusu isimlerin dışında kalan ve 132
emniyet personelini kapsayan bir listeyi daha Teftiş Kurulu Başkanlığı’na
gönderdiği de vurgulandı.
528 polis soruşturuldu sadece 14’ü şüpheli çıktı
Raporda, daha önce açılmış başka soruşturmalara ilişkin bilgi, belge ve raporlardan
faydalanıldığı belirtilerek Emniyetin çeşitli birimlerinde görevli toplam 528 kişilik
listede bulunan personelin incelemeye tabu tutulduğu belirtilerek, “Listede yer alan
personel hakkında Fethullah Gülen cemaatiyle ilgilerinin olup olmadığına ilişkin
İDB’nın yaptırdığı tahkikat sonunda A.K., A.O.K., B.E., C.B., F.S., H.B.E., K.K.,
M.T., R.S., S.T., S.E., T.N.Ç., T.T., ve Y.A. isimli 14 personel hakkında somut
tespitler yapılamamış olmakla birlikte Fethullah Gülen cemaati veya dini gruplarla
ilişkili olabilecekleri şeklinde değerlendirmelerde bulunulmuş, kalan 514’ü
125
hakkında ise Fethullah Gülen cemaati ile irtibatlı olduklarına dair herhangi bir
tespit yapılamadığı, bunlar arasında bir kısmının dindar yapıda olmakla birlikte
herhangi bir oluşuma eğilimli olmadıkları, bir kısmının sosyal demokrat düşünce
yapısına sahip oldukları, bir kısmının ise süfli bir yaşam sergilediği şeklinde
değerlendirilen bilgilerin 24 Kasım 1999 gün ve 15853 sayılı yazı ile Mülkiye
Müfettişliğine bildirilmiştir” denildi.
Raporda, Ankara İstihbarat Şube Müdürlüğü’nce hazırlanan 132 kişilik listede adı
geçen bazı üst düzey rütbeli Emniyet personelinin, bu çalışmayı yürüten Cevdet
Saral, Osman Ak, Ersan Dalman, Zafer Aktaş ve kusurlu olarak görev alan diğer
personel hakkında, “Görevli olmadıkları halde, görevlerini kötüye kullanarak kin
ve garezen hakkında kasıtlı olarak yapılan yalan yanlış bilgilerle Fethullahçı
diyerek rapor tanzim edip, makama yazı yazmak suretiyle iftira etmek”
suçlamasıyla haklarında adli ve idari soruşturma açılması için şikâyetçi oldukları da
belirtildi.
Raporda, bu şikâyet üzerine açılan soruşturma sonunda, görevlendirilen Polis
Başmüfettişleri Hasan Eryılmaz ve Selim Akyıldız tarafından düzenlenen 24 Nisan
2000 gün ve 2000/22 sayılı fezlekeli tahkikat evrakında şunların yazdığı belirtildi:
“Yetkili makamlarca müştekiler için Ankara Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube
Müdürlüğü’ne verilmiş bir araştırma emri bulunmamaktadır. Fethullahçı olduğu
iddia edilerek hazırlanan 132 kişilik liste, 22 il emniyet müdürlüğü, 8 değişik ildeki
polis okulları ve EGM’ye bağlı değişik daire başkanlıklarını kapsamakta olup
Ankara İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün bu illerdeki personel hakkında araştırma,
soruşturma, rapor verme vb. yapma yetkileri bulunmamaktadır. Bununla birlikte
hazırlanan listedeki bilgilerle, yetkili makamlardan alınan bilgiler çelişmektedir.
Dolayısıyla yetkili makamların bilgilerine itibar edilmesi gerekmektedir.
Listede yer alan isimler, herhangi bir istihbari çalışmada bulunulmaksızın tespit
edilmiş, bazı personel daha sonradan listeye dâhil edilmiştir. Raporun
hazırlanmasında görevlendirilen personel konuyla ilgili birim olan C bürosunda
(İstihbarat Şubesi) görevli personel olmayıp, konu hakkında bilgisiz ve birikimsiz
personelden seçilmiştir. Dosya içeriğinde hukuken geçerli olabilecek delil
niteliğinde hiçbir belge ve dokümana rastlanılmamıştır.
Sanıklardan Osman Ak, Ersan Dalman ve Zafer Aktaş istihbarat tekniği açısından
hiçbir anlam ifade etmeyen ham haber niteliğindeki bilgilerden hareketle birçok
personel hakkında ‘Fethulahçıdır’ diye rapor tanzim etmişlerdir. İddia konusu
hususların bir anlam ifade edebilmesi için gerekli olan; yardımcı istihbarat
elemanları, takip-tarassut teknik dinleme vb. istihbarat yöntemleri ile teyit edilerek,
iltisakları ve suç unsurlarının tespiti ile kıymetlendirilmesi cihetine gidildikten
sonra bu çalışmaların formlara geçirilerek asılları ile birlikte İDB’na
gönderilmeleri gereklidir. Ancak bu çalışmaların hiçbiri yapılmamıştır…
126
Teşkilat içerisindeki tüm irticai örgüt ve yapılanmalara karşı yetili makamdan
alınan Planlı İstihbarat Operasyonu dâhilinde, belirli bir zaman diliminde İDB’nın
koordinesiyle, yetki sınırları aşılmadan ve hiyerarşi göz önünde bulundurularak,
istihbarat usül ve metotları kullanılmak suretiyle tüm illerde operasyon
yapılmasının uygun olacağı kanaatine varılmıştır.”
Listedeki hiçbir polis cemaatçi değilmiş!
Bu rapor üzerine kusurlu görülen Saral ve ekibinin görevlerinden alındığı, verilen
idari cezalara karşı İdare Mahkemesi’ne açmış oldukları iptal davası mahkeme
tarafından da reddedildiği anlatıldı. Aynı ekip hakkında Telekulak olayı olarak
bilinen izinsiz telefon dinleme ve izleme yaptıkları gerekçesiyle de idari ve adli
soruşturmalar açıldığı da anımsatıldı.
Mülkiye Müfettişleri Muhittin Aliz ve Mete Gürbüz tarafından düzenlenen 30
Aralık 1999 gün ve 48/32, 3/81 sayılı inceleme ve soruşturma raporunda, mercek
altına alınan 528 personelden 105’i için, “Öncelikle Emniyet teşkilatının personel,
istihbarat ve eğitim kurumları gibi hassa birimlerde istihdamlarının önlenmesi, söz
konusu personelin durumlarının tam olarak tespiti ve ayrıca adli ve idari
soruşturma açılması için uygulama birimlerince operasyonel faaliyetlerin icra
edilmesinin, teknik izleme çalışmalarının yürütülmesinin ve tüm bunların
sonucunda elde edilecek deliller çerçevesinde işlem yapılmasının gerektiği”
şeklinde görüş belirtildiği ve bu görüşe uygun olarak söz konusu 105 kişinin hassas
birimlerden uzaklaştırılmalarının sağlandığı da anlatıldı.
Rapor şöyle devam etti: “81 İl Emniyet Müdürlüğüne tamim yapılarak Fethullah
Gülen grubuna yönelik ülke genelinde yürütülen genel istihbari çalışmalarda; söz
konusu grubun yapılanması, üst düzey sorumluları; faaliyetlerini organize eden,
yöneten ve finanse eden kişiler; gruba bağlı okul, yurt, dershane, vakıf ve şirket
yöneticilerinin izlenmesi ile grup hakkında derlenecek tüm bilgilerin gönderilmesi
talep edilmiştir. Grubun faaliyetlerinin deşifresine yönelik 81 ilde istihbarat
çalışması, 6 ilde de teknik takip yapılmış ancak anılan grup ile 528+1 personelin
iltisağına ilişkin herhangi bir tespit intikal etmemiştir. Bunun üzerine aralarında
105 kişinin de bulunduğu 528 kişilik liste ile ilgili olarak yapılan araştırma
sonucunda 7 emniyet mensubunun (ihraç, yatay geçiş, istifa, şehit, vefat, emekli)
gibi sebeplerden dolayı günümüz itibariyle görev yapmadığı tespit edilmiştir.
Faal görevde olan ve teşkilatımızın 100 değişik biriminde çalışan 521 personel
hakkında ikinci kez yapılan tahkikatları neticesinde; listelerde ismi geçen
personelin tamamına yakını hakkında anılan grup ile irtibatlarının tespit
edilemediği, bir kısım personelin dini vecibelerini yerine getirdiği ancak grupla
irtibatlı olduklarına dair herhangi bir tespitin yapılamadığı, bir kısmının ise iddia
edildiğinin aksine sosyal demokrat düşünce yapısına sahip olduğu, menfaatine
127
düşkün olduğu, alkol kullandığı şeklinde cevaplar verilmiştir. Ayrıca Personel
Daire Başkanlığı’nın 10 Temmuz 2002 gün ve 11931 sayılı yazıları ile Fethullah
Gülen cemaati ile ilgili olarak Ankara DGM Başsavcılığınca verilen 1992 ve 1998
yıllarına ait takipsizlik kararlarında ismi bulunan ancak müfettişler tarafından tam
olarak kimlik tespiti yapılamadığından hakkında işlem tesis edilemeyen Denizli
Emniyet Müdürlüğü kadrosunda görevli Başkomiser H.M. hakkında adli ve disiplin
yönünden soruşturma açılmasını gerektirir bilgi ve belgelerin gönderilmesi talep
edilmiştir. Adı geçenle ilgili olarak Denizli İl Emniyet Müdürlüğüne yaptırılan
tahkikat neticesinde, personelin daha önce de bu tür ithamlara maruz kaldığı
iddiaları doğrulayıcı bulgulara rastlanmadığı, halen çalışmakta olduğu Çevik
Kuvvet Şube müdürlüğünde personel tarafından sevilen ve sayılan biri olduğu, üst
ve astlarına karşı saygılı davrandığı, görevini ciddi olarak yapan ve dürüst biri
olarak tanındığı, irticai konular ile ilgili herhangi bir faaliyetinin tespit edilemediği
bildirilmiştir…”.
Saral’ın hırsı gerçek kişilere ulaşılmasını engelledi
Listelerde adı geçen tüm personelin büyük bir titizlikle araştırmaya tabi tutulduğu
vurgulanan raporun, “İddiaların ve yapılan çalışmaların analizi” başlıklı kısmında
şu değerlendirmeler yapıldı:
“Araştırmaya konu olan tüm isimler İDB arşivinde tetkik edilmiş, ancak söz konusu
grup ile herhangi bir irtibatları olduğuna dair bilgiye rastlanmamıştır.
MİT Müsteşarlığı başta olmak üzere diğer istihbarat ve güvenlik birimleri
tarafından EGM’ye gönderilen yazı, rapor ve belgelerde teşkilatımız mensubu olup
da irticai faaliyetler, çeşitli dini grup ve illegal örgütlere mensup kişiler üzerinde
yapılan incelemelerde söz konusu 528+1 kişilik listedeki şahıslara
rastlanılmamıştır.
81 il emniyet müdürlüğü bünyesinde Fethullah Gülen grubunun yapılanması,
yöneticileri, kuruluşları hakkında tüm istihbarat metot ve teknikleri kullanılarak
çalışmalar yapılmış ayrıca 9 ilde teknik takip gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmalar
neticesinde anılan grup ile listede adı geçen 528+1 kişinin iltisağına
rastlanılmamıştır.
Son olarak listelerde adı geçen tüm kişiler için birim amiri olan 60 il emniyet
müdürü, 25 daire başkanı, 1 polis akademisi başkanı, 1 polis koleji müdürü, 10
polis meslek yüksek okulu müdürü, 3 koruma müdürü ve 1 polis evi müdürüne ayrı
ayrı kişiye özel ve gizli gizlilik dereceli resmi yazı yazılarak, emirlerinde çalışan bu
kişiler hakkında teferruatlı bir araştırma yapmaları istenmiş, birim amirlerince
yapılan araştırma sonunda listelerde adı geçen personelin tamamına yakını
hakkında anılan grup ile irtibatlarının tespit edilemediği bunun yanında bir kısım
personelin dini vecibelerini yerine getirdiği ancak grupla irtibatlı olduklarına dair
128
herhangi bir tespitin yapılamadığı, bir kısmının ise iddia edildiğinin aksine sosyal
demokrat düşünce yapısına sahip olduğu, menfaatine düşkün olduğu, alkol
kullandığı şeklinde cevaplar verilmiştir.”
Raporda böyle bir sonucun çıkmasında Saral ekibinin yürüttüğü çalışmada görev
alanların irticai dini faaliyetlerinin takibine ilişkin herhangi bir bilgisi olmayan
kişiler olması, istihbarat tekniklerini kullanılmaması ve objektif kriterleri
içermeyen bir şekilde hazırlanan isim listelerinin doğruyu yansıtmadığı ve iddialar
hakkında olumsuz kanaat oluşturduğunun da altı çizildi. Bu konuyla ilgili yürütülen
soruşturmada, ekipte görev alan bir polisin de, “…Soruşturmada elimizde kaynak
olarak Aydınlık dergisinde çıkan isimler ile 82 kişilik bir liste vardı ve bize görevin
1 hafta içinde bitirilmesi gerektiği talimatı verildi. Sürenin çok kısa olduğun
söylediğimizde de bizden kendi devrelerimizde Fethullahçı bildiğimiz kişiler
hakkında bilgi getirmesi istendi. Gelen her yeni bilgiye göre alınan isimler
bilgisayardaki listeye ilave edildi. Yapılan çalışmalar ham bilgi düzeyinde kaldı”
şeklindeki ifadeleri de raporda yer aldı.
Kazananlar hep Fethullahçılar oldu
İlkin Ünal Erkan’ın Emniyet Genel Müdürü olduğu 1991’de başlayan Emniyetteki
Fethullahçı kadrolaşma soruşturmasından bir sonuç alınamamıştı. Ertesi yıl R.Y.
isimli Polis Akademisi öğrencisinin şikâyetiyle başlatılan ve giderek kapsamı
genişleyen soruşturmayı da hem DGM’nin verdiği takipsizlik kararları hem de
Yüksek Disiplin Kurulu’nun Emniyette Fethullahçı örgütlenme yürüttükleri tespit
edilen zanlıları önce DGM’nin takipsizlik kararı sonra da kendilerini
kapsamamasına karşın çıkarılan Sicil Affı Kanununa dâhil etmesiyle cemaatçiler
kazanmıştı. Cevdet Saral’ın Ankara Emniyet Müdürü olduğu dönemde 1999’da
yürütülen Fethullahçılık soruşturması da, bir başka suç olan, “Kocakulak skandalı”
olarak da bilinen Telekulak olayı nedeniyle akamete uğramış oluyordu. Aslında
Saral ve ekibinin kendi suçunu örtbas etme gayretiyle attıkları bu adım,
kamuoyunda “Fethullahçı ekibin tasfiye edilemediği” şeklinde yorumlanması da,
hasımlarına, “Bizimle uğraşmayın” mesajı ilettiği için yine cemaate yarıyordu
Burada bir parantez açarak her dönemde taraftarlarının Emniyet içinde örgütlendiği
öne sürülen Fethullah Gülen’in bu konuda ne dediğine bir bakalım. Nazı Ilıcak’ın,
o dönem yazarı olduğu Dünden Bugüne Tercüman Gazetesi’nde kendisiyle yaptığı
söyleşide bu konuyla ilgili de sorular yöneltir.75
Nazlı Ilıcak: Size yönelik iddialar bitmek tükenmek bilmiyor. Poliste
“Fethullahçılar olduğu” söylemi yeniden canlandı.
75 Dünden Bugüne Tercüman Gazetesi 2 Mart 2004
129
Fethullah Gülen: Halkımız Müslümandır, dinine bağlıdır. Her camiada Fethullah
Gülen’i seven insanlar olabilir. Milletimiz, idarecilerinin, askerinin, polisinin
dindar olmasını ister. Ordu da, Emniyet de halkın bağrından çıkmış insanların
teşkil ettiği müesseselerdir. Bunların içinde, vaazımı dinlemiş, kitabımı okumuş,
konferansıma gelmiş, alâka duymuş insanlar olabilir. Bu insanlara, ben kaide dışı
hareket etmeleri için telkinde bulunmuş muyum? Onlar benim bu telkinlerim
istikametinde kanunlara aykırı hareket mi etmişler? Ne yapmışlar? Bir tek misâl
gösteremezler.
Nazlı Ilıcak: Siz böyle diyorsunuz ama Emniyet Müdürleri Cevdet Saral ve Osman
Ak poliste “Fethullahçı örgütlenmeden” söz ediyordu. Sadece sizi sevenler değil,
bilinçli bir kadrolaşma olduğu belirtiliyor.
Fethullah Gülen: Sözünü ettiğiniz kimseler, Ankara Emniyeti’nin istihbarat
müdürleri; adları bir telefon dinleme skandalına karışmış şahıslar. Buna mukabil,
daha üst ve daha yetkili bir makamın, Emniyet Genel Müdürlüğü İDB’nın ifadeleri
var: “İslâm adına takip ettiğim çizginin değişmediği, bunun ılımlı bir din
anlayışına dayandığı, dini, siyasi hedeflere âlet etmekten uzak, hatta buna karşı
olduğum” söyleniyor bu raporda. İki raporu mukayese etmeli. Benim yaptıklarım
ve söylediklerime dayanan İDB’nın raporuna mı, yoksa adı skandallara karışmış
olanların raporuna mı inanılır? Kararı kamuoyunun vicdanına bırakıyorum.
Cevdet Saral’dan Fethullahçılara suçlama
Cevdet Saral, Fethullah Gülen’in yargılandığı Ankara 2 Nolu DGM’de 16 Eylül
2001 günü yapılan ve tanık olarak dinlendiği duruşmada Fethullahçılık
soruşturmasının nasıl açıldığını şöyle anlatıyordu: “10 Şubat (Ocak) 1999’da
Emniyet Genel Müdürlüğü’nden 3 müfettiş geldi ve kendilerine Fethullah Gülen
hakkında soruşturma talimatı verildiğini, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün de
desteğine ihtiyaçları olduğunu söylediler. Ben de kendilerine, bu yöndeki
desteğimizi verebilmek için resmi bir yazıyla başvurmalarını istedim. Bunun
üzerine resmi talimat geldi. Soruşturmanın mahiyeti, Fethullah Gülen örgütlenmesi
ve çalışması ile ilgiliydi. Aynı gün, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi
Başkanlığı’ndan ‘Emniyet teşkilatını Fethullah Gülen ele geçirdi’ başlıklı bir yazıyı
içeren Aydınlık Gazetesi’nin nüshası geldi. Talimat yazısı Ankara Emniyet
Müdürlüğü’nün istihbarattan sorumlu Müdür Yardımcısı Osman Ak’a geldi. Bu
yazı üzerine durum değerlendirmesi yaptık. Öncelikle, emniyette Fethullahçı bir
yapılanmanın olup olmadığının anlaşılması için Gülen’in kim olduğunun
belirlenmesi gerekiyordu. Bu bağlamda, açık kaynaklardan yararlanmaya çalıştık
ve bunun için Fethullah Gülen’in piyasada satılan kitaplarını incelemeye başladık.
Bu kaynakları inceledikten sonra soruşturmaya alınan konuda birtakım
hedeflerinin bulunduğunu anladık.
130
Sanık Gülen’in kitaplarında, mensuplarının 3. şahısların dikkatini çekmeyecek
şekilde davranmalarını istediğini gördük. Bir örgütlenme modelinin olduğunu
hissettim. Ancak faaliyetleri açık alanda yapılıyor görünüyordu. Gülen’in bütün
söylemleri toplumda genel bir kabul görmekle beraber, bunun gerisinde gizli
planda başka hedeflerinin bulunduğunu Cumhuriyet, Atatürk, toplum, din ve
siyaset gibi söylemlerini teker teker incelediğimizde böyle bir izlenim edindik.
Yapılan çalışmalar, sol örgütlerin benimsediği gibi gizli çalışmalar değil aleniydi.
Ancak geri plandaki amaçlarının başka olduğunu anladık. Soruşturmayı 10 Şubat
(Ocak olacak) 1999’da başlattık, 21 Nisan 1999’da ise Ankara DGM’ye intikal
ettirdik. Ancak Gülen hakkındaki raporu hazırlayan arkadaşlarım 16 Nisan
1999’da görevlerinden uzaklaştırıldı. Sonra da hepimiz hakkında, ‘Herhangi bir
resmi talimat almadan, kin ve garez duyguları ile ve taraflı olarak Fethullah Gülen
hakkında rapor hazırladıkları’ gerekçesiyle haklarında soruşturma başlatıldı.
Cemaat soruşturmasını yapanlar meslekten ihraç cezası aldı ancak bakanın
talimatıyla, bir alt ceza olan 24 ay kıdem durdurma cezasına dönüştürüldü. Ben de
3 günlük maaş kesim cezasına çarptırıldım. 11 Ocak 1998’de başladığım Ankara
Emniyet Müdürlüğü görevinden hakkımdaki soruşturma nedeniyle de 8 Haziran
1999’da alınarak APK uzmanlığına atandım. 35 yıldır Emniyet teşkilatında görev
yapıyorum. Bu süre içinde birçok kişi, tüzel kişilik hakkında soruşturma yaptım ve
rapor hazırladım. Ancak ilk kez Gülen hakkında hazırladığımız rapordan sonra
soruşturmaya tabi tutulduk.”76
Fethullahçı polislerle ilgili rapor enflasyonu
Aslında Saral ekibinin yürüttüğü çalışmaların raporlaştırılmadığını ve
soruşturmanın halen sürdüğünü EGM’nin, 24 Aralık 2001’de bir yazıyla
kendilerinden raporu talep eden Fethullah Gülen’in davasına bakan Ankara 2 Nolu
DGM Savcılığı’na verdiği yanıtı anlattığımız geçtiğimiz bölümlerde değinmiştik.
Yani ortada bitmiş bir çalışma yoktu ama o dönemde, “Saral ekibinin hazırladığı
raporlar” denilerek birçok belge gazetecilere sızdırılıyordu. Ortalıkta doğru olup
olmadığı bilinmeyen birden çok rapor dolaşmaya başladı. İlgniçtir hepsi de
haberleştirildi. Bunlardan biri de Star Gazetesinde, “Müfettişlerin ‘Fethullah
Raporu’nu Açıklıyoruz” denilerek iki gün üst üste Saygı Öztürk imzasıyla
yayımlandı.77 Haberde EGM’nin, “Fethullahçı oldukları gerekçesiyle” bazı
Emniyet mensupları hakkında Polis Başmüfettişleri Ahmet Saraç, Mustafa Maktav
ve E. Özgül Ezer’i görevlendirerek başlattığı soruşturmanın raporu deniliyordu.
Habere göre, müfettişlerin hazırladığı B.05.1EGM.0.60.01 sayılı, 13 Haziran 1999
76 Hürriyet Gazetesi, 17 Eylül 2001
77 Star Gazetesi 30 ve 31 Ağustos 2000
131
tarihli raporda, Fethullahçılar’ın nasıl örgütlendiği, hangi birimleri ele geçirmek
için harekete geçtikleri anlatılıyordu. Haberde, raporda yer alan bazı Emniyet
mensupların hakkında isim ve görev yerleri verilmeden, “Öyle bir yapı kurulmuş
ki, bazı isimler ‘Sincan olayları’na kadar dayanmış... İnceleme yapılırken
müfettişler ismi geçen kişilerin daha önce çalıştıkları birimlerde, o dönem birlikte
oldukları görevlilerle de konuşmayı ihmal etmemiş. Dahası, bazılarının köylerine
bile gitmişler. Orada da gizli araştırmalar yürütmüşler. Yani tam ‘polisiye
araştırma’ yapmışlar” deniliyordu. Habere göre incelemeler tamamlandıktan sonra
Fethullah Gülen grubunun Emniyet’e ilk sızış tarihleri ve faaliyetleri raporun
“tahlil” bölümünde şöyle belirtiliyordu: “1985-1992 yılları arasında, irticai yapıya
sahip kişilerin Emniyet Teşkilatı içinde yapılanmaya gittikleri ve bu dönem
içerisinde önemli yerlerden daire başkanlıkları, eğitim kurumları ve illerde kendi
elemanlarını yerleştirerek uzun vadeli, planlı ve programlı bir şekilde çalışma
içerisinde oldukları herkesçe bilinen bir gerçektir. Belirtilen yıllar arasındaki
teşkilat bünyesindeki yapılanmada, eğitim kurumlarına eleman almada, yurtdışına
eğitim ve araştırma amacıyla personel gönderilmesinde, rütbe terfilerinde,
atamalarda ve diğer konularda kendi yandaşlarına çeşitli menfaatler sağlanmıştır.
Günümüzde Emniyet Teşkilatı’nda yer alan irticai gruplardan bazılarının 1990-
1992 yıllarında Polis Akademisi Başkanlığı’na alınan özel sınıflardan olduğu
görülmektedir. Yine yukarıda belirtilen yıllar arasında Polis Koleji ve
Akademisi’ne alınan öğrenciler, bugün karşımıza irticai faaliyetler içerisinde yer
alan rütbeli elemanlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Konuya örnek olarak 1992
yılında Polis Başmüfettişi İzzet Sezgin Şenel tarafından yapılan tahkikatta, Polis
Akademisi’nde görevli 9 öğretim üyesi ve H.B.E., M.T., S.T., A.Ö. gibi üst düzey
yöneticilerin de bulunduğu 90’a yakın personel hakkında Emniyet Örgütü disiplin
Tüzüğü’nün 8/1 maddesine göre meslekten çıkarılmalarına ve bütün sanıklar
hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne suç duyurusunda bulunulması talep
edilmiştir.”
Fethullahçı emniyetçiler jet hızıyla yükseldi
Emniyette Fethulahçı örgütlenmeyle ilgili hazırlanan, ortaya çıkan her yeni raporu
1992 yılında yapılan soruşturmada anlatılan tespitlere yer veriyordu. Ama o dönem
yapılan soruşturma sonunda DGM’ye iki ayrı fezleke de gönderilmesine karşın
mahkemeden takipsizlik kararı çıkmış, disiplin soruturması da arada 53 gün fark
olmasına karşın adı geçen görevliler için işletilerek dosya kapatılmıştı. Netice elde
edilemeyen soruşturma evrakı sadece ileriki dönemlerde yapılan soruşturmalar için
bir referans kaynağı olmaktan öteye gidememişti. Star Gazetesinde yer alan
haberde, “Emniyet Teşkilatı ve Polis Akademisi’nde irticai gruplara ait kesimin,
planlı ve programlı çalışmalarının sonucunda atılan tohumların yeşererek
132
günümüzde nasıl büyüdüklerini görmekteyiz” ifadelerinin polis müfettişlerinin
ortaya çıkan bu yeni raporunda yer aldığı belirtilerek, isimleri “Fethullah Hoca’nın
Emniyet’teki kilit adamları” olarak geçenlerin jet hızıyla yükseldiğinin tespit
edildiği de anlatılıyordu. Bu iddiayla ilgili örnek de raporda şöyle anlatılmıştı: “Bu
kişi Şube Müdürü (4’üncü sınıf emniyet müdürü) Polis Akademisi’ne geçmesiyle
beraber 3 yıl içinde Polis Akademisi Başkan Yardımcısı, bir yıl sonra Daire
Başkanı olmuştur. Yani 4 yılda bu rütbeyi almıştır... 1985-1991 yılları arasında
irticai kesime mensup kişilerin Emniyet Teşkilatı’nda yapmış oldukları yapılanma
ile kendi yandaşlarına çeşitli menfaatler yarattığı bilinmektedir. Örneğin emniyet
müdürlüğü rütbesini alan personel, hemen birkaç ay veya yıl içinde 1’nci sınıf
emniyet müdürü yapılarak okul müdürü, daire başkanı ya da il emniyet müdürü
olarak ataması yapılmıştır. Günümüzde ise aynı şartlarda Birinci Sınıf Emniyet
Müdürü olabilmek için en az 9 yıl müdürlük yapmış olması gerekmektedir.”
Cemaat bağlantılı kişilerin yapılanmalarında, “zincirin halkaları gibi birbirlerini
tamamladıkları” belirtilen raporda, “Emniyet’te bu zincirin halkalarının hayli
uzun olduğu, üst rütbelere kadar uzanan kişilerin belli noktalara ulaştıktan sonra
görevde kalabilmek için bağlarını belli ölçüde kopardıkları gözleniyor. Bu ve
bunun gibi kişiler ya rütbe terfilerini erken elde etmek amacıyla veya gerçekten de
dini vecibelerini yerine getiren, mutaassıp biri olarak ve irticai kesimle bağlantılı
kimselerin, kendisine daha yakın olduğunu düşünerek bunlar içerisinde yer
almaktadırlar. Bu kişiler, Emniyet Teşkilatı’ndaki irticai örgütlenme içerisinde yer
alarak yapılanmada faal rol alıyor” tespitinde bulunulduğu anlatıldı. Müfettişlerin
Sincan olaylarına dek uzanan araştırmalar yaptığı ve olaylardan önce bu ilçede
kimlerin görev yaptığını araştırdığı belirtilen haberde, “Bu araştırmalarda ismi hiç
de yabancı olmayan birisi çıkıyor. Emniyet’in bir değil, binden çok raporunda bu
kişinin ‘irticai gruplarla bağlantılı’ olduğunun belirtildiğini de müfettişlerin son
raporunda görüyoruz. Müfettişlerin raporu devam ediyor: ‘Yine bu şahsın irticai
eğilimli olup, bu kesime mensup kişilerle görüştüğü ve bu konuda uyarıldığı ve bu
durumunu personelle olan ilişkilere yansıttığı İlçe Kaymakamı tarafından
belirtilmiştir. Yine Ankara Emniyet Müdürlüğü, Fethullah Gülen cemaatine ilişkin
yapmış olduğu tahkikat nedeniyle göndermiş olduğu evrakta adı geçenin bu
cemaatin elemanı olduğu bildirilmiştir. Ayrıca İDB’ce yapılan çalışmada da bu
kişinin ‘irticai görüş ve fikirlere sempati duyduğu’ şeklinde değerlendirmesi ile
hakkında ileri sürülen iddianın doğru olduğu ortaya konulmaktadır’” deniliyordu.
Haklarında bu tür tespitler yapılan kişilerin görevden alınmaları yönünde müfettiş
raporları düzenlenmesine karşın kızak görevlere çekilmek yerine daha da etkili
görevlere getirildiği ve geçmişlerine de birer “sünger çekildiği” de ifade edilen
habere göre rapor şöyle devam ediyordu: “…Daire Başkanı hakkında ileri sürülen
‘tarikat yanlısı olduğu’ yolundaki iddianın, tahlil bölümünde açıklanan nedenlerle
doğru olduğu kanaati hâsıl olmuştur. Ancak, iddianın 1985-1991 yılları arasında
133
yer almasıyla, Devlet memurları Kanununun 127. ve Türk Ceza Kanununun 102.
maddelerinde yer alan zaman aşımları nedeniyle adı geçen hakkında işlem
yapılmasının hiçbir hukuki yarar ve sonuç doğurmayacağı için hakkında adli ve
idari yönden soruşturma açılmasına gerek bulunmamaktadır. Ancak, tarikat yanlısı
olduğu belirtilen bir personelin, daire başkanı olarak görev yapmasının, yanlısı
olduğu tarikat veya cemaat elemanlarına çeşitli yararlar sağlayabileceği ve
faaliyetlerine devam edebileceği nedeniyle adı geçenin birim amiri olarak
görevlendirmemesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir.”
Müfettişler: “Saral raporu gerçek dışı”
İşte o günlerde, Star gazetesinde yayımlanan haberden iki hafta sonra medyada bu
minvalde haberler yer almaya başladı. Radikal gazetesinde Soner Arıkanoğlu’nun,
“Saral’ın raporu gerçek dışı” başlıklı haberi de78 bunlardan biriydi. “Cevdet Saral
ve ekibinin hazırladığı Fethullahçı Polisler Raporu Emniyet müfettişlerince ‘gerçek
dışı ve asılsız’ bulundu” denilen haber şöyleydi: “Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde
‘kocakulak çetesi’ kurmakla suçlanan ve bu nedenle açığa alınan Cevdet Saral ve
ekibinin hazırladığı Fethullahçı Polisler Raporu, müfettişlerce ‘gerçek dışı’
bulundu. Müfettişler; raporu yazan Osman Ak, Ersan Dalman ve Zafer Aktaş’ın
meslekten ihracını, Cevdet Saral’ın kıdem durdurma cezasıyla cezalandırılmasını
istedi. Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün Cevdet Saral döneminde hazırladığı
Fethullahçı Polisler Raporu’nda Fethullahçı olmakla suçlanan Emniyet Komuta
Kontrol Merkezi Daire Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı, İstanbul Silah KOMla
Mücadele Şube Müdürü Serdar Saçan ve İstanbul Cinayet Büro Amiri Şentürk
Demiral, kendilerine ‘iftira atıldığı’ gerekçesiyle raporu yazanlardan şikâyetçi
oldu ve raporu yazanların hem adli hem de idari yönden cezalandırılmalarını
istedi. Bunun üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü, raporun doğruluğunu araştırmak
amacıyla soruşturma başlattı.
Polis başmüfettişleri, yaklaşık bir yıl süren bir çalışmanın ardından, şikâyetçileri
haklı bulan bir rapor hazırladı. 13 Haziran 2000 tarihinde ilgili makamlara
gönderilen raporda; Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün hazırladığı rapordaki
bilgilerin ‘gerçek dışı’ olduğunun belirtildiği öğrenildi. Raporda; Fethullahçı
Polisler Raporu’nu yazan polis şeflerinin elinde, söz konusu polislerin Gülen
cemaatiyle bağlantısını belgeleyecek hiçbir kanıt olmadığı vurgulandığı bildirildi.
Rapordaki iddiaları ‘dayanaksız bulan müfettişler, söz konusu raporu yazan Eski
Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Osman Ak, eski İstihbarat Şube Müdürü Ersan
Dalman ve yardımcısı Zafer Aktaş’ın ‘görevlerini kötüye kullandıkları’, eski
Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral’ın da ‘denetim görevini yerine getirmediği’
78 Radikal Gazetesi, 14 Eylül 2000
134
sonucuna vardı. Müfettişler; Ak, Dalman ve Aktaş’ın meslekten ihraç edilmesini;
Saral’ın da kıdem durdurma cezasıyla cezalandırılmasını istedi.”
Gülen’e açılan dava
28 Şubat sürecini en az zararla atlatmak için açık ya da gizli birçok lobi faaliyeti
yürüten, bu postmodern darbeyi savunarak yapanların yanında yer alan, hatta
televizyon ekranlarından Erbakan’a hükümeti bırak çağrısı yapan Fethullah Gülen
ve cemaatinin çabaları sonuç vermemişti. İddiaya göre yalnızca cemaat
yöneticilerinin izlemesi için hazırlanan vaaz kasetidinin 18 Haziran 1999’da
ATV’de yayınlanmasından sonra, o dönem mutlak iktidar olan askerin yanında saf
tutan “büyük” medyanın kendisini yeniden rejimin baş düşmanı ilan ettiği Gülen’in
etrafındaki çemberi daraltanların istediği gibi hakkında dava açıldı. Gülen, henüz
dava açılmamışken, yaşadığı ABD’den 22 Haziran 1999 akşamı Show TV’ye
telefonla bağlanarak Reha Muhtar’ın sorularını yanıtlamıştı. Devletin her şeyi
bildiğini, vicdanının rahat olduğunu, ancak maksadı aşan ifadeleri olabileceğini
belirttikten sonra Gülen uzun süre Türkiye medyasının karşısına çıkmadı. Bu arada
Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel de Gülen hakkında 1 yıldır yürüttüğü
soruşturmanın sonuna gelmişti. Savcı Yüksel 3 Ağustos 2000’de, Gülen’in
tutuklanması talebiyle nöbetçi Ankara 2 No’lu DGM yedek hâkimliğine başvursa
da birkaç gün sonra mahkeme bu talebi reddetti. Bunun üzerine Ankara 2 Nolu
DGM Fethullah Gülen hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkardı. Gülen’in firari
kaçak durumu çok sürmedi ve 28 Ağustos 2000 günü gıyabi tutuklama kararı
kaldırıldı. Askerin öfkesini çeken bu kararın ardından Orgeneral Hüseyin
Kıvrıkoğlu, adını vererek Gülen’i hedef gösterdi ve gıyabi tutuklama kararının iptal
edilmesini cemaatin yargıya sızması olarak değerlendirdi. Her fırsatta hiç bir illegal
yapılanma ve örgütlenme içinde olmadığını dile getiren Gülen hakkında
düzenlenen iddianame Ankara DGM Başsavcılığı’nca 22 Ağustos 2000’de kabul
edildi. 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/1. maddesi uyarınca,
“Anayasal sistemi değiştirerek yerine İslamî esaslara dayalı devlet kurmak
amacıyla yasadışı örgüt kurup, bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu”
iddiasıyla Gülen hakkında 10 yıla kadar hapis cezası isteniyordu.
2000 yılındaki Emniyet raporu
Gülen hakkındaki davanın açılmasının hemen ardından, Emniyet’in Gülen ve
cemaatine bakış açısını yansıtan yeni bir raporu da savcılık dosyaları arasındaki
yerini alacaktı. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı’nın, 31 Ağustos
2000 günü 2000/6609 sayılı yazısıyla “Fethullah Gülen grubu ve Nur Cemaatinin
amaç ve stratejisinin nelerden ibaret olduğu ve niteliği” hakkında bilgi talep etmesi
135
üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü’nden 13 Ekim 2000 tarihinde yanıt verilmişti.
Dönemin Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Ramazan Er imzasıyla Ankara DGM
Başsavcılığı’na B.05.1.EGM.0.14.05.03 sayı numarasıyla talep üzerine gönderildiği
belirtilen yazıya eklenen, “Çok gizli” ibareli bilgi notunda silahlı eylemi
bulunmadığı belirtilen cemaatin kuruluşu, örgütlenmesi, amacı, bu amaç için
güttüğü strateji, iş yaşamındaki yeri ve sıklıkla karşımıza çıkan eğitim alanındaki
faaliyetlerini anlatıyordu. 2000 yılında Emniyet’in Gülen ve cemaatine nasıl
baktığını gösteren raporda şunlar yazmaktaydı:
“Kuruluşu:
Erzurum ili Pasinler ilçesi Korucuk köyü nüfusuna kayıtlıdır. Ramiz-Rabia oğlu,
27.04.1941(tashihli aslı 1942) Erzurum Hasankale doğumlu Fethullah Gülen’in
1968 yılında İzmir ilinde Kestane Pazarı Kur’an Kursunda hoca olarak göreve
başladığı, yoğunlukla Bornova ilçesi olmak üzere İzmir, Edirne, Kırklareli,
Balıkesir, Manisa ve Çanakkale gibi illerimizde bulunan çeşitli camilerde imam ve
vaiz olarak görev yaptığı, verdiği vaaz ve etkili konuşması ile kısa süre içerisinde
çeşitli kesimlerden etrafında bir kitlenin oluştuğu,
Başlangıçta Nur Cemaati içerisindeki e n büyük yelpazede yer alan Yeni Asya
Grubu içerisinde faaliyet gösteren Fethullah Gülen özellikle verdiği vaazlar ile
tanındığı, gündelik politikalarla uğraşılmasının her şeyin önüne koyulmasının
yanlış olduğu, bunun Kendilerini asıl amaçlarından gittikçe uzaklaştırdığı,
amaçlarının topluma imanın hakikatlerini anlatmak fikrini savunduğu, bu
yaklaşımının çevresindeki iş adamlarından destek bulması üzerine 1970 yılında
Yeni Asya Grubu’ndan ayrılarak kendi adıyla anılan grubu oluşturduğu,
Grubu’nu maddi olarak güçlendirmek ve geliştirmek için yakın çevresindeki iş
adamlarına vakıf kurma ve sermayelerini birleştirerek genç kuşağa yatırım
yapmaları şeklinde telkinlerde bulunduğu, 1978 yılında Türkiye Öğretmenler Vakfı
(TÖV-İzmir) tarafından Sızıntı Dergisi’ni çıkararak dergide madde ile mana, ruh
ile beden, iman ile hakikat konularını işlediği,
1980’li yılların gelmesiyle ‘HURUÇ’ harekâtı adı altında büyük bir atılımı yaptığı,
yayınlanan kasetleri ve çeşitli illerimizdeki konuşmaları ile Said-i Nursi
talebelerinin gönüllü reklamları sayesinde tanınmaya başladığı,
Fethullah Gülen’in Nurculuk kavramının oluşturmuş olduğu olumsuz imajdan
dolayı Nurcu olduğunu hiçbir zaman söylemediği, Said-i Nursi’den aldığı
alıntılarında da onun isminden hiç bahsetmediği, öğrenim çağındaki gençlere
önem vermesi sebebiyle çevresindeki iş adamlarına kurdurduğu çok sayıdaki
şirketler ve vakıflar vasıtasıyla yurt çapında okullar, yurtlar ve dershaneler
açtırdığı grubun iş adamlarına yönelik bu örgütlenmesinin ardında, yoğun bir
ticari faaliyetin bulunduğu gözlenmektedir.
136
Stratejisi:
F. Gülen grubunun gençlik kesimini hedef alan ağırlıklı kuruluşları, geniş kitlelere
ulaşma hedefi doğrultusunda oluşturduğu medya yapılanması ve kamuoyunun
dikkatini çeken propaganda amaçlı etkilerinin temelinde, grubun doğal lider olan
Said-i Nursi tarafından belirlenip formüle edilen ‘İman, Hayat ve İktidar’ görüşü
bulunmaktadır.
Grubun görüşlerine göre Said-i Nursi, fikirleri ve eserleri ile imani manada
dirilmeyi sağlamıştır. Hali hazırdaki safha imanı hayata geçirme ve yaşama
safhasıdır. Bu aşamada F. Gülen’in, ‘İslam dini, hayata hayat olmalıdır’ sözü esas
alınarak ‘Altın Nesil’ yetiştirilecektir ve Altın Nesil ise iktidarı sağlayacaktır.
Bu stratejinin uygulanmasında, lider F. Gülen’e rabıta (bağlılık) esastır. Cemaat
İçerisinde ana liderin Hz. Muhammed, fikir liderinin Said-i NURSİ, görünürdeki
liderin ise F. Gülen olduğu empoze edilmektedir. Cemaat bireylerinin büyük
bölümünün gözünde F. Gülen, ‘Mehdi’ (son kurtarıcı) konumundadır. F. Gülen,
cemaatin birliği ve devamı için çok önemli bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Bu
bağlamda anılan şahıs cemaatin birliğini sağlamada, cemaat dışı hayatın
cehennem olduğu, cemaatten çıkanın bir daha iflah olmayarak cehenneme
sürükleneceği temasını sık sık işlediği,
Ülke içerisinde ve dışında cemaat mensuplarının kamuoyunun dikkati çekmemek ve
kamuoyunda ‘Nurcu’ kelimesinin bıraktığı olumsuz izlenimden dolayı aralarında
‘Nurcu’ kelimesinin yerine ‘Işık’ (Nur) kullandıkları, cemaate itaatin çok önemli
olduğu, kurallara uymayanların cemaatin idari kadrosuna rapor edildiği
anlaşılmıştır.
Grubun eğitimden medyaya, vakıf ve derneklerden ticari işletmelere kadar birçok
alana yayılan kuruluşlarının ve tüm insanları kucaklayan, diyalog ve uzlaşma
arayışı olarak kamuoyuna lanse edilme etkinliklerinin, gerçekte Said-i Nursi’nin
belirlediği stratejinin peyderpey uygulamaya geçirilmesine yönelik alt yapı ve
propaganda çalışmaları olduğu değerlendirilmektedir.
Amacı:
F.Gülen grubunun amacı, Türkiye’deki siyasal ve ekonomik güç dengesinde söz
sahibi olmaktır. Ancak yeterince güçlü olunmadığına inandığı süre zarfında,
ülkedeki güç dengesine direkt temas etmekten veya açıkça siyasi tavır almaktan
kaçınan bir hareket tarzı izlenmektedir. Bunda Said-i Nursi’nin ‘Türkiye’de İslamın
hâkim olması için, ülke nüfusunun yüzde 50-60’ının dindar olması gerektiği’
yönündeki tespiti esas alınmaktadır.
Cemaat tarafından amaç, büyümek olarak belirlenmiştir. Bu amaç doğrultusunda
insan kaynağı olarak ‘gençler’, para ve lojistik kaynağı olarak ‘esnaflar’ hedef
alınmıştır. Cemaatin hedef aldığı gençlik kitlesi, idealizmin en güçlü olduğu 13-18
yaş arasındaki kesimdir.
137
Bu amacın gerçekleştirilmesi için askeriye, mülkiye, hukuk ve eğitim branşları,
cemaatin öncelikle kadrolaşmak istediği müesseseler olarak ortaya çıkmaktadır.
F.Gülen grubu belli bir süre sonra Türk toplumunun tamamını ifade eden cemiyete
dönüşmeyi gaye edinmektedir. Bunda Said-i Nursi’nin ‘çekirdekten bir ağacın
ortaya çıkabileceği’ benzetmesiyle, cemiyet sözüne atfettiği önem etken olmaktadır.
Yapılanması:
Burada Said-i Nursi’nin Nur talebelerinin yaptığı ‘Talebe-Arkadaş-Sempatizan’
şeklindeki sıralama önemli bir husus olarak ortaya çıkmaktadır.
Talebe: Bizzat cemaatin içerisinde olan kişi,
Arkadaş: Cemaat çıkarları doğrultusunda irtibat kurulan kişiler
Sempatizan: Cemaate müspet bakan kişileri tanımlamaktadır.
Sempatizan kitle, stratejinin iktidar aşamasında ortaya çıkabilecek muhtemel halk
reaksiyonuna sağlayacağı katkı itibariyle cemaat çalışmalarında önemli
konumdadır.
Öğrencilerin halledemeyeceği sorunları ‘semt imamları’ olarak tabir edilen
kişilere
İlettiği, ‘semt imamları’nın halledemediği sorunları ‘il imamı’ olarak bilinen
kişilere ilettiği, onların da halledemediği sorunları ‘bölge imamları’na ileterek
belli bir hiyerarşi içerisinde sorunları çözmeye çalıştıkları, cemaat içerisinde Altan
yukarıya doğru yetki bakımından yükselen bir hiyerarşik bir yapı olduğu,
Türkiye ve diğer ülkelerde; eğitim kurumlan başta olmak üzere açılan kurum ve
Kuruluşların koordinesini sağlamak ve bütün faaliyetlerini sürdürmek amacıyla
hiyerarşik olarak ülke, bölge, il semt, ev sorumlularının bulunduğu, bazı büyük
şirket ve vakıflara bağlı bölge ve il başkanlarının da yapılanmada etkili oldukları
anlaşılmaktadır.
Faaliyetleri:
-Faaliyetlerin ağırlıklı olarak legal kuruluş ve kurumlar vasıtasıyla yürütüldüğü,
-Dershaneler, özel kolejler, yurt ve öğrenci evleri ile gençliğe yönelik eğitim
faaliyetleri içerisinde bulundukları,
-Hem yurt içi hem de yurt dışında eğitim kurumları vasıtasıyla çeşitli dallarda
(ulusal-uluslar arası) başarılar sağlamak suretiyle eğim alanlarında kendi
propagandaların yaptıkları, bu şekilde eğitim kurumlarına halkın rağbet etmelerini
sağladıkları,
-Ülke genelinde çeşitli vakıflar-dernekler kurmak suretiyle faaliyetlerin yasal
zeminlerde ve kuruluşlarda toplamaya gayret ettikleri görülmektedir (Türkiye
Öğretmenler Vakfı, Akyazılı Orta ve Yüksek Öğretim Vakfı, Büyük Koyuncu Hizmet
Vakfı gibi),
138
-TV, radyo, dergi, gazete gibi iletişim alanındaki faaliyetlere ağırlık verildiği,
uluslararası ve ulusal bazda bu alanda birçok yayının bulunduğu (Samanyolu TV,
Zaman, Aksiyon, The Fountain, Burç-Dünya Radyo gibi),
-Finansal kaynakların ise gruba mensup şirketler ile basansı yayın alanında elde
edilen gelirler, okul, yurt ve pansiyonlardan istifade eden öğrenciler alınan
paralar, toplanan kurban derileri ve gruba ilgi duyan zengin iş adamlarının
desteklerinden sağladıkları,
-Anılan gruba mensup öğrencilerin çoğunlukla yurtlarda, yurt bulunmayan veya
yurt kapasitesi yeterli olmayan illerde ise öğrenci evi, dershane, ışık evi gibi
isimlerle anılan evlerde kaldıkları, bu yerlerde Kur’an ve ilmihal kitaplarının
yanında Said-i Nursi’nin ve Fethullah Gülen’in kitaplarını okudukları ve
kasetlerini izleyerek grubun görüşleri doğrultusunda eğitim aldıkları,
-Son yıllarda ise Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından organize edilen çeşitli
platformlarda Din - Devlet İlişkileri, Demokratik Hukuk Devleti, Birlikte Yaşama
Sanatı, Kültürlerarası Diyalog, İslam ve Laiklik gibi konuların işlendiği ve
platform sonrası hazırlanan sonuç bilgilerinin kamuoyuna sunulduğu
anlaşılmaktadır.
Cemaatin öğrenci faaliyetleri ve ticari faaliyetler olmak üzere iki tür faaliyeti
bulunmaktadır.
Öğrenci faaliyetleri: Öğrencilerin yiyecek, giyecek ve barınma ihtiyacını karşılama
şeklinde özetlenebilecek bu faaliyette cemaate mensup maddi durum zayıf ve uzak
illerden gelen öğrencilerin, kamuoyunda ‘Işık Evleri’ diye nitelendirilen öğrenci
evlerinde barındıkları, bu öğrencilerin ihtiyaçlarının maddi durumu iyi olan
cemaat mensupları veya cemaate sıcak bakan kişilerce karşılandığı,
Ticari faaliyetleri: Esnaf kesimi diye adlandırabileceğimiz ticari alandaki
faaliyetlerinin vakıflar, şirketler, basın-yayın ve finans alanında ağırlık kazandığı,
bu amaçla çeşitli meslek gruplarına hitap eden Hür, Aktif, Müteşebbis gibi
isimlerle çeşitli illerimizde dernekler kurulduğu, iş adamlarına yönelik diğer
yapılanmanın da merkezi İstanbul’da bulanan İş Hayatı Dayanışma Derneği
(İŞHAD) olduğu, bu vakıf ve şirketlerin çoğunun orta öğrenim okulları, üniversite
ve dershane açmak amacıyla kuruldukları tespit edilmiştir.
Işık Evleri:
Cemaate mensup ve maddi durumu zayıf, uzak illerden gelen öğrencilerin yiyecek,
giyecek ve barıma ihtiyaçlarının karşılandığı evlerdir.
Kamuoyunda ‘lşık Evleri’ diye nitelendirilen öğrenci evlerinde barınan
öğrencilerin ihtiyaçları, maddi durumu iyi olan cemaat mensupları veya cemaate
sıcak bakan kişilerce karşılanmaktadır. Bu evlerdeki çalışmalar bir disiplin
içerisinde sürdürülmekte ve barınanlara gizliliğe azami derecede riayet etmeleri ve
çevrelerini rahatsız edecek hareketlerden kaçınmaları öğütlenmektedir.
139
Şakird: Işık evlerinde kalan ve talebe-öğrenci manasına gelen erkek öğrenci,
Şakirde: Işık evlerinde kalan ve talebe-öğrenci manasına gelen bayan öğrenci,
Abi: Cemaate daha önceden katılan ve ışık evlerinde daha eski olan öğrenci,
Öğrenci Evi Sorumlusu (imam): Öğrenci evinde ‘abi’ diye bilinen en eski yaşça en
büyük olan ve bu evlerde kalan öğrencilerin tüm maddi ve manevi sorunları ile
ilgilenen ve ‘abi’ diye adlandırılan kişilerdir.
Öğrenci evlerinde Kur’an-ı Kerim, Fethullah Gülen’e ait kitaplar ile Said-i
Nursi’nin Nur Külliyatı olarak bilinen kitaplarının okunduğu yine Fethullah
Gülen’e ait sesli ve görüntülü vaiz kasetlerinin dinlendiği,
Bu evlerde barınan öğrencilerin ihtiyaçlarının özelikle o bölgede bulunan cemaat
Mensubu esnaf tarafından ( himmetli, bağışlayan, hayırsever kişi anlamına gelen)
‘Himmet’ adı altında ayni ve nakdi yardımlarla karşılandığı anlaşılmaktadır.
Dershaneler:
Her kesimden öğrenciye hizmet veren hazırlık dershanelerinde her sınıfın rehber
öğretmeninin bulunduğu, rehber öğretmenin ‘Ser Rehber’ (Rehberlerin Başı, Baş
Rehber) kişilere bağlı olarak faaliyet gösterdiği, rehber ve ser rehber
öğretmenlerin diğer devlet okullarında olduğu gibi öğrencilerin dersleri ve
üniversitede branş seçimi gibi sorunlarıyla ilgilendiği, ayrıca cemaatin görüşlerini
benimseyen kişilerin kurduğu vakıflar ve şirketler vasıtasıyla dünyanın değişik
ülkelerinde açılan okullarda ‘imam’ olarak adlandırılan kişilerin bulunduğu, bu
kişilerin öğrencilerin barınmadan beslenmeye, İslam dininin, Türk örf, adet,
gelenek ve göreneklerinin öğretilmesine kadar tüm sorunlarıyla ilgilendikleri, bu
kişilerin Türkiye içinde olduğu gibi hiyerarşik bir sistem içerisinde ülke imamına
bağlı oldukları anlaşılmıştır.
Grubun, tüm ülke çapında faaliyet gösterdiği gibi ülkemiz dışında da Orta
Asya’daki Türk Cumhuriyetleri başta olmak üzere Kore’den ABD’ye kadar bir çok
ülkeye eğitim temelindeki faaliyetlerini taşıdığı tespit edilmiştir.
Diğer yandan anılan grubun,1990’lı yıllarda kendileri tarafından şeffaflaşma
olarak nitelenen kamuoyuna açılma çabaları doğrultusunda, aynı döneme
rastlayan siyasi radikal İslamcı unsurların söylemlerinin, laik-demokrat kitlede
yarattığı olumsuz İslami imajı değiştirmeye yönelik olarak, uzlaşma ve diyalog
motiflerini sıkça kullanarak, bu kesimlerden farklı, ‘ılımlı bir İslami görüşü’ temsil
ettiği izlenimini vermeye çalıştığı gözlemlenmekte olup, söz konusu grubun
günümüze kadar silahlı herhangi bir faaliyetine rastlanılmamıştır.”
30 yıl arayla yine Ecevit affıyla kurtuldu
Kendisi de, ardında cemaatçilerin arandığı bir “seks kaseti komplosuyla” önce
görevini, sonra da tüm itibarını yitirecek olan Nuh Mete Yüksel’in hazırladığı
140
iddianame, neredeyse Saral ve Ak ekibinin kaleminden çıkmış gibiydi. Telekulak
davasının sanıkları olan bu polis müdürlerinin yaptığı çalışma sırasında kendilerine
gönderilen rapor ve tutanaklardan yola çıkılarak hazırlanan iddianameyle ilgili dava
16 Ekim 2000’de görülmeye başlandı. Yaklaşık 2,5 yıl sürdükten sonra da 10 Mart
2003’te sonuçlandı. 1971 darbesinden sonra 3 yıl ceza almışken 7 ay sonra Ecevit
hükümetinin çıkardığı afla özgürlüğüne kavuşan Gülen, bu kez de Rahşan Affı
olarak bilinen 2000 yılı Aralık ayında çıkarılan 4616 sayılı Af Yasası uyarınca,
aynı suçun 5 yıl içinde tekrar işlenmemesi koşuluyla davası kesin hükme
bağlanmadan ertelenerek kurtuldu. Daha sonra 2006 yılında Gülen’in avukatları, 3
yıl önce Türk Ceza Kanunu ile Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılan değişiklik
üzerine müvekkillerinin yargılandığı suçun unsurlarının değiştiği ve beraat karaı
verilmesi gerektiği iddiasıyla 7 Mart 2006’da yeniden yargılanma talebinde
bulununca dava yeniden ancak DGM’lerin kapatılıp yerine ikame edilen Ağır Ceza
Mahkemesi’nde görülmeye başlandı.
Yeniden yargılamayı AB, beraati emniyet sağladı
Yeniden yargılama yolunu açan ise AB’ye uyum sürecinde 2003’de 3713 sayılı
Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde yapılan değişiklikle terör örgütü
tanımına cürüm işleme ve silahlı eylem şartı getirildi. Yeni yasaya göre terör
suçlarında sadece kasıt değil, cebir ve şiddet unsurunun da bulunması şart
koşulmuştu. Avukatların yeniden yargılama isteğinin gerekçesi de müvekklilerinin
“şiddet ve cebir” kullandığına ilişkin hiçbir delilin olmamasıydı. Yeniden başlayan
ve Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava 2 ay sonra 5 Mayıs 2006’da
sonuçlandı. Savcı Salim Demirci’nin ceza verilmesi yönündeki talebine karşın
mahkeme heyeti Gülen hakkında, TMK uyarınca suçun oluşmadığı hükmüne
vararak beraat kararı vermişti. Yargıtay 9. Ceza Dairesi de 5 Mart 2008’de beraat
karanını onamıştı.
Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsvacılığı, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin TMK
kapsamında verdiği beraat kararına itiraz etti. Savcılık davanının TMK kapsamında
değil TCK 765 sayılı TCK’nın 313/2-4 maddesine göre cürüm işlemek için
teşekkül oluşturmak suçuna göre bakılmasını istedi. Savcılık, Gülen’in Türkiye’de
mevcut Anayasal düzeni değiştirmek ve laiklik ilkesini de kaldırarak, yerine şeriat
esaslarına dayalı devlet kurmak amacında olduğunu iddia ediyordu. Bunun için de
aşamaları, tebliğ, cemaat ve cihat temelinde, yurt içinde ve dışında dershane, okul,
üniversite, yurt, hazırlık kursları ve kurduğu şirketler aracılığıyla eğitimli bir kadro
ve ekonomik bir güç oluşturarak, yönetimde teşkilatlanmayı, devlet idaresini ele
geçirmeyi hedeflediğini öne sürdüğü Fethullah Gülen’in yurt dışına çıktığı 21 Mart
1999 tarihinden sonra da aynı amaç doğrultusunda faaliyetlerini sürdürerek,
teşekkülün varlığını koruduğunu iddia etti. Ancak Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda
141
bu itiraz oy çokluğuyla reddedilerek beraat kararı kesinleşmiş oldu. Beraat
kararının çıkmasında, Emniyet’in Fethullah Gülen cemaati hakkında verdiği “terör
örgütü değil” denilen bilgi notun da etkisi büyüktü. Gülen’in avukatları yeniden
yargılanma başvurusunu yapmadan önce 24 Şubat 2006’da Bilgi Edinme Yasası
kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğü’ne başvurarak, Fethullah Gülen ve
cematine ilişkin bazı sorular sormuş ve yanıtları da resmi olarak verilmişti.
Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Ramazan Er imzasıyla 3 Mart 2006’da verilen
ve Gülen’in beraat etmesine büyük katkısı olan yanıtta şöyle yazıyordu: “Fethullah
Gülen’in üyesi olduğu veya olmadığı halde kendisiyle ilişkilendirilen vakıf, dernek,
eğitim kurumları ve sair kuruluşlar ile tüzel kişilerin TMK 1. madde kapsamında
bir örgüt olmadıkları, cebir ve şiddet kullanarak terör yöntemlerine başvurmak
suretiyle Anayasal düzeni değiştirmek amacını gerçekleştirmek için bir araya
geldiklerine ve eylemde bulunduklarına dair bir bilgi ve belgeye
rastlanılmadığından sözü edilen kişi ve kuruluşlar TMK kapsamında
değerlendirilmemektedir.”
Kuşkulu tesadüfler zinciri
Gazeteci Saygı Öztürk, o dönem çalıştığı Star Gazetesinde, “Savaş Baltaları”
başlıklı ilginç bir yazı kaleme almıştı79. 2010 yılında çıkardığı, “Okyanus
Ötesindeki Vaiz” isimli kitabında da yer verdiği bu olay Gülen’in yargılandığı
davaya ilişkin ilginç “tesadüflere” kuşkuyla yaklaşıyordu. Öztürk yazısında, Saral
ve ekibinin yürüttüğü soruşturmada Ankara DGM’ye ilk suç duyurusunun 21 Nisan
1999’da yapıldığını belirterek kuşkuyla baktığı tesadüfleri şöyle anlatıyordu: “Bazı
suçların affını öngören tasarı 18 Nisan’dan önce işlenmiş suçları kapsamasına
rağmen, bu daha sonra 23 Nisan’a uzatıldı. Yani Fethullah Hoca peşinen yırttı.
Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral, yardımcısı Osman Ak ve gizli çalışmayı
yürüten diğer görevliler 8 Haziran’da (1999) görevden alındı. Rastlantıya bakın,
Fethullah Gülen’e devlet tarafından verilen koruma görevlisi Başkomiserin
Amerika’daki görev süresi de 12 Haziran’da bir ay uzatıldı. Bakıyorsunuz bir
yandan Fethullah Gülen grubu ile ilgili çok gizli çalışmalar yürütülüyor,
araştırmalar yapılıyor, bir yandan da devletin Amerika’da bile Fethullah Gülen’i
koruduğu ortaya çıkıyor. Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve ekibini ‘yok
etmek’ için ciddi bir planın uygulamaya konulduğu ortaya çıkıyor. Emniyet
örgütüne de açık açık ‘Fethullah Hoca’ya uzanan eller kırılır’ mesajı veriliyor olsa
gerek.”
Öztürk bu kuşkusunda haklı mı bunu bilenlerin açıklaması gerek ama bizce de bu
tesadüfler zinciri çok ilginç. Şöyle ki; 13 Mart 1999’da Gülen cemaatine bağlı
79 Star Gazetesi, 26 Eylül 1999
142
İzmir’deki Işık Evleri’nde iki askeri okul öğrencisinin yakalanmasıyla bunu
“orduya sızma girişimi” olarak değerlendiren TSK’nin sert tepkisini çeken Gülen’le
ilgili Ankara Emniyet Müdürü Saral ve ekibi de yürüttükleri çalışma sonunda
düzenledikleri raporun ilk bölümünü 18 Mart 1999’da İDB ve Teftiş Kurulu
Başkanlığı’na gönderdi. Raporda Gülen grubunun Emniyet içindeki örgütlenmesi
ve yurtçapında yürüttüğü faaliyetler anlatılarak konunun DGM kapsamına girip
girmediğinin araştırıldığı belirtiliyiordu. Elbette ki raporun gönderildiğinden haberi
olan ve DGM’ye de intikal ettirileceğinden kuşkusu olmayan Gülen, 21 Mart
1999’da tedavi amacıyla ABD’ye hicret etti. 16 Nisan 1999’da ise yürütülen
soruşturmanın ikinci raporuyla birlikte Emniyet içinde cemaatle bağlantılı oldukları
öne sürülen polislerin listesi de yine İDB ve Teftiş Kurulu Başkanlığı’na
gönderildi. 21 Nisan 1999’da bu iki rapordaki bilgiler Ankarak DGM
Başsavcılığı’na iletildi. İşte bu aşamadan sonra, Gülen’in yargılandığı davaya
ilişkin en önemli değişiklikte gerçekleştirilerek daha önce 18 Nisan 1999’la
sınırlanan ve Rahşan Affı olarak bilinen 4616 sayılı Şartla Salıverilme Yasası’nın
sınırlandırıldığı tarih 23 Nisan’a çekildi. Saral ekibi 5 Mayıs 1999’da o güne dek
yaptıkları tüm çalışmaları içeren bir raporu toplu olarak Teftiş Kurulu
Başkanlığı’na gönderdi. Zaten aynı günlerde patlak veren Telekulak skandalı
nedeniyle de Saral ve Ak ekibi görevlerinden alınacaktı.
Ergenekon sanığı Saçan cemaati araştırmak istedi
Hicret ettiği ABD’de yaşayan ve tutuksuz yargılanan Fethullah Gülen’in davasının
sürdüğü günlerde, Cevdet Saral’ların hazırladığı garip liste nedeniyle adı
Fethullahçı’ya çıkmış bir polis müdürü 16 Temmuz 2001’de İstanbul DGM’ye
başvurarak, planladığı büyük bir operasyon için izin istiyordu. Kaderin garip
cilvesi, kendisine Fethullahçı denmişken, 2008’de kendisini Ergenekon sanığı
olarak bulan ve bir süre cezaevinde yatan bu polis İstanbul Organize Suçlarla
Mücadele Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan’dı. Dönemin İstanbul DGM
Başsavcısı Aykut Engin Cengiz, Saçan’ın talebi üzerine 23 Temmuz 2001’de
operasyona izin verdi. Saçan’ın yürütmek istediği operasyonda Fethullah Gülen’le
ilgiliydi. İstanbul’da yaptığı başarılı çete operasyonlarının yanı sıra hakkındaki
işkence idiaları da bulunan Adil Serdar Saçan, emniyet ve askeri bürokrasiden, iş
dünyasına dek Fethullah Gülen ve cemaatinin oluşturduğu iddia edilen “silahsız
terör örgütü”nü ortaya çıkarmayı kafasına koymuştu. Ama iddiasına göre bu
operasyon da yine bizzat Emniyet içindeki Fethulahçı istihbaratçı çetesi tarafından
engellenecekti. Adil Serdar Saçan bu iddiasını İstanbul DGM Başsavcılığı’na
yazdığı bir yazı ile de resmi hale getirmişti.
İstanbul KOM Şube Müdürü olarak 16 Temmuz 2001’de DGM Başsavcılığı’na
gönderdiği, B05.1.EGM.4.30.00.16.Opr..Br2001/585 sayılı yazısının konu kısmına
143
“Fethullah Gülen ve Grubu” yazan Saçan operasyon yapma nedenini şöyle
açıklıyordu:
“Şubemiz görevlilerince yapılan çalışmalar neticesinde ülkemizde Fethullah Gülen
grubu olarak bilinen silahsız terör örgütünün özellikle İstanbul ilinde yoğun
faaliyetlerde bulunduğu, ülke genelinde maiyet adı altında 350 kişiden oluşan bir
gruplarının olduğu bunun altında ana mütevelli heyet, bunun altında da mütevelli
heyet olduğu tüm oluşumların başında baş imam olarak Fethullah Gülen’in
bulunduğu, İçlerinde,
Bölge İmamı------ (Serrehber Talebe sorumlusu)
(Yurt Müdürü)
↓↓↓↓↓
Esnaf İmamı
↓↓↓↓↓
Mıntıka İmamı
↓↓↓↓↓
Küçük Esnaf İmamı, olarak yapılandığı
Ayrıca Yüksek İstişare Konseyi (Ayda bir toplanır), Bölge İstişare (ayda bir
toplanır) konseylerinin oluşturulduğu, Bölge İstişare konseyinin altında bölge
sorumluları, semt sorumluları (15 günde bir toplanır), ev sorumluları (ayda bir
toplanır) oluşturulduğu, İstanbul ili imamı A.K. olduğu, 4 bölgeye ayrılan
İstanbul’da,
1- Suriçi Bölge imamı C.K.
2- Şirinevler Bölge İmamı A., S., O. T.
3- Gaziosmanpaşa, Esenler, Bayrampaşa bölge imamını Süleyman….
4- Anadolu yakası bölge imamı H.B. (Aynı zamanda il imam yardımcısı) oldukları
H.B.’nin yardımcılığını F. Ö.’nün yaptığı, şahsın Kartal, Maltepe, Altunizade FEM
dershanelerinde tarih derslerine girdiği, bu hiyerarşik yapılanmada finansal
sorumlunun İ.K. olduğu bu gruba bağlı müesseselerin Asya Finans, Yeni Limit
Dergisi, Feza Basımevi, Işık Yayınları, Nil A.Ş., Zaman Gazetesi, Samanyolu TV,
Burç Film, Dünya Film olduğu;(isimler rumuz olacak – Ahmet Şık notu)
Ayrıca Akyazı Vakfı, Marmara Eğitim ve Kültür Vakfı, Kılıçaslan Vakfı,
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Yamanlar Koleji, FEM Dershanelerinin de Gülen
grubuna ait olduğu;
Anılan grubun, İstanbul merkezli olmak üzere esnaf, mıntıka, küçük esnaf, askerler,
polisler, diğer kamu görevlileri imamlarıyla üyelerinden her ay belirli miktarda
para topladıkları, bu paraları bölge imamı vasıtasıyla finans sorumlularına
iletildiği, paraların özellikle istihbarat şubesinde görevli mensuplarınca resmi
arabalarla nakledildiği para vermeyen ya da gruptan ayrılmak isteyenlerin
mensuplarının gerek özel yaşamları ile ilgili oluşturulan arşiv sayesinde şantaj
yapmak suretiyle korkutularak, gerekse tehdit yoluyla sindirilerek grupta
144
kalmalarının veya para vermelerin sağlandığı, özellikle İstihbarat Dairesi
Başkanlığı ve önemli illerin İstihbarat Şube Müdürlükleri ile Narkotik, Mali ve
Organize Şuçlarla Mücadele Şube müdürlükleri teknik takip birimlerini ellerine
geçirdikleri, bu yolla düşman addettikleri kişiler hakkında arşiv çalışması yaparak
bunu muhtemelen gazetesi arşivinde sakladıkları, grubun asıl amacının başlangıçta
silahsız mensupları vasıtasıyla T.C. devletinin üç temel gücü olan yasama, yürütme
ve yargı erklerine gizlice sızmak ve devlet rejimini değiştirerek dini esaslara dayalı
Said-İ Nursi düşünceleri temelinde bir Kürt-İslam devleti kurmak olduğu yönünde
ciddi istihbari bilgiler edinilmiştir.”
Saçan aynı gün İstanbul DGM Başsavcılığı’na da bir yazı yazarak cemaatle ilintili
olduğunu iddia ettiği Asya Finans Kurumuyla ilgili de bir çalışma yapma talebinde
bulunuyordu. B.05.1.EGM.4.34.00.16.Opr.Br.2001/585 sayılı Asya Finans konulu
talep yazısında Saçan şöyle deniyordu: “DGM Cumhuriyet Başsavcılığının şifahi
talimatlarında, Asya Finans isimli finans kurumunun halka yüksek faiz karşılığı
krediler verdiği ve geri ödemeleri temin etmek için silahlı çete oluşturmak suretiyle
zor kullanma ve tehdit yolu ile para tahsilatı yaptıkları bildirilmiş; şubemiz
görevlilerince yapılan istihbari çalışmalar neticesinde konunun doğruluğunu teyit
eder nitelikte bilgiler elde edildiğinden, 4422 sayılı kanununu 1. ve yine 4422 sayılı
kanunun 6. Maddesi uyarınca proje çalışma grubu oluşturulması hususunda
gerekli talimatın verilmesini delaletlerinizle arz ederim.”
“Cemaatçi polisler soruşturmayı engelliyor”
Saçan, 1991’de İDB’de görevliyken Emniyet içindeki irticai yapılanmayla ilgili
yürütülen soruşturmada, konuyla ilgisi olmamasına karşın cemaatçi polislerin
girişimleriyle görevden alınanlar arasındaydı. Aynı şekilde, milli görüş çizgisinde
olduğu bilinen Mustafa Gülcü de görevden alınmıştı. Kendilerine yönelik
komployu öğrenen ve cemaatin iç işleyişini bilen Saçan ve Gülcü intikam
arayışındaydı. Bu nedenle de Saçan hiçbir ilerleme kaydedemeyeceği Gülen
cemaati soruşturmasını başlatmıştı. Elindeki bilgiler ışığında, telefon dinlemeler de
dâhil olmak üzere operasyon yapmak isteyen Saçan’ın istediği izin, İstanbul DGM
Başsavcısı Aykut Engin Cengiz tarafından birkaç gün sonra 23 Temuz 2001’de
verilir, Hatta Bekir Raif Aldemir de savcı olarak görevlendirilir. Ancak Saçan ne
kadar uğraşsa da bir türlü sonuç alamaz. Bir adım öteye gidememiştir. Bir yıl sonra,
10 Temmuz 2002’de İstanbul DGM Başsavcısı Cengiz’e bir yazı gönderen Saçan,
Fethullah Gülen ve grubuna yönelik operasyonda ilerleme sağlanamadığını belirtip,
soruşturmanın başka bir birime verilmesini talep ediyordu. Saçan soruşturmanın
ilerlememesinin nedeninin de bizzat Emniyet İDB ve İstanbul İstihbarat Şubesi
içindeki Fethullahçı polis örgütlenmesi olduğunu iddia ediyordu:
145
“Çalışma izni alındığı 23.07.2001 tarihinden itibaren birkaç defa ilgili grubun
izlenmesi için takip ve tarassut faaliyeti icra edilmeye çalışılmış ve inanılmaz baskı
ve engellemelerle karşılaşılmıştır. Örneğin A. K.’nin ikameti tespit edilmeye
çalışılmış, ancak bunun duyulması üzerine bizzat tarafıma konunun ne olduğunun
öğrenilmesi için ilin en üst düzey yöneticilerinden baskı uygulanmıştır (O tarihte
İstanbul Valisi Erol Çakır’dı). Fethullah Gülen grubunun Emniyet içindeki
etkinliği, özellikle İstihbarat Şube Müdürlüğü ve Daire Başkanlığının teknik takip
birimlerinde odaklanmaktadır. Bu nedenle ilgili birimlerden habersiz dinleme ve
izleme faaliyetlerinde bulunulması başlangıçta planlanmış ancak 30.10.2001 tarihli
talimatnamenin bentlerine göre bu birimlerden habersiz, yargı kararı da olsa
teknik takip ya da izleme faaliyetlerinin yapılması imkânsız hale getirilmiştir. Bu
talimatnamenin de esasen bu grubun girişimleriyle çıkartıldığı kanaati tarafımızda
mevcuttur. Yine 2001 yılında yapılan idari düzenlemelerle80 İstanbul ilinde özellikle
GSM dinlemeleri İstihbarat ve KOM Daire Başkanlıkları üzerinden yapması
zorunluluğu getirilmiş, böylece tarafımızdan alınan dinleme kararlarının İstihbarat
ve KOM Daire Başkanlıklarınca kontrol edildiği hatta 4422 sayılı yasaya aykırı
olarak adı geçen daire başkanlıklarınca dinlenilmesi olanağı sağlanmıştır.
Yukarıda açıklanan sebeplerden dolayı Şube müdürlüğümüzce verilen görevin
bugüne kadar yerine getirilmesinin olanaksız olduğu kanaati hâsıl olmuştur. Bu
nedenle ilgili çalışmanın yerine getirilmesi için teknik takip ve tarassut
faaliyetlerinde bulunmak üzere uygun göreceğiniz Emniyet dışı birimlere talimat
verilmesi ve operasyonun bu birimlerin desteğinde Şube Müdürlüğümüzce
yapılması için gerekli görüş ve talimatlarınızı arz ederim.”
Komplo kurulacak iddiası
Adil Serdar Saçan bu yazısından kısa bir süre sonra 10 Temmuz 2002’de yine
İstanbul DGM Başsavcısı Aykut Cengiz Engin, Ankara DGM Başsavcılığı ve
Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’na aynı içerikli bir yazı gönderdi. Yazıda
Fethullahçılarla ilgili başlatılan proje çalışma grubundan bahsedildikten sonra,
“Ancak Fethullahçı grubun ileri gelenlerinin örgüt lideri Fethullah Gülen’in
talimatıyla almış oldukları karar gereği önümüzdeki günlerde, bu grubun emniyet
içerisindeki işbirlikçileri ile birlikte eski Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral
Atilla Ateş, eski 2. Ordu Komutanı Orgeneral Kemal Yavuz, Genelkurmay Adli
Müşaviri Tümgeneral Erdal Şenel, Askeri Yargıtay üyesi Albay Tanju Güvendiren,
80 Telefon dinlemelerdeki keyfiliği önlemek ve Telekulak skandalının tekrarlanmaması için tedbir
niteliğinde bir yasal düzenleme yapılmıştı. Her ilin şube müdürünün herhangi bir yargı kararı alıp,
merkezi denetim olmadan dinleme yapması büyük sorunlar yaratacaktı. Bu nedenle Saadettin Tantan’ın
İçişleri Bakanlığı döneminde çıkartılan yasayla yetki ve düzenleme amacı güdülmüştü.
146
Ankara 2 Nolu DGM Başkanı Hüseyin Eken, Ankara 2 Nolu DGM üyesi Yunus
Kayrabıyıkoğlu ve Ankara DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel’e karşı devletin
çeşitli makamlarıyla, basın ve yayın organlarına isimsiz ve asılsız ihbar mektupları
gönderecekleri, ayrıca şantaj amaçlı olarak hazırlanmış montaj kasetlerin
televizyon ve basın kurumlarına gönderilerek yukarıda adı geçen devlet
görevlilerinin karalanması, sindirilmesi yoluyla görevlerinden uzaklaştırmya
çalıştıkları, X şahıs ile yapılan görüşme sonucu tespit edilmiştir” deniliyor,
iddiaları dile getiren ve X koduyla anılan muhbirin ifadesine ilişkin tutanakla
birlikte gönderiliyordu.
Aslında böyle bir ihbar ya da herhangi bir bilgi yoktu. Seks kasedi skandalı
nedeniyle görevden alınacağı önceden öğrenilen DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’i
kurtarma planının bir parçası olarak, üst düzey bir askeri yetkilinin girişimiyle bu
düzmece olduğu düşünülen ihbar devreye sokulmuştu. Saçan’ın belirttiği konuya
ilişkin bir rapor düzenlenmesi önce Ankara’da İDB’de üst düzey bir görevliye
teklif edilmişti. Ancak teklifin reddedilmesi üzerine amaçlarını gerçekleştirmek için
iddiaya göre Adil Serdar Saçan’a bu düzmece yazı yazdırılmıştı. Teklifi kabul
etmeyen İDB’de görevli üst düzey emniyetçi ise görevden alınmıştı.
Saçan’ın gönderdiği bu yazıya İstanbul Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’den 26
Temmuz 2002’de gelen yanıtta ise Gülen cemaatine ilişkin proje çalışma grubunun
takip ettiği olayla ilgili Ankara DGM Başsavcılığı’nın soruşturma yürüttüğü ve
ilgili kolluk kuvveti olarak da Ankara İl Jandarma Komutanlığı’nın tayin edildiği
belirtiliyor ve çalışma sonunda elde edilecek delillerin İstanbul KOM Şube
Müdürlüğü’nün yürüttüğü tahkikatta elde edilecek bulgularla birleştirileceği
anlatılıyordu. Saçan’ın aralarında askerler ve yargı mensupların bulunduğu bazı
kamu görevlilerine ilişkin komplo kurulacağına ilişkin yazısına da, iddia edilen
faaliyetlerle ilgili tespitler yapıldığı takdirde bu belge ve delillerin de ön çalışma
evrakına eklenerek ilgili savcı olan Bekir Raif Aldemir’e iletilmesi isteniyordu.
Polisler Fethullahçı, jandarma dinlesin
Saçan’ın, Ergenekon’un delil klasörleri arasında yer alan bu konuyla ilgili son
yazısı ise, Fethullah Gülen hakkında dava açan dönemin Ankara DGM Savcısı Nuh
Mete Yüksel’e gönderdiği yardım talep eden başvurusuydu. Saçan, İstanbul
Emniyeti’nde “Fethullah Gülen Cemaatiyle ilgili Proje Çalışma Grubu”
oluşturulduğunu anlattığı yazısında Savcı Yüksel’e, “Bu grubun emniyet ve
özellikle de İstihbarat ile Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire
Başkanlıklarında yuvalanmış işbirlikçileri nedeniyle çalışmalar
neticelendirilememiş ve GSM telefon udinlemelerine ancak Ankara’da bulunan bu
daire başkanlıkları aracılığıyla yapıldığından, çalışmaların gizliliği ortadan
kalktığı ve bu gruba yönelik telefonların iletişimlerinin tespitinin Ankara İl
147
Jandarma Komutanlığı’nca yürütüleceği bildirildiğinden, yukarıda bahsedildiği
üzere bu örgütün emniyet içindeki uzantıları ile yine bu şahıslarla irtibatlı olan
Zaman Gazetesi İstanbul Haber İstihbarat Müdürü F. M. isimli şahsın telefonları
aşağıda belirtilmiş olup gereğini arz ederim” diyordu.
Saçan’ın, gazeteci F. M. dışında telefon numaralarını vererek jandarmanın
dinlenmesini istediği kişiler ise Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB)
Teknik Daire Başkanı B. A., istihbaratçı emniyet müdürlerinden N. E. ile Zaman
gazetesinin yazarı S. U. ile soyadı belirtilmeyen Coşkun isimli bir kişiydi.
Saçan’a neler oldu?
Burada ilginç bir ayrıntının altını çizmek gerekiyor. Adil Serdar Saçan’ın İstanbul
ve Ankara DGM Başsavcılığı ile Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’na gönderdiği
ve bazı rütbeli askerler ile yargı mensuplarına komplo düzenleneceğini öne sürdüğü
“düzmece” yazının tarihi 10 Temmuz 2002’ydi. İlginçtir Saçan’ın yazısında adları
bulunan askerlerden Atilla Ateş dışındakilerin hepsi Ergenekon sanığı olurken,
Ankara DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel ise gizli kamerayla çekiymiş seks kaseti
görüntülerinden sonra aldığı kınama cezasıyla DGM’ye veda etmişti. Ergenekon
soruşturmalarından 5 yıl önce Fethulahçılarla ilgili soruşturma yapmaya kalkan
Adil Serdar Saçan da, Fethullahçılara karşı mücadaleye girişen herkesin başına bir
bela açıldığı gibi kendini bu davanın sanıkları arasında buldu. Yargılaması
sırasında mahkemede yaptığı savunmasında81 Saçan yürütmek istediği ancak sonuç
alamadığı tahkikatın yukarıda yer vermediğimiz ayrıntılarını özetle şöyle
anlatıyordu:
“Haziran 2001’de Hasan Özdemir yeniden İstanbul Emniyet Müdürü oldu. Bir gün
makamına çıkarak Emniyet Örgütü içerisindeki Fethullahçı yapının çok tehlikeli
bir hal almaya başladığını anlattım ve bu konuda özellikle İstihbarat Şubesinde
örgütlenme olduğunu bildirdim. Hasan Özdemir bu olayı fazla önemsemedi ve
birkaç amiri istihbarattan başka birimlere atadı. Hatırladığım kadarıyla bunlardan
biriside H. Ü. Y.’dır. Hasan Özdemir’e bu durumu anlatmadan önce elemanlarım
vasıtasıyla yaptırdığım araştırma sonucunda Fethullahçı örgütlenmenin güçlenerek
tehlikeli hale geldiğini tespit ettim ve DGM Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’den
çalışma talep ettim. İzin verildi ancak çalışma başladığı gibi fiilen bitti. Başta İl
Valisi Erol Çakır’ın dönemin Başbakan Yardımcısı’nın talimatıyla tarafıma yaptığı
baskılar olmak üzere Emniyet örgütünde mevzilenmiş tüm cemaat mensuplarının
müthiş direnişleriyle çalışma akamete uğratılmıştır. Ne yazık ki bu direnişte
müdürü olduğum şube içerisindeki o tarihte bu durumlarını bilmediğim cemaat
mensupları gizliden gizliye başı çekti ve çalışma için yazılan yazılara emrimle ‘çok
81 http://www.celalulgen.av.tr/savunma/Savunma.pdf
148
gizli’ kaşesi vurulduğu halde aynı gün izin aldığımız deşifre oldu. Hasan Özdemir
beni çağırarak ‘A. K. kim? Başbakan Yardımcısı Mesut Bey aradı. Hakkında
çalışma mı yapıyorsunuz?’ diye sordu. Çalışmanın sızdığı ortadaydı. ‘Hayır,
yapmıyoruz’diyerek çıktım. Bu nedenle çalışmayı durdurup biraz soğutmak istedim.
Arada başsavcıya sözlü olarak durumu anlattım. Etrafımız öyle bir sarılmıştı ki
etrafımız, bu gruba operasyon yapmanın olanaksız olduğunu fark ettim... Temmuz
2001’de ön çalışma İznini DGM’den aldığım an Emniyet örgütü içerisindeki ve
birçoğunu ne yazık ki sonradan öğrendiğim Organize Suçlar Şubesi’nde emrimde
çalışan görevliler sayesinde tüm Fethullahçılar olaydan haberdar oldular. Zaten
iki ya da üç gün sonra daha önce anlattığım vali ve emniyet müdürü müdahaleleri
geldi. Bu izin ve Emniyet Müdürü Hasan Özdemir’e Fethullahçı örgütlenmenin
boyutunu anlatmam üzerine yaptığı birkaç tayin nedeniyle İstihbarat Şube
Müdürlüğünde görevli çok sayıda Fethullahçı amir, şube içerisinde bir toplantı
yaparak benden intikam alacaklarına dair yemin etmişlerdir. Bu yeminleri orada
çalışan ve Fethullahçı olmayan ve yine şubemdeki bazı amirlerce bana bildirildi.
Beni 2001 yılı Temmuz ayından itibaren büyük düşman ilan ettiler ve gerçekten de
intikamlarını aldılar. Fethullahçılar, izin yazısını aldığım an Veli Küçük’le ve
Sedat Peker’le ilişkili olduğum dedikodularını yaymaya başladılar. Bugünkü adıyla
Ergenekoncuydum…”
“Fethullahçı polisler suç üretiyor”
Saçan, DGM’den Fethullahçılara ilişkin yürüteceği soruşturmanın izinin
alınmasından sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü’ndeki
Fethullahçı kadroların müdürü olduğu KOM Şubesine boykot uyguladığını hatta
ortak çalışmalar hakkında bile hiç bir bilgi ve belge vermemeye başladıklarını da
savunmasında dile getirdi. Kendisi hakkında internet üzerinden elektronik posta ve
karalama yazılarının dolaşıma sokulduğunu anlatan Saçan, cemaatle ilintili basın
organlarında hakkında olumsuz haberler yayımlanıp, birçok ihbar telefonu ve
isimsiz imzasız ihbar mektuplarının ilgili makamlara yollandığını da söyledi.
Özellikle Ergenekon soruşturmalarında çok sık başvurulan bir yöntem olan isimsiz
ihbar telefonları ve mektupları ile elektronik postaların Fethullahçı polisler
tarafından yönlendirilen ve kontrol edilen tüm operasyonlarda kullanıldığını öne
süren Saçan, “Hâkim oldukları İstihbarat ve Organize Suçlar birimlerinde yasal
olmayan yollardan dinleme yapıp izledikleri hedefleri hakkında istedikleri suçu
yaratabilecek ve bu suçla teknik dinleme ve izlemeleri uyumlu hale getirebilecek
düzenleme yapabilmektedirler. Böylece diledikleri suç malzemelerini hedef şahısta
bulabilecek ortamı hazırladıktan sonra yaptıkları soruşturmayı yasal hale
dönüştürmektedirler. Yani önce yasal olmayan yollardan suç ve delil ihdas edip
sonra ihbarlarla konu kendilerine yeni intikal etmiş gibi işleme başlamakta,
149
savcılık ve mahkemeleri de aldatmakta ve inandırmaktadırlar” diyordu. Saçan
bunun örneğinin de kendi başına geldiğini şöyle anlatıyordu:
“Bu iddialarıma somut örnek yargılandığım Ergenekon iddianamesine de konu
olan Duyu-San Ltd. Şirketi baskınında görülecektir. Babasını tanıdığım bir tiner
bağımlısı çocuk, Organize Suçlar Şube Müdürü Ayhan Buran ve Organize ile
İstihbarat Şubelerinden sorumlu Müdür Yardımcısı tarafından kullanılarak,
babasının işyerinin El Kaide Bomba İmalâthanesi olduğuna dair telefon ihbarı
yaptırılmış, bu ihbar üzerine düzenekten habersiz bir Terörle Mücadele Şube Ekibi
ihbarda geçen işyerine gidip ihbarın asılsız olduğuna dair bir rapor tutmuştur. Bu
rapora rağmen sanki oraya hiç gidilmemiş gibi DGM Savcılığından ihbar tutanağı
esas alınarak arama kararı alması istenmiş ve DGM Hâkimince ‘El Kaide
örgütünün bomba imalathanesinin aranması için’ yasal arama izni verilmiş bunun
üzerine ertesi gün aynı yere onlarca polisle gidilip bomba imalathanesi yerine
‘Organize Suçlar Şube Müdürü olduğum döneme ait binlerce sayfa, evrak, kaset
sureti vs’ bulunmuştur. Olay tarafımızdan tek tek tespit edilip savcılığa başvuru
yapılmıştır. Bu yüzden dönemin Organize Suçlar Şube Müdürü A. B. adli görevi
kötüye kullanmak ve adli mercileri yanıltmaktan halen Fatih 5. Asliye Ceza
Mahkemesi’nde yargılanmaktadır. Ancak bu operasyon nedeniyle hem meslekten
çıkartıldım, hem adli ceza aldım…”
Saçan’ın dikkat çektiği tesadüfler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder