3 Nisan 2011 Pazar

Imamin ordusu.149-200...sayfa...


Saçan’ın dikkat çektiği tesadüfler
Saçan savunmasında, Fethullahçı örgütleneminin merkezi olarak görülen Emniyet
teşkilatındaki birtakım tesadüfler zincirine de vurgu yapmıştı. Kendisinin de bizzat
tanık olduğunu söylediği emniyetteki cemaat ögütlenmesinin 1978’lerde özellikle
polis okulları, polis koleji ve akademisinde faal halde bulunduğunu belirten Saçan
şöyle diyordu: “Başlangıçta eğitim, personel, okullar gibi geri plandaki birimlerde
sonraları, İstihbarat Daire Başkanlığı ki orada çalıştığım 1988-91 döneminde
müthiş örgütlüydüler, Kaçakçılık, Terörle Mücadele, Asayiş Daire Başkanlığı ve
ilgili il birimlerinde yaygın ve etkili olarak örgütlendiler. Yurtdışına gidişler ve
yurtdışı eğitim kurslarında liyakat cemaate mensubiyetle ölçülmekteydi... Bu
arkadaşlarımız genelde mülayim, dindar, kimseye bir zarar vermeyen sessiz,
ağırbaşlı, dürüst yapıdaydılar. Gün geçtikçe emniyet örgütünde ciddi anlamda
güçlendiklerini görüldü… Savunmama başlarken 1980 yılında üç komiser
yardımcısının Polis Kolejine atandığını ve bundan sonra okuldan Işık Evlerine
gitmelerin başladığını belirtmiştim. Bunlardan birisinin halen İstihbarat Daire
Başkanı R. A. olduğunu söylemiştim. R. A. Trabzon Emniyet Müdürü iken Rahip
Santaro cinayeti oldu. Mc Donald’s bombalandı. Futbolcu Gökdeniz Karadeniz’in
evi ve arabası kurşunlandı, bazı göstericiler linç edilmeye kalkışıldı ve sonunda
Trabzon’dan kalkıp İstanbul’a gelen birileri Hrant Dink’i öldürdü. R. A. İstihbarat
150
Başkanı olduktan sonra Danıştay Saldırısı gerçekleşti ve YÖK baskını oldu. O
dönemki ikinci Komiser yardımcısı Malatya Emniyet Müdürü A. O. K.’dır. Orada
da Zirve Katliamı oldu. Üçüncüsü Mustafa Sağlam’dır. O da Haziran 2009
kararnamesi ile Diyarbakır Emniyet Müdürü oldu. Orayı da dikkatle izlemek lazım.
Yine Atatürk köşesi konusunda tartıştığımız devre arkadaşım H. Ç. 2007 yılında
İstanbul Terörden Sorumlu Müdür Yardımcısı olarak Ergenekon operasyonunu
hazırlayan kişidir. Bunları kesinlikle suç isnadı için söylemiyorum. Yalnızca
hayatın ne kadar ilginç tesadüflere dolu olduğuna olan inancımı anlatmaya
çalışıyorum. Bu arada, beni Ergenekon sanığı da yapan ve meslekten çıkarılmama
enden olan Duyusan şirketinin deposunun basılmasında şikâyetçi olduğum
dönemin Emniyet Müdür Yardımcısı Ş. D. da (şimdi Rize Emniyet Müdürü) Hrant
Dink’in öldürüleceğine dair Trabzon Emniyet Müdürlüğünün resmi yazısını işleme
koymayanlardan birisidir. Dink öldürüldüğünde Rize Emniyet Müdürüydü, ‘Acaba
o gün İstanbul’da mıydı?’ diye sorası geliyor insanın.”82
Türkiye Telekulak Cumhuriyeti
Evet, kitabın ana ekseni, her daim Emniyet içinde varolduğu öne sürülen
Fethullahçı yapılanma. Ama kimi bölümlerde daldan dala atlayıp emniyet dışındaki
yapılanmaları da anlatmaya çalışsak da hepsinin nedeni malum: Bu örgütlenmeyi
sadece Emniyetle sınırlı tutmak fazlasıyla safdillik olur. Öte yandan anlattığımız ya
da anlatacağımız ilginç gariplikler zincirinin bir yerinde karşımıza mutlaka polis
çıkıyor. Daha doğrusu Emniyetin içinde örgütlü olduğu öne sürülen cemaat
teşkilatının polisleri. Karşımıza çıkmadığını düşündüğümüz olaylarda ise insanın
kafasında mutlaka kuşku kalıyor. Özellikle son birkaç yıldır yaygın bir şekilde
internet üzerinden kamuoyuna sızdırılan dinlenen telefon kayıtları, bazen daha
ileriye giderek suçlanmak, ayağı kaydırılmak ya da Ergenekon sanığı yapılmak
istenenlerin seks içerikli görüntüleri bir anda karşımıza çıkıveriyor. İçinde yer alan
özneyi itibarsızlaştırma, söylediklerin ya da söyleyeceklerini değersiz kılma amacı
taşıyan seks içerikli olan görüntülerin özel hayatla ilgili olduğunu ve bizi
ilgilendirmediğini özellikle vurgulamak gerekiyor. Telefon dinleme kayıtlarıyla
ilgili de içeriğinde suç olanların araştırılması ve yargı aşamasına getirilmesi
kesinlikle çok değer taşıyor. Ama burada tartışmamız gereken başka bir olgu
özellikle gözden kaçırılıyor. “Ses kaydı ortaya çıktı”, “Şok görüntüler”,
“Konuşmalar internete düştü” gibi flaş başlıklarla okuyucu/izleyici bağlamında
kamuoyuna duyurulan bu görüntü ve ses kayıtlarını elde eden ya da bizatihi
kaydeden kişilerin suç işlediği. Bunun iki nedeni var. İlki elbette ki ortaya çıkarılan
görüntü/ses kayıtlarının içeriğinde yer alan vahamet ya da suç itirafları. Ama daha
82 http://www.celalulgen.av.tr/savunma/Savunma.pdf
151
önemlisi konuyu içeriğe yönlendirerek yapılan suçu başarılı bir şekilde örtbas etme
gayreti olduğu da aşikâr. Suç olan bu olgu araştırılmadığı gibi, bu dinleme
olanaklarına sahip olan başta Emniyet olmak üzere Jandarma ve MİT’te bu olaylara
ilişkin yapılmış herhangi soruşturmadan da ne mağdurları ne de kamuoyu bilgi
sahibi değil. Hakkında gizlilik kararı bulunan Ergenekon soruşturmalarıyla ilgili
yapılan her haber, yazılan her kitap için soruşturma ve istisnasız bir şekilde dava
açan savcılar, sadece soruşturmanın kolluk kuvveti polis ve yargı makamı olan
savcılık dosyalarında yer alan telefon dinlemelerine dayalı konuşmalarının basın
servis edilmesi hakkında ise kıllarını kıpırdatmadılar. Daha dava açılmamışken,
gizli bir soruşturmanın bilgi ve belgelerine ulaşacak kişi sayısı da kimlerin görevli
olduğu için bilindiği halde savcılıklar bir yana İçişleri Bakanlığı’nın açtığı bir idari
soruşturmaya da tanık olmadık. Ya da açılmışsa sonucunun ne olduğuna dair bir
bilgimiz yok. Zaten işin bu “detay” kısmını da kimsenin sorguladığı yok. Ve en
önemlisi Türkiye’nin tamamının bir “Tele Kulak” cenneti olduğunu artık kimse
inkâr edemiyor. Kitabın hazırlanması aşamasında, kendi telefonlarını dinlendiğini
bildiği gibi yılardır benim telefonlarımın da dinlenmesi nedeniyle, Emniyet
içindeki üst düzey bir yetkili, “Seni farklı numaralardan aradığımda ve XXX
dediğimde çıkıp bakkaldan ya da ankesörlü telefonlardan beni ara” demesi ise
konunun vahametinin bir göstergesi olarak önemli.
Polis eliyle ÇEV’in başına örülen Ergenekon çorabı
Buraya kadar anlattıklarımızdan sonra kitabın ve yukarıda anlatılan vahametle
birebir ilgisi olduğunu düşündüğümüz 2 olayı anımsatmakta fayda var. Bilindiği
gibi Fethullah cemaatinin geniş alana açılmasında ve daha önemlisi ülkenin
günümüzdeki özellikle bürokraside yer alan yönetici kadrolarının devşirilmesindeki
en büyük pay eğitim kurumları oldu. Işık Evleri, dershaneler, yurtlar derken
dünyanın dört bir yanına dağılmış durumdaki ilköğretimden üniversiteye kadar
uzanan irili ufaklı eğitim kurumlarından bahsediyoruz. Bunların bir parçası olarak
da verilen eğitim bursları da bu zincirin önemli bir halkası. Burs alanında cemaatin
hem ideolojik olarak karşısında duran hem de rakibi olan en büyük yapı da
kuşkusuz ki Çağdaş Eğitim Vakfı ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğiydi. Bu
vakıflar, askerler ve köktenlaik çevreleri de arkalarına alarak kısa sürede örgütlenip
Gülenci ve diğer İslamcı cemaatlerin karşısına alarak burs dağıtıyorlar, kız
çocuklarının okula gönderilmesine ilişkin kampanyalar düzenliyorlardı. Askerlerle
ve bazı Ergenekon sanıklarıyla olan dirsek teması ve kimi zaman faşizmle özdeş
tutulan ideolojik saplantıları ayrı bir değerlendirme konusu ama ilginç olan bu iki
kurumun da bir kumpasla 2007’den itibaren adı sıkça anılan Ergenekon
soruşturmalarına dâhil edilmesi oldu. Ergenekon soruşturması ve davalarının zanlı
ya da sanıklarını gerçek suçlarından yargılamaktan çok tamamen bir karalama ve
152
itibarsızlaştırma, siyaset sahnesinde rakiplerini yok ederek tek büyük güç olma
planını bir parçası gibi işlediği tespiti yapmak mümkün.83 Örneğin, yıllarca
ÇYDD’nin başkanlığını yapmış ve ömrünü çağdaş bir Türkiye’nin önemine vurgu
yaparak eğitime adamış olan Türkan Saylan’ın adının da Ergenekon kapsamında
anılması ve hatta evinin basılarak aranması84 bizzat Ergenekon destekçisi
çevrelerden de büyük eleştiri almıştı. ÇEV’in cemaate rakip olması bir yana hedef
haline gelmesinde en büyük etken kuşkusuz ki Fethullah Gülen hakkında açılan
davada müdâhil olarak yer alması ve Işık Evleri’nde yetiştikten sonra “itirafçı” olan
kişileri bulup tanıklık yaptırtmasıydı. Bu nedenle üzerinde baskı kurulmaya
çalışılan ÇEV ve ÇYDD, Saadettin Tantan’ın İçişleri Bakanı olduğu dönemde
kapatılmak istendi. Bu amaçla vakıf ve dernek üzerinde yapılan araştırmalar
incelemelerden bir sonuç çıkmadı. Derken İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle
Mücadele Şube Müdürlüğü Değerlendirme Bölümü’nde görevli komiser B.Ö. polis
kimliğini kullanarak vakfa ajan olarak sızdı. O süreçte evi de kurşunlanmış olan
Yaşer’e hem kendisine hem de vakfa yönelik saldırılara ilişkin yardımcı olacağını
söyleyerek sızan Komiser B.Ö., iddiaya göre önce Fethullah Gülen’le ilgili görülen
davanın tanıkları arasında olan Işık Evleri’nde yetişen “itirafçı”ların kimliğini
öğrenip tanıklıklarından vazgeçmesini da sağladı. Ardından da vakfın dağıttığı
burslardan PKK’lıların da yararlandırıldığı iddiasını oluşturacak gizli kamera
çekimleri gerçekleştirdi.
4 Mayıs 2002’de cemaat bağlantılı Işık TV isimli kanalda bir “özel haber”
yayınlandı. Haber gerçekten özeldi. Çünkü bir polisin çektiği gizli kamera
görüntüleri yayınlanıyordu. Özellikle cemaat medyası başta olmak üzere İslamcı
basının hararetle yer verdiği, tartışıp gündemde tutmaya çalıştığı bu haberin
görüntülerinin İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden nasıl çıktığı ise hiç sorgulanmadı.
Daha sonra Ergenekon sanığı da85 olan ÇEV Başkanı Gülseven Yaşer görüntülerde
83 Bu konu, Ertuğrul Mavioğlu ile birlikte kaleme aldığımız İthaki Yayınlarından“Kırk Katır Kırk Satır” üst
başlığıyla çıkan 2 ciltlik kitabımızda da ayrıntılı olarak anlatılıyor.
84 Ergenekon soruşturması kapsamında şüpheli olarak evinde arama yapılan Türkan Saylan ve gözaltına alınan 12
ÇYDD yöneticisi hakkında, delil bulunamadığı gerekçesi ile 19 ay sonra dava açılmasına yer olmadığına karar
verildi. Ergenekon’un bazı dokümanlarında ve kimi sanıklarda ÇEV, ÇYDD ve üyelerinin adlarının geçmesi üzerine
bu kurumlar ile bağlı kişiler de soruşturmaya dâhil edilmişti. Ancak 2 Kasım 2010’da verilen takipsizlik kararında
şüphelilerin terör örgütü üyesi olduklarına dair haklarında kamu davası açmayı gerektirir nitelikte ve yeterlilikte delil
elde edilemediği belirtildi. Soruşturma kapsamında 13 Nisan 2009’da yapılan operasyonlarda ÇYDD üye ve
yöneticisi 42 kişi gözaltına alınmış, derneğin eski Genel Başkanı Türkan Saylan’ın İstanbul Arnavutköy’deki evi de
dâhil olmak üzere 81 adreste arama yapılmıştı. Operasyon tarihinde kanser tedavisi gören Türkan Saylan, soruşturma
devam ederken 18 Mayıs 2009’da ölmüştü.
85 Ergenekon soruşturması kapsamında ÇYDD ve ÇEV yöneticileri ile üyelerinden oluşan 8 sanık hakkında 13
Aralık 2010’da dava açıldı. İddianamenin kabul edildiği İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından hakkında
yakalama kararı çıkarılan Eski ÇEV Başkanı Gülseven Yaşer ile Fatma Nur Gerçel’in “Ergenekon Silahlı Terör
Örgütüne Üye Olma” ve “Hukuka Aykırı Olarak Kişiler Verileri Kaydetmek” suçlarından 8 yıldan 19,5 yıla kadar
hapisle cezalandırılması istendi. Diğer sanıklar Ayşe Yüksel, Halime Filiz Meriçli, Hamdi Gökhan Ecevit, Ömer
Sadun Okyaltırık ve Aydın Ortabaşı’nın da “Ergenekon Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma” suçundan 7,5 yıldan 15
yıla kadar hapse mahkûm edilmesi talep edildi. Mustafa Namık Kemal Boya hakkında da “Ergenekon Silahlı Terör
153
gizli kamera kaydını yapan ajan polis B.Ö.’yle, ÇEV’in dağıttığı burslardan
PKK’lıların da yararlandırıldığı iddiasını oluşturacak şekilde konuşurken
görülüyordu. Yaşer bu konuyla ilgili yaptığı açıklamalarda, B.Ö.’nün, ÇEV bursu
alanlardan iki kişinin PKK ile temasta olabileceğini söylemesi üzerine konunun
araştırıldığını, hem bu öğrencilerin okuduğu üniversitelerden hem de Cumhuriyet
Savcılıklarından alınan adli sicil kayıtlarında böyle bir bilgiye rastlanılmadığını
söylemişti. Yaşer’in daha sonra yaptığı açıklamalarda “montajlanmış” dediği
çekimler Samanyolu TV ve Kanal 7’de de gösterilip başta Zaman gazetesi olmak
üzere İslamcı cenahın gazetelerinde sıkça işlendi. Gülseven Yaşer’in bu
görüntüleri, cemaat televizyonunda yayımlanmasından 2 gün sonra müdâhili
olduğu Gülen’in yargılandığı davanın 6 Mayıs 2002’deki duruşmasında da
Gülen’in avukatları tarafından bant çözümü sunularak mahkemeye verildi. Hemen
ertesinde de 33 şehit ailesi adına Yaşer ve ÇEV hakkında suç duyurusunda
bulunuldu. Ankara DGM’ye yapılan bu suç duyurusu görevsizlik kararıyla
İstanbul’a gönderildi. 28 Mayıs 2002’de Yaşer’in, İstanbul Emniyet Müdürlüğü
polislerince sorgulanmasından sonra İstanbul 6 Nolu D.G.M. Başkanlığı’nın
verdiği arama emri uyarınca ÇEV’e 3 Haziran 2002’de yaklaşık 20 kişilik polis
grubuyla baskın düzenlendi. Kütüphanede yapılan aramanın ilk dakikasında ise
PKK yanlısı el broşürleri ile 2 adet Abdullah Öcalan’ın kitabı bulundu.
Kütüphanedeki tüm kitaplarda ÇEV mührü olmasına rağmen bu kitaplarda yoktu.
Bulunanlar arasında vakıf çalışanlarının daha önce görmediklerini iddia ettikleri
birkaç CD de vardı. İşte o CD’lerden birinin içinde de, ilginç bir tesadüf eseri
ÇEV’in de müdahil olduğu Gülen davasının görüldüğü Ankara 2 No’lu DGM
Savcısı Nuh Mete Yüksel’in bir kadınla sevişirken gizli kamerayla çekilmiş
görüntüleri vardı.
Nuh Mete Yüksel’in kudretini ve itibarını bitiren kaset
Nuh Mete Yüksel, doğruluğu ya da hukuk sınırları içinde olup olmadığı tartışılsa da
başta Gülen cemaati olmak üzere dini yapıdaki her örgütlenme ve kişiye karşı
soruşturma ya da dava açan kimliğiyle bilinen bir savcıydı. Kendisini elbette
aklamaya çalışmıyoruz. Hatta başından sonuna dek iyi bir eleştiriyi hak ettiğini,
yaptıklarının hukuk bağlamında değil ideolojik altyapıyla olduğunu söylemek
yanlış olmaz. Ancak bu durum, kendisinin de ilk günden itibaren sadece malum
grubu işaret ederek “komplo” dediği olayı irdelemememiz gerektiği anlamına
gelmiyor. Şu tespiti net olarak ortaya koyabiliriz: Yüksel’in başına yakan Fethullah
Gülen ve cemaatine dokunmasıydı. Yüksel’in ayağı planlı bir tezgâhla kaydırıldı.
Örgütüne Üye Olma”, “Devletin Güvenliğine İlişkin Gizli Belgeleri Temin Etme” ve “Özel Hayatın Gizliliğini İhlal
Etmek” suçlarından 12,5 yıldan 30 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması talep edildi.
154
Bu yapılırken, yine Gülen cemaatinin hedefinde olduğu kuşku götürmeyen ÇEV de
bu planlı tezgâhtan payına düşeni aldı. Bir taşla iki kuş vurulmuştu. Hem cemaatin
burs alanındaki en büyük rakibi hem de cemaatin lideri Gülen’in yargılandığı
davanın savcısı kamuoyu önünde itibarsızlaştırılıyordu. Gelinen noktada zaten
şimdi hem ÇEV hem de ÇYDD Ergenekoncu olmakla suçlanıyor.
Görüntülerin ÇEV’e yapılan baskında ortaya çıkmasından sonra Savcı Yüksel,
konuyu bildiğini, kendisine bir hafta önce kargoyla gönderilerek telefonla şantaj
yapılmak istendiği açıklayacaktı. Star gazetesinde, Saygı Öztürk, “Tantan Savcıya
Şantajı Açıkladı, Star Yazdı, DGM Belgeledi” başlıklı yazısında bu olayı şöyle
aktarıyordu:
“Savcılara yönelik şantajın boyutlarının nerelere kadar vardığı dün mahkeme
kararıyla da ortaya çıktı. Demek ki bir yandan savcıların telefonları dinleniyor, bir
yandan şantaj kasetleri açıklanıyor. Şantajla karşı karşıya olan isimlerden birisi de
Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel. Dün Yüksel’le sohbet ediyor, kasedin
içeriğini konuşuyorduk. Neden kendisine böyle bir şantaj yapılmak istendiğini de
Nuh Mete Yüksel Star’a şöyle açıklıyor: ‘İrticaya karşı yürüttüğüm inceleme ve
soruşturmalar, beni onlara hedef yaptı. Ama bunları da aşacağım. Beni montaj
seks kasetiyle vurmaya çalıştılar. Bunların hesabı da, yapanlardan sorulacak’.
Şantaj kaseti Nuh Mete Yüksel’e geçen hafta kargoyla gönderildi. Nuh Mete
Yüksel’e kaset ulaştığı sırada, kaseti gönderenlerden birisi telefonla aradı. Kasetin,
içeriğini belirtti ve izledikten sonra kendisini bir daha arayacaklarını söyledi. Savcı
Yüksel, telefonla konuştuğu kişiye, yaptıklarının hesabının adalet önünde mutlaka
sorulacağını belirtti. ‘Beni yolumdan kimse çeviremez’ diye bağırdı. Diğer
savcılar, Yüksel’in bu kadar sinirlendiğine bu güne kadar tanık olmamışlardı.
Savcılar, Yüksel’in odasına gidip onu yatıştırdılar. Kaset, izleme gereği bile
duyulmadan, incelenmesi için Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire
Başkanlığı’na gönderildi…
Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’e ‘kasetli şantaj’ yapıldığı mahkeme
kararıyla da belgelendi. İşte o karar: ‘Ankara DGM Başsavcılığı’nın 6.6.2002
tarih 6.6.2002 tarih ve 2002/3644 Muh. Sayılı yazısında DGM C. Savcısı Nuh Mete
Yüksel’in görevi nedeni ile yürütmekte olduğu soruşturmada şantaj aracı olarak
kullanılmak istenen videokasetinin posta ile kendisine gönderildiği, bu kaset
aracılığı ile yürütmekte olduğu soruşturmaların engellenmeye çalışıldığı
belirtilerek, dosya içerisinde bulunan kasetin montaj olduğunun Jandarma Genel
Komutanlığı’nın Kriminal Daire Başkanlığı raporunda belirlenmiş olduğundan
CMUK’un ekli evrakı tetkik edildi… Ankara DGM C. Savcısı Nuh Mete Yüksel’e
gönderildiği belirtilen ve yaptığı soruşturmalarla ilgili olarak şantaj aracı olarak
kullanılmaya çalışıldığı anlaşılan dosyada mevcut 1 adet Raks VHS tip (Seri No:
21032P13E-30) videokaset üzerinde Jandarma Genel komutanlığı tarafından
düzenlenen Ekspertiz raporunda oda içerisine yerleştirilen gizli bir kamera
155
vasıtasıyla çekilen video görüntülerinin toplam uzunluğunun 4 dakika 52 saniye
olarak tespit edildiği ve görüntülenen her karesinin montaj olduğu
belirtilmiştir.’”86 O dönemde görev yapan üst düzey bir emniyet müdürü,
“Jandarmadan kendisini üzecek bir rapor çıkmayacağını biliyordu. Kendisine,
‘Kasetin montaj olmadığı belli. Emir verin hemen bu komployu açığa çıkaralım.
Kesin sonuç alınacak bilgiler mevcut’ dedim Ama montaj olduğunda ısrar etti. O
dönem Jandarmanın, Nuh Mete Yüksel’i korumak adına verdiği bu karar aslında
cemaati korumuş oldu. Komplo açığa çıkmadı” diyordu.
Zaten konuyla ilgili açılan idari soruşturma kapsamında yapılan incelemelerde
görüntülerin montaj olmadığı da anlaşıldı. Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu
(HSYK) üyelerinin 21 Ekim 2002’de yaptıkları toplantıda kasetin montaj değil
gerçek olduğuna karar vermesi üzerine, FP eski milletvekili Merve Kavakçı’nın
evine baskın yaptığı için de daha önceden de “uyarı” cezası almış olan Savcı
Yüksel’e bu kez “kınama” cezası verildi. Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu’nun,
Savcı Yüksel hakkında başlattığı soruşturmada müfettişler, Hâkimler ve Savcılar
Kanunu’na göre, “Hâkimlik ve savcılık mesleğinin onuruna yakışmayan
hareketlerde bulunduğu’’ gerekçesiyle Yüksel’e kınama cezası verilmesini
istemişti. Yüksel hakkındaki ceza kararı, savcısı olduğu ve bir sonraki celseye esas
hakkındaki mütalaasını vereceği belirtilen Fethullah Gülen’le ilgili davanın bir gün
önce yapılan duruşmasından sonra verilmişti. Ancak aldığı ceza sonrasında Nuh
Mete Yüksel, HSYK tarafından DGM savcılığından dolayısıyla Gülen davasından
da alınarak Ankara Cumhuriyet Savcılığı görevine atandı.
Gülen’e ceza isteyen savcının başına gelenler
Şimdi benzer bir olayı daha aktarmakta fayda var. Olayın taraflarından birisi
haliyle yine Gülen cemaati, diğer tarafında ise yine bir yargı mensubu, Savcı Salim
Demirci var. Fethullah Gülen’in ilkin 1990’daki af kapsamına alınan daha sonra da
AB uyum sürecinde TMK’de yapılan yasal değişikliklerden sonra avukatların
“beraat kararı verilmesi gerektiği” talebiyle yeniden yargılandığı davanın savcısıydı
Salim Demirci. Aynı zamanda Atabeyler Soruşturması’nda da tüm sanıkların delil
yetersizliğinden beraatlerine karar verilmesini talep etmişti. Ankara 11. Ağır Ceza
Mahkemesi’nde görülen Gülen davasının 5 Mayıs 2006’daki karar duruşmasında
mahkeme heyeti beraat kararı verirken Savcı Salim Demirci ise Fethullah Gülen’in
“Şeriat devleti kurmak amacıyla terör örgütü oluşturmak” suçundan
cezalandırılmasını istemişti. Bunun üzerine Savcı Demirci, ceza verilmesinden ısrar
ederek mahkemenin verdiği beraat kararını temyiz için Yargıtay’a başvurdu.
Demirci, temyiz dilekçesinde Gülen’in savunması alınmadan hüküm kurulmasının
86 Star Gazetesi, 8 Haziran 2002
156
usül ve yasalara aykırı olduğunu söylüyor, Emniyetin son raporunun ise daha önce
sunulan bilgilerle çelişkili olduğunu vurguluyordu. Derken 6 Mart 2008 günü,
Savcı Salim Demirci’ye ait olduğu öne sürülen bir ses kaydı önce internette sonra
da başta cemaat bağlantılı olanlar başta olmak üzere İslamcı cenahın yayın
organlarında yayınlandı.
Ses kayıtlarında Demirci olduğu öne sürülen kişi Emniyet güçlerinin Diyarbakır’da
valilik binasını dahi koruyamadıklarını söyleyip Başbakan Tayyip Erdoğan ve
Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala’ya küfürler ediyordu. Bu yasadışı dinleme de,
yine ilginç bir tesadüf Fethullah Gülen’in yeniden yargılandığı dönemde 2006
yılının Nisan ve Mayıs aylarında kaydedilmiş, 2 yıl sonra da tedavüle sürülmüştü.
Youtube’da yayınlanan ve “Demirci’nin 2006 Mart, Nisan ve Mayıs aylarında
önemli bir devlet kurumunda yaptığı konuşmalar” başlığıyla verilen Savcı Salim
Demirci’ye ait olduğu iddia edilen ses kaydındaki ifadeler şöyleydi:
“Diyarbakır’da ne oluyor? Siirt’te güzel oluyor ama. Başbakanın memleketi. Salak
anlamıyor ya halen daha anlamıyor. Ama en sonunda tövbeye geldi. Ulusa sesleniş
mi nedir, tek millet tek devlet, ulan … Bundan iki ay önce Türkiyelilik ha. TC
vatandaşlığı ha. Hayır olacağı belliydi. Askerin dur demesiyle, müdahalesiyle
duruyordu. Asker çekildi şimdi kenara…
Emniyet güçleri Diyarbakır’da valilik binasını dahi koruyamıyor. Az bile vallahi.
Şimdi polis de insan evladı da, şöyle beş on tane gitse abi. Sadece sapan
kullanabiliyormuş, bizim DHKP-C’li çocuklar gibi ha… Ben tavan yaptırmazsam
bu olayları. Ha onu söylüyorum ukalalık değil, beni üç aşağı beş yukarı
tanıyorsunuz…
Diyarbakır’a Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi Hasan Şatır tayin edilse, üç
ayda Diyarbakır’ı mum gibi yapar. Asker, Diyarbakır’daki olayları kenara
çekilerek izliyor. Şemdinli’de terör örgütü üyesinin cenazesindeki gibi Hava
Kuvvetleri, olaylar sırasında alçaktan uçuş yaparak gözdağı verebilir. Asker göz
yumuyordur yaptırmıyordur. Yaptırabilse ne ala, göz yumuyor. Ne yapıyor, bir tek
valiliğin Diyarbakır etrafını bir tabur asker sarıyor. Çünkü bir ilde vilayet düşerse
o il düşmüş demektir abi. O il işgalcilerin, isyancıların eline geçmiş demektir. Ben
valiliği korurum çekilirim kenara…
YÖK’ü harcadılar. Tek tek bitti… Yargıyı bitirdiler. Yargıyı sağ olsun bizim Ömer
Süha Aldan Neşter 2 operasyonunda… Şimdi bizim HSYK üyeleri yeğenlerinin
çocuklarının işlerini bitirdiler, yeğenlerinin kuzenlerinin işleri ile filan
uğraşıyorlar. Onları iyi etkin aktif yerlere getirmeye uğraşıyorlar. Nasıl TBMM’ye
her gelen Meclis başkanı der ki Meclisi dağıtacağım tasfiye edeceğim diye. Şimdi
bu mantıkla bakınca HSYK bu işlerle uğraşıyor, tayin döneminde abi…
Yargı çok başlı. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay başkanları bir tek maaş
zammı için bir araya geliyor. 85 yıllık Cumhuriyet tarihinde abi ilk defa
Yargıtay’ın başında bir tane İslamcı var. Bu kadar basit. Vatandaş Salim ve bir
157
asker çocuğu olarak bu konulardan onları haberdar ederek görevimi yapıyorum…
Ben karşımda devlet göremiyorum. Devlet bir sizi biliyorum biraz MİT’i biliyorum
biraz jandarmayı biliyorum işinize gelirse.”
Hürriyet Gazetesi’nde 8 Mart 2008 günü yayımlanan konuyla ilgili bir haberde
Salim Demirci, “O kişi ben değilim. Başbakana küfredecek kadar aklımı peynir
ekmekle yemedim. Bu senaryolar yakın dönemde sıkça oldu, olacaktır. Adımın
karıştırılmasına şaşırmadım. Bir cemaat lideri için mahkemenin kararını temyize
gönderdim. Ancak bunlar ben de yılgınlık yaratmaz” diyordu. Demirci’nin ses
kaydı, yasal yollardan elde edilmediği için hukuki bir değer taşımamasına rağmen
Adalet Bakanlığı, bu illegal ses kaydına dayanarak savcı Demirci hakkında
soruşturma başlattı. Hatta hakkında iddianame hazırlanarak dava açılması istendi.
İddianame, Başbakan Erdoğan’ın ölen askerlere “kelle” ve Abdullah Öcalan’a da
“sayın” demesi sebebiyle yargılanmasına karar verdiği Osman Kaçmaz’ın başkanı
olduğu Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne geldi. “Şüpheli” sıfatını kullanarak
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de kayıp trilyon davasından yargılanması
gerektiği yönünde karar veren Kaçmaz hakkında “yandaş/candaş” basın
organlarında çıkan haberlerle hakkında inceleme başlatılarak Ergenekon
soruşturmasına dâhil edilmişti. Demirci, kendine ait olduğu öne sürülen ses
kaydının yanı sıra, “Zincirleme şekilde görevi ihmal, kül halinde görevi kötüye
kullanmak” iddialarıyla da suçlandı ve Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu hakkında
soruşturma başlattı. Demirci, 2004-2007 yılları arasında toplam 64 dosyayı 3 aydan
4 yıla kadar, bir kısmını ise zamanaşımı süreleri dolana kadar sürüncemede
bırakmakla suçlandı. Demirci hakkındaki ihmal suçlamalarından biri de bir
uyuşturucu davası içindi. Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Salim Demirci hakkında
“soruşturma açılması için yeterli delil bulunduğu” kararına varınca Demirci
hakkında Yargıtay’da yargılanma yolu da açıldı. Mahkemenin kararına Başkan
Osman Kaçmaz muhalefet şerhi düşmüştü. Muhalefet şerhinde Demirci’ye yönelik
hakaret suçlamasının tek delilinin illegal bir ses kaydı olduğunu belirten Kaçmaz,
görevi kötüye kullanma ve ihmal konusunda da yasada “kişinin mağduriyeti veya
kamu zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu
görevlilerinin cezalandırılacağını” hatırlatarak sözkonusu dosyada bu koşulların
olmadığını belirtti. Demirci kitap yazılırken Yargıtay’da yargılanmayı bekliyordu.
Sen misin cemaati soruşturan?
Gülen cemaatine yönelik soruşturma yapan ve bunun bedelini ödeyenlerden biri de
Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’di. İsmailağa Cemaatine yönelik
başlattığı soruşturma dalavereyle elinden alınan Cihaner, bunun hemen ardınan
başlattığı Gülen Cemaatine yönelik soruşturma nedeniyle de kendini demir
parmaklıkların arkasında buldu. Suçu ise, cemaate dokunan herkese yöneltildiği
158
gibi Ergenekon’cu olmaktı. Tüm Türkiye’yi örümcek ağı gibi kuşatan Ergenekon
adı verilen soruşturma, Temmuz 2007’de Ümraniye’de bir gecekondunun çatı
katında bulunan el bombalarıyla başlamıştı. Dalga dalga yayılan operasyonlarda
insana, “Hadi canım sende” dedirtecek birbirinden farklı kutuplarda birçok isim
gözaltına alınıyor, darbe ve suikast planlarının içinde oldukları öne sürülüyordu.
Ardıardına iddianameler yazıldı, davalar açıldı. Soruşturma ise halen sürüyor.
Ergenekon soruşturmasının başladığı ve daha adının dahi konmadığı günlerde
Erzincan’da göreve henüz başlamış Başsavcı İlhan Cihaner, İsmailağa cemaatine
ilişkin 2 Kasım 2007’de başlattığı bir soruşturmayı yürütüyordu. Soruşturma,
Cihaner’in katıldığı il güvenlik toplantılarında asker ve polis yetkililerinin,
“İsmailağa cemaatinin ilimizde yürüttüğü irticai faaliyetler izlenmeye devam
edilmektedir” şeklindeki değerlendirmeleri nedeniyle başlatılmıştı. Kendisi
dışında Vali, İl Emniyet Müdürü ile İl Jandarma Alay Komutanı’nın da bulunduğu
ikinci toplantıda da, “İlimizdeki İsmailağa cemaatinin irtticai faaliyetleri
sürmektedir. Evlerde medrese eğitimi verilmekte, kız çocukları okula
gönderilmemektedir” şeklinde bir istihbarat dile getirilmiş, iddialara konu bazı
evlerin adresleri de konuşulmuştu. Toplantı sonrasında Cihaner, Erzincan
polisinden söz konusu adreslerle ilgili çalışma yapıp rapor vermesini istedi. Birkaç
gün sonra raporda, belirlenen adreslerde iddia konusu olayın geçmediği yazıyordu.
Bunun üzerine Başsavcı, aynı araştırmayı İl Jandarma Alay Komutanlığı’ndan
istedi. Jandarmadan gelen rapor ise emniyeti yalanlıyordu; medrese eğitimi verilen
evlerin tespit edildiği yönündeydi.
Bakanlar, milletvekilleri, işadamları dinlemelerde
İki kurumun farklı raporlar vermesi üzerine Cihaner, Jandarma’dan konuyu takip
etmesini talep etti. Jandarma’nın yaptığı çalışmalar bir süre sonra detaylı bir
araştırma raporu olarak Cihaner’in önüne geldi. Raporda, İsmailağa cemaatinin
Erzincan içindeki örgütlenmesi, cemaat içinde kimin ne tür görevlerle bulunduğu,
cemaatin hangi vakıf ve derneklerle ilişkisi olduğu, mali yapısı, 4-6 yaş arası
çocuklara medrese eğitimi verilen ev adresleri gibi konular birer birer
anlatılmıştı. Bu rapor üzerine konuyla ilgili soruşturma açan İlhan Cihaner,
mahkemeden de dinleme kararı aldırdı. Telefon dinlemelerine takılan
konuşmalardan, cemaatin Erzurum ve İstanbul’daki yöneticilerine ulaşıldı. Sonraki
süreçte tam bir kaos yaratan olaylar dizisinin fitili de tam o günlerde ateşlendi.
Kapsamı genişletilen dinlemelere, isimlerini zikretmeyeceğimiz hükümet partisi
AKP’ye mensup bakanlar, milletvekililleri, belediye başkanları, partiyle ilişkili
işadamları ya da bürokratlar da takılmıştı. İddialara göre konuşmalarda cemaat
faaliyetlerinin yanı sıra rüşvet pazarlıkları, ihaleler, komisyonlar, usulsüzlükler ve
tehditler dile getiriliyordu.
159
Polisin ilginç zamanlaması
Soruşturma operasyon aşamasına gelince savcılık, jandarmayla birlikte düğmeye
basma kararı alıp tarih belirledi. İsmailağa cemaatinin lideri Mahmut
Ustaosmanoğlu’nun yaşadığı İstanbul başta olmak üzere Erzurum, Gümüşhane,
Kars, Bayburt, Kayseri, Van, Trabzon, Bursa, Çankırı, Sakarya, Konya, Ağrı, Iğdır,
Tokat ve Ordu’da operasyon yapılması için hazırlığa başlansa da operasyondan bir
gün önce, yürütülen soruşturmanın gizlendiği Erzincan ve Erzurum emniyeti ilginç
bir şekilde, kendi illerinde İsmailağa cemaatine operasyon düzenledi. Erzincan’da
arama ve gözaltı işlemleri için hazırlık yapılırken gerçekleşen bu operasyonda bazı
şüpheliler gözaltına alındıysa da ertesi gün salıverildi. Bu aramalardan önce,
cemaat mensuplarına hazırlıklı olabilmeleri için haber verildiği iddia edildi ve bir
emniyet müdürü tarafından ekiplere “Ayrıntıya girmeyin, üstünkörü bakıp çıkın”
talimatı verdiği tutanakla tespit edildi. Bu gelişmeler üzerine savcı Cihaner’in
planladığı operasyon mecburen ertelendi ve bir süre sonra yeni bir tarih belirlendi.
Ancak iki ilin emniyeti, bu ikinci operasyondan yine bir gün önce Erzincan
Savcılığı’nın belirlediği adreslere “şok” baskınlar yapıverdi. Bu gelişmeler üzerine
“Acaba köstebek mi var?” sorularının yanıtı kısa zamanda ortaya çıktı; Başsavcı
Cihaner’in telefonu dinleniyordu.
Polisten gizlenen operasyon
Emniyetin yaptığı operasyonlar iddiaya göre Erzincan Başsavcılığı’nın, jandarma
ile birlikte yürüttüğü soruşturmayı baltalamak için yapılmıştı. Bu iddianın delili de,
dinlemelere takılan telefon kayıtlarında cemaat üyesi bir kadının baskın
yapılacağını önceden haber vermesiydi. Bir başka telefon dinleme kaydında ise
cemaat üyeleri, “Bizim soruşturma dosyası Erzurum’a alınacak” bile diyordu.
Nihayetinde, telefon kullanılmadan, polisten gizlenerek yüzyüze yapılan
haberleşmeler sonucunda, 23 Şubat 2009 tarihinde İsmailağa Cemaatine yönelik
operasyon gerçekleştirilebildi. Cemaate bağlı vakıfların Erzincan ve bazı
ilçelerinde 4 ila 6 yaşındaki çocuklara yatılı dini eğitim verdiği tespit edilmişti. “Bir
şekilde engellenmeye çalışıldığının” hissedilmesi nedeniyle sadece Erzincan’la
sınırlı tutulan operasyonda ilk aşamada 30’a yakın kişi gözaltına alındı. Zanlılardan
9’u “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” ve “örgüte üye olmak” suçlamalarıyla
tutuklandı. Operasyonda yatılı din eğitimi alan 60’a yakın çocuk tespit edildi.
Cihaner'in daha sonra Adalet Bakanlığı’na gönderdiği savunmasında, dönemin
Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in bu dönemde kendisini arayarak “Seçimler
yaklaşıyor, bu soruşturma bizi zora sokuyor’ dediği yer aldı. Cihaner savunmasında
ayrıca Ceza İşleri Genel Müdür Yardımcısı Çetin Şen tarafından arandığını ve
160
böyle soruşturmaların insanın başını derde sokacağını, Ankara’da ortalığın toz
duman olduğunu, yaptığı soruşturmanın Ergenekon soruşturmasına misilleme
olarak algılanacağını söylediğini de belirtti.
İrticayla Mücadale Eylem Planı
Bu olaylardan birkaç ay sonra, Ergenekon soruşturması sırasında basına sızan
belgeler, eylem planları, andıçlar nedeniyle başı dertten kurtulmayan Genelkurmay,
bir kez daha manşetlere yerleşti. 12 Haziran 2009’da, Taraf gazetesinde “İrticayla
Mücadele Eylem Planı” olarak kamuoyuna mal olan bir belge manşetten
yayımlandı. Altında imzası olan Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlandığı öne
sürülen planda, AKP ve Fethullah Gülen cemaatini yıpratmayı amaçlayan bazı
planlardan bahsediliyordu. Belgenin sahte mi gerçek mi olduğuna ilişkin
tartışmalar halen sürerken, bir ay sonra Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner
hakkında, cemaatlerle ilişkili ve hükümet yanlısı olarak bilinen bazı basın
organlarında haberler çıkmaya başladı. Abdülkadir Selvi ve Bayram Tazan
imzalarıyla Yeni Şafak gazetesinde yer alan ilk haberde87, İrticayla Mücadele
Eylem Planı’nın Erzincan’da uygulamaya konulduğu öne sürülüyordu. Bu iddiaya
konu olan olay ise İsmailağa cemaatiyle ilgili soruşturmaydı. Haberde, jandarma
ekiplerinin görev alanı dışında olmasına rağmen şehir merkezinde 17 vakıf, dernek
ve işyerine baskın yaparak gözaltına aldığı 26 kişiye, planda anlatıldığı gibi üst
düzey politikacı, gazete sahipleri ve vakıf yöneticileri hakkında baskıyla ithamda
bulunmaları sağlandığı öne sürülüyordu. Erzincan’da 23 Şubat 2009’da yapılan
operasyon öncesi bazı sivil toplum kuruluşu yöneticileri, Ankara’da üst düzey
politikacılar ve İstanbul`da bir gazete sahibinin de aralarında bulunduğu birçok
ismin 2-3 ay süreyle dinlendiği, bu teknik takip için mahkemeden gerekli olan iznin
ise dinlemeden sonra alındığı anlatılıyordu. “Operasyonda ‘Darbe Andıcı’nda
anlatılan psikolojik harekâtın uygulandığı belirlendi” denilen haberde gözaltına
alınanlardan önce 9’unun tutuklandığı, avukatların itirazları üzerine tutuklananların
7’sinin tahliye edildiği de belirtildi. Ancak haberde, yürütülen soruşturmanın ne
gerekçeyle yapıldığı, gözaltına alınanlara ya da tutuklananlara yönelik iddia edilen
suçlamaların ne olduğu ya da Dursun Çiçek imzalı Genelkurmay’a ait olduğu öne
sürülen belgeyle sözkonusu operasyon arasında ne tür benzerlikler olduğuna ilişkin
hiçbir detay yer almadı. Bu eksikliklerine karşın Yeni Şafak’ın haberi benzer
görüşteki yayın organları tarafından büyütülerek verildi. Bu arada, İrticayla
Mücadele Eylem Planı’nı kamuoyuna duyuran Taraf gazetesindeki haberde, planın
2009 Nisan’ında hazırlandığını belirtmekte fayda var. Bu planla ilgili yürütüldüğü
öne sürülen İsmailağa cemaati soruşturması ise 2007 Kasım’ında başlatılmıştı.
87 Yeni Şafak Gazetesi, 20 Temmuz 2009
161
Başsavcıya soruşturma
Bu arada Savcı Cihaner, cemaat lideri Mahmut Ustaosmanoğlu ile İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın da aralarında bulunduğu 235
kişiyi kapsayan bir “şüpheliler” listesi hazırladı. Şüpheliler arasında eski Orman
Bakanı Osman Pepe, eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Yeni
Şafak gazetesi sahibi Ahmet Albayrak, Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet
Mahmut Ünlü de vardı. AKP’ye yakın cemaatler ve bu kadar çok ismin bir arada
geçtiği bir soruşturma yürütülünce Adalet Bakanlığı da devreye girmekte
gecikmedi ve Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner hakkında idari
soruşturma başlattı. Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın yürüttüğü
soruşturmanın gerekçesi; basında çıkan ve ihbar kabul edilen haberlerdi.
Müfettişlerin talebiyle telefonları dinlemeye alınan Cihaner’in diğer savcılarla
yaptığı özel nitelikli telefon görüşmelerinin bile soruşturma konusu yapıldığı da
ortaya çıktı. Hatta Cihaner’in imza attığı cemaat soruşturması da soruşturma
konusu yapılmıştı. Konuyla ilgili basında haberler çıkması üzerine Adalet
Bakanlığı da bir açıklama yaparak soruşturmayı doğruladı. “Bakanlığın bağımsız
yargı tarafından yürütülen yargılama faaliyetine hiçbir şekilde müdahalede
bulunması söz konusu olmadığı” vurgulanan açıklamada, “Erzincan Adliyesi’nde
görev yapan hâkim ve cumhuriyet savcılarıyla ilgili olarak Bakanlığımıza intikal
eden ihbar ve şikâyet dilekçeleri, olağan denetim sebebiyle Erzincan’da bulunan
Adalet müfettişlerine gönderilmiştir. Adalet müfettişlerince yapılan olağan
incelemeler sırasında Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner hakkında başlatılan
soruşturma devam etmektedir” denildi. Açıklamada, başlatılan inceleme ve
soruşturmaların Cihaner’in yürüttüğü İsmailağa Cemaati hakkındaki soruşturmayla
ilgisi bulunmadığı, yetkili mahkemeler ve hâkimler tarafından verilmiş yasal
kararlar gereğince de telefonlarının dinlemeye alındığı öne sürülüyordu.
Dosya elinden alındı
Bu arada Fethullah Gülen cemaatine yönelik bir soruşturma daha başlatan
Cihaner’in İsmailağa soruşturmasında zanlı listesinde yer alan ve 16 ile yayılacak
operasyonlara başlanacağı aşamada, Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı devreye
girerek, soruşturmanın kendi yetki alanında olduğunu belirtip dosyayı Erzincan’dan
almak istedi. İki zanlının dinlenen telefon görüşmesinde dosyanın Erzurum’a
gideceğine yönelik konuşmalar yapıldığı da çok önceden tespit edilmişti. Savcı
Cihaner bu girişime karşı çıktı. Birdenbire iki savcının karşı karşıya kaldığı bir
durum ortaya çıkmıştı. Özel Yetkili Erzurum Başsavcısı Osman Şanal’ın dosyayı
istemesine neden olan “şey” ise İsmailağa cemaatinin ”silahlı bir örgüt” olduğunu
162
öne süren imzasız bir ihbar mektubuydu. Osman Şanal, bu imzasız mektuptan yola
çıkarak soruşturmanın kendi yetkisi alanına girdiği iddiasıyla, dosyayı istiyordu.
Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner ise grubun silahlı olmadığını savunarak
soruşturmayı kendisinin yürüteceğini belirtiyordu.
İhbar mektuplarını zanlılar mı gönderdi?
Cihaner’in dosyayı vermek istememesinin nedeni, “ihbar mektubunun, dosyanın
Erzurum’a gönderilmesini isteyen şüphelilerce gönderildiği” iddiasıydı. Çünkü
İsmailağa cemaati soruşturmasının zanlılarından Mehmet Turan, daha dosya
Erzurum Özel Yetkili Savcılığı’nca istenmemişken, 10 Mart 2009’da yaptığı
görüşmede “Dosya Erzurum’a gidiyor” demişti. Ancak Cihaner, soruşturduğu
dosyanın Erzurum’a gitmesini engelleyemedi. Erzurum Savcılığı 235 sanık
hakkında soruşturma yürütülmesine rağmen sadece 13 kişi hakkında dava açmakla
yetindi. Üstelik işin daha da ilginci, cemaatin “silahlı örgüt” olduğunu ihbar eden
bir imzasız mektuba dayanarak dosyayı isteyen Erzurum Özel Yetkili Ağır Ceza
Savcısı Osman Şanal’ın açtığı davada silahlı örgüt iddiası yer almadı. Tesadüf bu
ya; Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in 2009 yılı başında açtığı Fethulah Gülen
cemaatiyle ilgili soruşturmada da yine aynı gelişme yaşandı. Gülen cemaatiyle ilgili
soruşturma sürerken yine bir ihbar mektubu gönderildi ve bu grubun da “silahlı
faaliyet yürüttüğü” öne sürüldü. Bunun üzerine Erzurum Savcılığı bu kez de Gülen
dosyasını istedi. Erzincan Başsavcısı Cihaner, Erzurum’un ısrarına rağmen dosyayı
göndermeyerek ordu içinde ve yurt çapında Gülen grubunu soruşturmaya devam
etti. Cihaner, yürüttüğü Fethullah Gülen cemaati soruşturması kapsamında MİT’e,
Hava Kuvvetleri Komutanlığı ile İstanbul ve Ankara savcılıklarına yazı yazarak
bilgi de istedi.
Başsavcıya dava
Bu gelişmelerden sonra devreye yine ihbar mektupları girdi… “Sağduyulu Bir
Grup Erzincanlı, Duyarlı ve Mağdur Bir Vatandaş, İkram Çamur ve Hakan Vural”
imzalarıyla gönderilen ihbar mektuplarına dayanılarak başlatılan soruşturma
sonunda İlhan Cihaner hakkında dava açıldı. Yürüttüğü Fethulah Gülen
soruşturmasını gizlemek, kullandığı 2 günlük iznini kullanmamış gibi göstermek ve
adliye lojmanlarının bahçesinde imara aykırı kameriye yaptırmak gibi suçlamalarla
Cihaner’e, “görevi kötüye kullanmak, imar kirliliğine neden olmak, resmi belgede
sahtecilik” yapmak iddialarıyla 26 yıla kadar hapis istemiyle dava açılmış
oldu. Anımsatmakta fayda var: Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in
adı HSYK ile hükümetin karşı karşıya geldiği, 2009 Temmuz ayındaki kararname
krizinde de gündeme gelmişti. Adalet Bakanlığı’nın Başsavcı Cihaner’in görev
163
yerinin değiştirilmesi istemi kurul tarafından yerinde görülmemiş ve Cihaner
Erzincan Başsavcılığı’nda kalmıştı. Ve elbette Ergenekon soruşturmalarını yürüten
hâkim ve savcılar üzerinden kıyamet koparan hükümet yanlısı medya organlarında
Cihaner’le ilgili herhangi bir bilgi kırıntısı bile yer almamıştı.
Silahın yanına sim kart da atılmış!!!
Bu gelişmeler olurken 27 Ekim 2009 günü Erzincan Emniyeti’ne Çatalarmut köyü
mevkiindeki Göyne Baraj Gölünde silah ve mühimat olduğuna dair ihbar yapıldı.
İddiaya göre ihbarı yapan kişi, İsmailağa cemaati soruşturmasının zanlılarından
biriydi. Ve ilginç bir şekilde ihbarı alan kişi de, adı emniyet içinde Fetulahçı
cemaatle birlikte anılan polislerden biriydi. Barajın bulunduğu yer, askerin yetki
alanında olmasına karşın, Erzincan Emniyet Amirliği’ne mensup polisler, bizzat
Erzurum Özel Yetkili Başsavcısı Osman Şanal’ın nezaretinde aramalara başlamıştı.
Aramalarda gerçekten de silah ve mühimmat bulundu. 10 el bombası, 1 adet
kimyasal el bombası, 3 adet el bombası fünyesi, 2 adet 40 milimetrelik bombaatar
mühimmatı, 310 adet 5 milimetre uzunluğunda uzun namlulu silah fişeği, 5 adet
Bixi silahına ait çelik çekirdekli yangın fişeği, 1 adet uçaksavar fişeği, 6 adet
Commet aydınlatma fişeği, 1 adet renkli küçük sis kutusunun yanı sıra bir cep
telefonu ile telefondan ayrı vaziyette bir de sim kartı ve hafıza kartı da bulunmuştu.
Göl sularının çekilmesiyle bulunduğu öne sürülen silah ve mühimmatı atanlar, her
nedense kendilerine ulaşılacak bilgiyi barındıran “cep telefonu ve sim kartı da olay
yerine atınca”, yapılan teknik inceleme sonucu zanlılara ulaşılmıştı.
Cemaat soruşturmasını yürütenler tutuklandı
Tesadüfe bakın ki, ulaşılan zanlılar Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in yürüttüğü
İsmailağa cemaatine yönelik soruşturmada kolluk kuvveti olarak görev alan
askerlerden başkası değildi. 20 Kasım 2009’da Erzincan İl Jandarma Komutanlığı
İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı Üstteğmen Ersin Ergut ile bu birimde görevli
Astsubay Orhan Esirger, 28 Kasım 2009’da ise İstihbarat Şube Müdürü Binbaşı
Nedim Ertan baraj gölünde bulunan silah ve mühimmatla ilgileri olduğu iddiasıyla
tutuklandı. Ancak konu burada kapanmadı. Gülen cemaati soruşturması
kapsamında bilgi talep edilen kurumlar arasında olan MİT’in çalışanları da bir gizli
tanık ifadesiyle zanlı haline geldi. 1 Temmuz 2009’da göreve başlayan Erzincan
Bölge Müdürü’nün de aralarında bulunduğu üç MİT çalışanı, 4 Aralık 2009’da,
Erzurum Savcısı Osman Şanal’ın talimatıyla gözaltına alınıp birkaç gün sonra da
tutuklandı. Başbakanlığa bağlı MİT’e yönelik gözaltı işlemlerinde Başbakanlık ve
MİT Müsteşarlığı’nın izni olması gerekirken, savcılığın bu kurallara uymaması da
ayrı bir sorun yarattı. MİT tarafından yapılan açıklamada çalışanlarına yönelik
164
gözaltı işleminin hukuksuz olduğu vurgulandı. Başsavcı Cihaner de, ''Ergenekon
terör örgütü üyesi olmak'', ''görevi kötüye kullanmak'' ve ''tehdit ve iftira''
suçlamalarıyla gözaltına alındıktan sonra sorgusunun ardından tutuklanarak
cezaevine gönderilenler arasındaydı.
800 bin TL’lik komplo iddiası
Bu arada cemaat yanlısı yayın organlarında Cihaner ve yürüttüğü soruşturmayla
ilgili usulsüzlükler olduğuna yönelik haberlerin ardı arkası kesilmedi. İddialara
göre Cihaner ve soruşturmayı yürüten askerler, zanlılara hakaret edip kötü
muamelede bulunmuş, tehdit etmişlerdi. Hatta baraj gölünde bulunan bombaları
polise mal etmek için de gizli tanık kiralamışlardı. Osman Şanal’a ifade veren
“gizli tanıklar”, 3’üncü Ordu Komutanı Saldıray Berk, Erzincan Başsavcısı İlhan
Cihaner, İl Jandarma Komutanı Ali Tapan, Jandarma İstihbarat Şube Müdürü
Nedim Ersan, Jandarma Üstteğmen Ersin Ergut ve Jandarma Kıdemli Başçavuş
Orhan Esirger’in İsmailağa cemaati, Nurcu Kurdoğlu cemaati ve Fethullah Gülen
cemaatlerinin terör örgütü kapsamına alınması için komplo hazırlamak ve
Erzincan’da Ekim ayında bulunan silah ve mühimmatlarla ilgili olarak
malzemelerin polis tarafından konulduğu yönünde gizli tanıklık yapmaya
zorlandıklarını öne sürüyorlardı. Bir yıl boyunca jandarmaya muhbirlik yaptığını
belirten “Erzincan” adı verilen gizli tanık, kendisinden kaldığı cemaatlere ait ev,
yurt ve eğitim kurumlarına silah, mühimmat ve benzeri suç unsurlarını
yerleştirmesi istediğini, karşılığında da 800 bin TL para önerildiğini söylüyordu.
İfadeler üzerine Erzurum Savcısı Şanal, Erzincan İl Jandarma Alay Komutanı Ali
Tapan’ın sanık olarak ifadesini alırken, 3’üncü Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray
Berk’i de ifade vermeye çağırdı.
MİT’çilerle görüşme
Bu arada CHP İzmir Milletvekili ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu Üyesi
Ahmet Ersin, tutuklanan üç MİT görevlisi ve askerlerle tutuklu bulundukları
cezaevlerinde görüşmeler yaptı. Radikal gazetesinde 21 ve 22 Aralık 2009 günleri
manşetten yayımlanan haberlerde MİT görevlilerinin ifadeleri şöyle yer
aldı: ”Mayıs ayında Kurdoğlu Cemaati içinde bulunan ‘Erzincan’ kodlu öğrenci
MİT’in internet sitesine, cemaatin faaliyetlerine ilişkin olarak bilgi vermek istemiş.
MİT ana karargâhı da gelen mesaj üzerine öğrenciyle görüşülmesi talimatı verdi. 5
ay boyunca görüşme sürdü. Verdiği bilgilerin tutarsızlığı nedeniyle Ekim ayında
ilişki kesildi. Erzincan kodlu öğrenci Erzurum Savcısı Osman Şanal’a MİT
görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuş. Savcı Şanal da MİT görevlilerini
165
Erzincan’da Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlandığı iddia edilen İrticayla
Mücadele Eylem Planı’nı uygulamakla suçladı.”
Askerlere tuhaf sorular
Milletvekili Ersin’in görüştüğü askerlerin anlattıkları ise daha ilginçti. Askerler
savcılık sorgusunda kendilerine 2008’de Erzincan’ın Kemah ilçesinde dokuz
askerin mayın patlaması sonucu şehit olmasıyla ilgileri olup olmadığı yönünde
sorular sorulduğunu söylüyordu. Polisin komplo kurduğunu öne süren askerler,
“Bombaları polisin koyduğunu düşünüyoruz. Bize açık bir komplo var. Biz
istihbarat birimi olarak polisin bu komplosunu açığa çıkarmak üzereydik. Zaten
Jandarma bölgesinde bir polis aracının dolaştığını tespit etmiştik. Hemen ertesi
gün adamın biri ‘Bomba buldum’ diye ihbarda bulundu. Erzincan Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın sürdürdüğü Fethullah Gülen cemaatine yönelik soruşturmanın
etkisizleştirilmek için tutuklandık. İstihbarat birimi cemaatler üzerinde
uzmanlaşmıştı. İsmailağa cemaatinin ardından Gülen cemaati soruşturması
genişleyebileceğinden çekindiler. Ve bunu engellemek adına böyle bir komplo
kurulmuş olabilirler. Savcılık sorgusunda bize 2008 Ağustos’un da Erzincan
Kemah’ta terör saldırısı sonucu dokuz askerin şehit edildiği olayda
sorumluluklarımızın olup olmadığını da sordular” dedi.
Tutuklayanla tutuklananı buluşturan olay
Ergenekon üyesi olmakla suçlanıp tutuklanan askerlere sorulan 9 askerin öldüğü
olay, 11 Ağustos 2008’de Kemah’a bağlı Sarıyazı köyü yakınlarında olmuştu. Bir
askeri aracın, uzaktan kumandalı mayınla patlatılması sonucu 9 asker ölmüş, ikisi
de yaralanmıştı. Yapılan incelemelerde üzerlerinde parmak izi olmayan, bombalı
düzeneğe bağlı beyaz kabloyla altı adet pil bulundu. Soruşturmayı yürütense
İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı Erzincan’da hayata geçirmek suçlamasıyla iki
askeriyle birlikte tutuklanan Binbaşı Nedim Ertan ve sorumluluğunda bulunan
Erzincan Jandarma İstihbarat’ıydı. Olayın savcısı ise Binbaşı Ertan ve askerlerini
tutuklayan Erzurum Özel Yetkili Ağır Ceza Savcısı Osman Şanal’dı.
Asker öldü köylü tutuklandı
Soruşturma kapsamında ifade veren gizli tanıkların anlattıkları doğrultusunda Zeki
Algül, Mızrap Işık ve Metin İnce isimli köylüler 26 Ocak 2009’da tutuklandı. Savcı
Şanal’ın hazırladığı iddianameye göre olaydan bir önceki gece üç PKK’lı Metin
İnce ve Mızrap Işık’ın çadırına girmiş, bu 5 kişi daha sonra beraber köye inmişti.
Hayvancılık yapan köylülerden İnce ve Işık savunmalarında 2008 yılında
166
PKK’lıların gelip tehditle hayvan başına vergi ve pil istediklerini kendilerinin de 15
Temmuz 2008’de bu isteği yerine getirdiklerini söyledi. Ancak köylüler Kemah
Alp Jandarma Karakolu’na giderek konuyu anlatıp şikâyette de bulunduklarını ve
PKK’lılarla birlikte köye inmediklerini de söyledi. Muhtar Zeki Algül ise saldırıdan
bir gün önce üç PKK’lının Sarıyazı’daki evlerine geldiğini belirterek, “Bunun
üzerine Nedim Yüzbaşı ile Murat Başçavuş ile görüştüm. Ertesi gün de jandarmaya
uğrayıp olayı anlattım, Yanımda Metin İnce de vardı” dedi. Ancak savcı Şanal,
tutuklanan köylülerin PKK’lılara verdikleri pillerle olay yerinde üzerinde parmak
izi bulunmayan pillerin aynı marka olmasından yola çıkarak, “Tasarlayarak adam
öldürmek, adam öldürmeye teşebbüs, terör örgütüne üyelik, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak” iddiasıyla dava açtı. Köylüler müebbet hapis istemiyle
yargılanmalarına karşın 3 Kasım 2009’daki ilk duruşmada, Metin İnce ile
jandarmaya PKK’lıların köye geldiği ihbarını yaptığını söyleyen muhtar Zeki Algül
tahliye edildi. Mızrap Işık ise jandarma baskısı sonucu pilleri PKK’lılara verdikleri
yönünde ve Algül ile İnce aleyhinde ifade verdiğini söyledi.
Savcı haftalar sonra uyandı!
Köylülerin avukatlığını yapan Hüseyin Aygün, duruşmada saldırıdan bir gün önce
üç PKK’lının köye geldiğini Binbaşı Ertan ve jandarmaya bildirdiklerini
anımsatarak askerler hakkında bir idari soruşturma yürütülüp yürütülmediğini
sormuştu. Yargılama sırasında Aygün’ün, “Olay yerine yakın iki gözetleme noktası
olmasına ve yol görünmesine rağmen mayınların döşenebildiği, köylülerin yaptığı
ihbarın neden değerlendirilmediği, askeri cemsenin önünde giden mayın tarama
aracının Sarıyazı’ya uzanan toprak yolu neden taramadığı ve neden zırhlı araç
kullanılmadığına” yönelik askeri yetkililerin yanıtlamasını istediği soruları “hukuki
olmadığı” gerekçesiyle mahkemece geri çevrildi.
Savcı Osman Şanal’ın soruşturma sürecinde dikkate almadığı ve Erzurum 2. Ağır
Ceza Mahkemesi’nin de “hukuki bulmadığı”, kuşkular içeren bu sorular haftalar
sonra Ergenekon kapsamında tutuklu bulunan Binbaşı Nedim Ertan’a, “Askerleri
siz mi öldürdünüz” diye soruldu. CHP’li Ahmet Ersin’in kamuoyuyla paylaştığı bu
soru, avukat Hüseyin Aygün’ü de hayli kuşkulandırmış durumda. Saldırının
gerçekleşmesinde güvenlik önlemlerinin yeterince alınmadığını öne süren Aygün,
“Ancak biz bu iddialarımızı 3 Kasım 2009’daki duruşmada yinelediğimiz halde
neden cemaat-Ergenekon kapışması başladıktan sonra ciddiye alındı? Bu
araştırmada neden bu kadar geciktiler? Bizim soruşturmamız, emniyet Jandarma
kapışmasına malzeme yapılmasın” diyerek şu iki can alıcı soruya yanıt arıyor:
“Binbaşı Ertan neden o istihbaratı değerlendirmedi? Savcı Şanal, neden ihmal
iddialarını sormak için İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı bekledi?
167
İlk JİTEM soruşturmasını açmıştı
Yürüttüğü soruşturmayla ilgili yetki kavgasına girdiği Erzurum Özel Yetkili
Cumhuriyet Başsavcısı Osman Şanal’ın öncülüğünde, polisler ve savcı denetiminde
adliyedeki odasında ve evinde arama yapılıp gözaltına alınan ardından tutuklanan
Cihaner, “Ergenekon Örgütü üyesi” olmakla suçlanıyordu. Ancak Cihaner’in daha
önce yürüttüğü ve özellikle Ergenekon soruşturmasından yana taraf alan medya
organları için önem arzeden bir soruşturma ise es geçilmişti. Cihaner, Şırnak’ın İdil
ilçesinde görev yaptığı 1999’da kamuoyunda ilk JİTEM davası olarak bilinen ve
Ergenekon’un asker kökenli ünlü isimlerinin de geçtiği soruşturmayı yürüten
isimdi. JİTEM görevlisi itirafçı İbrahim Babat’ın Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun
hazırladığı Susurluk Raporu’nda yer verilen, 16 Eylül 1989’da kaçırılarak infaz
edilen Tahsin Sevim, Hasan Utanç ve Hasan Caner adlı üç köylünün
öldürülmeleriyle ilgili anlatımları üzerine Cihaner aralarında Arif Doğan’ın da
bulunduğu bazı şüphelilerle ilgili yeniden soruşturma açmıştı. Türlü engellerle
karşılaşan Cihaner bu soruşturma dosyasını sonlandıramadan da tayin edilmişti.
Başsavcı İlhan Cihaner, tutuklanmasına yol açan gelişmeleri 3 ay önce Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu’na (HSYK) verdiği “yazılı savunma” metninde
soruşturmanın nasıl başladığını anlatarak, iletişim tespit tutanakları çerçevesinde
Fethullah Gülen, Süleymancılar ve Menzil grubunun da soruşturmaya dahil
edildiğini belirtmişti. Aramaların yapılacağı sırada Erzurum yetkili savcılığının
dosyayı kendisinden istediğini belirten Cihaner savunmasında, bazı Adalet
Bakanlığı müfettişlerinin de dosyayı Erzurum’a göndermesi yönünde telkinde
bulunduklarını öne sürüyordu. Soruşturmanın kendisinden alınmasına anlam
veremediği için Erzurum Başsavcı’sını aradığını belirten Cihaner, “Bana, ‘Böyle
bir soruşturma yapılıyor, benim niye haberim yok’ diye çıkıştı. Ben de böyle bir
yükümlülüğüm olmadığını belirttim. Soruşturmayı sürdürmem halinde ‘gizliliğin
ortadan kalkacağı, bu tartışmanın duyulmasıyla yargının yıpranacağı ve en
önemlisi de delilerin karartılacağı’ endişesiyle dosyayı göndermeye karar verdim.
Bu arada adliyemize teftişe gelen başmüfettiş de dosyayı göndermemin iyi
olacağını ima etti” dedi. Cihaner, Erzincan jandarmasının kendisini cemaat
soruşturması nedeniyle iftira ve komplo ile karşı karşıya kalabileceği konusunda
uyardığını da anlattığı savunmasında, dosya Erzurum’a gittikten sonra cemaat
üyelerinin deliller toplanmadan salıverildiğini belirterek, “İsmailağa cemaati
soruşturmasında tutuklanan kişiler haklarında anayasal düzenil zorla değiştirmeye
teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendiği halde birkaç ay
sonra salıverildiler. Deliller toplanmadı, soruşturma çok sınırlı tutuldu”
iddialarında bulunuyordu.
Cihaner’in dediği çıktı
168
“Ergenekon terör örgütüne üye olmak” suçlamasıyla cezaevine konulan ve
Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Cihaner’in davası, “görevi
kötüye kullanma, evrakta sahtecilik ve imar kirliliğine neden olmak” suçlamasıyla
yargılandığı davalar hakkında Yargıtay 11. Ceza Dairesi tarafından birleştirme
kararı verilince savcı özgürlüğüne de kavuştu. Yargıtay, Cihaner’le birlikte tutuklu
10 sanığın “koşulsuz” olarak tahliyesine ve “derhal” salıverilmelerine de oybirliği
ile karar verınca Cihaner tahliye edildi. Kararda sanıklar hakkında “isnat edilen
suçlamaların tutuklama için tek başına yeterli olup olmayacağı gözetilmeden”
tutuklama kararı verildiğini belirtilerek, “dosyadaki hukuki bulgu ve belgeler
gereği koşulları oluşmayan tutuklama kararının kaldırıldığı” belirtiliyordu.
Görevine de dönen Cihaner ilk HSYK kaarnamesiyle birlikte Adana’ya düz savcı
olarak atanırken Yargıtay’daki davası ise bu satırlar yazıldığı sırada Yargıtay’daki
davası halen bitmemişti.
İsmailağa Tarikatı’na ilişkin soruşturmayı, bu grubun ‘silahlı örgüt’ olduğunu ileri
süren eski Erzurum Özel Yetkili Savcısı Osman Şanal’a göndermediği için
“görevini kötüye kullandığı” iddiasıyla hakkında dava açılmasından 1 yıl sonra
görevden alınan Şanal’ın halefi olan Savcı Ender Karadeniz, mütalaasinda
“İsmailağa, terör örgütü değil” diyerek Cihaner ile aynı noktada buluştu. Özel
Yetkili Cumhuriyet Savcısı Ender Karadeniz, davanın görüldüğü Erzurum Özel
Yetkili 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’ne verdiği mütalaada, cemaatle ilgili olarak
yakalananların cebir ve şiddet kullanarak Anayasal düzeni değiştirmeye yönelik
inandırıcı delil bulunamadığını belirtti. Karadeniz, İsmail Ağa Cemaatiyle ilgili
olarak yargılanan 11 sanığın, izinsiz eğitim kurumu açmak suçuyla
cezalandırılmaları yolunda görüş bildirdi.
Erzurum Özel Yetkili 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen İsmail Ağa Cemaati
ile ilgili davada, Cumhuriyet Savcısı Ender Karadeniz, 26 Ekim 2010’da verdiği
mütalaada, sanıklar hakkında TCK’nın 309/1’inci maddesine muhalefet eylemleri
bakımından cezalandırılması için kamu davası açıldığını hatırlattı. Sanıkların “cebir
ve şiddet kullanarak Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine
başka bir düzen getirmeye teşebbüs ettiklerine dair yapılan yargılama neticesinde
cezalandırılmaları için yeterli her türlü şüpheden uzak kesin inandırıcı deliller elde
edilemediğine” dikkati çeken savcı Karadeniz, bu nedenle sanıkların sabit olmaya
atılı suç yönünden ayrı ayrı beraatlerini uygun gördü. Sanıkların Erzincan’da
Medine ve Vuslat vakıfları adı altında açtıkları kurslarda yasalara aykırı öğrenci
eğitimi yaptıkları anlaşıldığına işaret eden Ender Karadeniz, sanıkların eylemlerine
uyan TCK’nın 263/1’inci maddesi uyarınca 6 aydan 3 yıla kadar hapisle
cezalandırılmalarını istedi. Karadeniz, aralarında kadınların da bulunduğu 5 kişinin
ise yeterli delil elde edilemediğinden beraatlerine karar verilmesini talep etti.
Böylece, Erzincan’daki İsmail Ağa Cemaati soruşturmasının dönemin Başsavcısı
169
İlhan Cihaner’in elinden alınmasındaki “silahlı terör örgütü” gerekçesi de geçersiz
olarak Cihaner’in haklılığını ortaya koymuş oluyordu. Cihaner, HSYK kararıyla
Adana’ya düz savcı olarak atandıktan birkaç ay sonra da 12 Haziran 2011
seçimlerinde milletvekili adayı olmak için istifa etti. Cihaner, yaptığı açıklamada
“Artık hukukun işlemediği bir ülkede işimi yapabileceğimi düşünmüyorum”
diyecekti.
“EGM’deki F Tipi Örgütlenmenin Etkin Elemanları”
Emniyet içinde Fethullahçı örgütlenmeyle ilgili açılan her soruşturmanın önü öyle
ya da böyle kesilse ve hatta bu işle uğraşanlar deyim yerindeyse “sürünse” de
kavga ya da mücadele hiç bitmedi. En azından 2007’ye kadar bitmemişti.
Ergenekon soruşturmalarıyla birlikte askerin olması gereken yere, siyaset
sahnesinin biraz daha dışına itilmesi, AKP’nin hükümet olmasının yanı sıra iktidar
da olmasını sağlamış, bu da bürokrasinin tüm kurumlarında yaşanan İslami
kadrolaşmanın önünde hiçbir engel bırakmamıştı. Emniyet teşkilatının içinde de
artık en tepeden en aşağıya kadar bu zihniyet iktidardı. Fethullahçı kadrolarla
uğraşan şimdilik son örnek olan Hanefi Avcı’ydı. O da şikâyet dilekçeleri,
soruşturma açma talepleri gibi resmi yollar ve kişisel ilişkilerini kullanarak bir şey
yapamayacağını anlayınca çok tartışılan kitabını yayımlattı. İlerleyen bölümlerde
işleyeceğimiz bu konuda Avcı’nın başına ne geldiği malum, bir dönemin işkenceye
da karışmış milliyetçi polisi, Stalinist bir örgüte yardım yataklık etmekten
cezaevinde.
Hanefi Avcı’nın 2010 yılında giriştiği bu mücadeleden birkaç yıl önce 9 Kasım
2005’te Şemdinli’de88 yaşanan olayların ardından hazırlanan ve dönemin Kara
88 Şemdinli’de, 9 Kasım 2005’te eski PKK’lı Seferi Yılmaz’a ait Umut Kitapevi’ne yönelik el bombalı saldırıda
Mehmet Zahir Korkmaz ölürken, 5 kişi de yaralandı. Olayın ardından Şemdinlililer, bombayı attıkları gerekçesiyle
astsubaylar Ali Kaya, Özcan İldeniz ve PKK itirafçısı Veysel Ateş’i yakalayıp güvenlik güçlerine teslim etti.
Zanlılara ait araçta yapılan aramada, 3 kalaşnikof, 10 şarjör, el bombaları bomba yapımında kullanılan malzemeler
ile polis ve asker teçhizatı çıktı. Araçta ayrıca, bombalanan Umut Kitabevi başta olmak üzere çok sayıda adresin
krokisi ve haritalar bulundu. Özellikle Umut Kitabevi’nin krokisi kırmızı kalemle çizilmişti. Olay yeri incelemeleri
sırasında da CHP Hakkâri Milletvekili Esat Canan’ın da aralarında bulunduğu yüzlerce insanın üzerine resmi bir
araçtan ateş açılması sonucu Ali Yılmaz adlı bir kişi açılan öldü. Ateş açtığı belirlenen uzman çavuş Tanju Çavuş
tutuklandı. Çevre il ve ilçelere de sıçrayan olaylarda Yüksekova’da güvenlik güçlerinin göstericilerin üzerine
açtıkları ateş sonucunda da üç kişi daha öldü. Olayı soruşturan Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya hazırlayıp
Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunduğu 3 Mart 2006 tarihli 124 sayfalık iddianamede Ali Kaya, Özcan İldeniz ve
Veysel Ateş hakkında müebbet hapis cezası istemekle kalmadı, Ali Kaya için “tanırım iyi çocuktur” diyen Yaşar
Büyükanıt’ı da “örgüt kurmak, sahte belge düzenlemek ve görevi kötüye kullanmak ve adil yargıyı etkilemeye
teşebbüs”le suçladı. Sarıkaya hazırladığı ve Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edilen iddianameye Büyükanıt
ile ilgili bulduğu delilleri de koydu ancak ağır ceza mahkemesinde yargılanamayacağını bildiği için dosyasını
ayırarak Genelkurmay Askeri Savcılığı’na gönderdi. Genelkurmay Askeri Savcılığı ise yapılan incelemeler ışığında
Orgeneral Büyükanıt için soruşturma açılmasına gerek olmadığına karar verdi. Genelkurmay ayrıca, Van Savcısı
Ferhat Sarıkaya’yı “yetkisini aşmak”la suçlayarak hakkında Adalet Bakanlığı’na suç duyurusunda bulundu.
Genelkurmay Başkanı Özkök de derhal köşke çıktı. Hemen ardından da “haddini aşan” savcı Ferhat Sarıkaya
hakkında soruşturma başlatıldı. Sarıkaya’ya hazırladığı iddianamede Kara Kuvvetleri Komutanı Büyükanıt’a
170
Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’ın da suçlandığı iddianameden sonra da
emniyet ve yargı içinde örgütlü Fethulahçıların parmağı aranmış ve hükümetle ordu
arasındaki ilişkilerde hayli sıkıntı yaşanmıştı. Orgeneral Yaşar Büyükanıt,
iddianamede adının geçmesinin müsebbibi gördüğü dönemin Emniyet İstihbarat
Daire Başkanı Sabri Uzun’u da, Başbakan Erdoğan tarafından görevinden
aldırtmıştı. İşte o dönemde 2006’da Emniyet içinde, Fethulahçı örgütlenmeye karşı
bu kez el altından bir mücadele vardı. Bu mücadelenin kokusu ancak 2 yıl sonra
ortaya çıktı. Bu kez basına sızdırılan, Aydınlık dergisinin tedavüle soktuğu bir
deyimle artık “F Tipi Yapılanma” denilen Fethullahçı örgütlenmeye ilişkin bir
başka belgeydi. Hürriyet Gazetesi’nde Saygı Öztürk imzasıyla çıkan “Emniyette
Fethullahçı liste krizi” başlıklı haberde89 üst düzey emniyetçilerin bir Fethullahçı
oldukları öne sürülen polislerle ilgili bir liste hazırlayıp değişik makamlara
gönderdiği gerekçesiyle haklarında Cumhuriyet Savcılığı’na şikâyette bulunulduğu
belirtiliyordu. İddiaya göre 2006’da dönemin Personelden Sorumlu Emniyet Genel
Müdür Yardımcısı N.A., Personel Dairesi Başkanı İ.S., şube müdürleri M.D. ve M.
A., ortaya çıkmasından iki yıl önce 2006’da “EGM’deki F Tipi Örgütlenmenin
Etkin Elemanları” adlı bir liste hazırlamışlardı. (Ahmet Şık’ın notu: Bu konuyla
ilgili (bu kısımlar fotokopide çıkmamış) yapılan kişilerden biri açtığı tazminat
davasını kazanmış. Aynı konuyu biz işlersek muhtemelen başımıza aynı şey
gelecek. Bu yüzden kitaptan çıkaracaktım bub bölümü. Ama orada yazanların
doğru olduğunu biliyorum. Ancak, dava açılmasını önlemek adına buraya yazdığım
açıklamaları uygun bir dille belirttikten sonra isimleri rumuz halinde bile
vermeden-çünkü rumuza rağmen davayı kazanmışlar- ve yorumları da yazmadan
istihbarat dairede 16 üst düzey polis vs. gibi mi anlasak. Benim aklıma başka bir
şey gelmedi. Fikret ağabey ne der? Yorumlarda isim vermeden kimi önemli
cümleleri versek. Ben öyle yaptım, öyle girsin) Altuntaş ve arkadaşlarının bu
listeden 10 kopya fotokopi çektirerek, savcılık dâhil bazı makamlara, “Okunduktan
sonra mutlaka imha ediniz” notunun da yer aldığı bir üst yazıyla gönderildiği de
iddia ediliyordu.
suçlamalar yönelttiği için haddi bildirilen Sarıkaya önce görevden alındı ardından da Hâkimler ve Savcılık Yüksek
Kurulu’nca meslekten ihraç edildi. Bombalı saldırıyla ilgili Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde astsubaylar Kaya ile
İldeniz, “Silahlı örgüte üye olmak, olası kastla adam öldürmek, olası kastla adam öldürmeye teşebbüs etmek ve olası
kastla adam yaralamak” suçlamasıyla 39’ar yıl 10’ar ay 25’er gün hapis cezasına çarptırıldı. Ancak dava kısa süre
içinde Yargıtay’dan döndü. Yargıtay Yargılamanın Askeri Mahkeme’de yapılması gerektiğine hükmetmişti. Van 3.
Ağır Ceza Mahkemesi Yargıtay’ın bozma kararına uymakla birlikte ‘görevsizlik kararı’na uymadı ve davayı
görmeye devam etti. Yargılama sürerken Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin heyeti tenzili rütbe ile başka illere tayin
edildi. Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne atanan yeni heyet, 14 Eylül 2007’de verdiği kararda, Yargıtay 9. Dairesi’nin
verdiği “görevsizlik” kararına uydu ve Şemdinli dosyasını Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askerî
Mahkemesi’ne sevk etti. Bu karar üzerine müdâhil avukatlar davadan çekildiler. Şemdinli davası 27 Kasım’da Van
Askeri Mahkemesi’ne gönderildi. 6 Aralık 2007’de Van Askeri Mahkemesi’ne ulaştırılan dosyayla ilgili 14 Aralık
2007’de yapılan ilk duruşmada sanıklar tahliye edildi.
89 Hürriyet Gazetesi, 6 Mayıs 2008
171
“Emniyetteki F Tipi Örgütlenmenin Etkin Elemanları” başlıklı listeye isimler
yazılmakla yetinilmemiş ve bir takım değerlendirmelerde de bulunulmuştu. İlginç
olan ise isimlerin daktilo ile yazıldığı anlaşılan listedeki değerlendirmeler el
yazısıyla yapılmıştı. Hürriyet gazetesindeki habere göre üst yazıdaki imza, paraf ve
listede kalemle yapılan düzeltmelerin kime ait olduğun bilirkişi aracılığıyla
belirlenmiş ve haklarında suç duyurusunda bulunulmuştu. Sözkonusu haber
şöyleydi: “Emniyet Genel Müdür Yardımcısı, bir daire başkanı ve iki şube müdürü
tarafından hazırlandığı öne sürülen ve değişik makamlara gönderilen listede
‘Fethullahçı oldukları’ belirtilen Emniyet mensuplarından ikisi, listeye haksız yere
yazıldıklarını öne sürüp, bu listeyi hazırladıklarını öne sürdüğü 4 kişi hakkında
Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundular. Aralarında 4 daire başkanı,
11 daire başkan yardımcısı, 32 şube müdürü, 3 başkomiser, 3 öğretim üyesinin de
bulunduğu 57 kişinin ‘Fethullahçı’olduğu öne sürüldü ve hazırlanan listenin bir
örneği de üst yazının okunduktan sonra imha edilmesi notu düşüldükten sonra
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na da gönderildi. Hazırlanan listede kalemle bazı
düzeltmeler de yapıldı.
Emniyet’in liste ile ilgili İşçi Partisi’nin şikâyetini işleme almamasından sonra
böyle bir listenin varlığı anlaşıldı. Listede adı bulunan 57 Emniyet mensubu
durumdan haberdar oldu. Bunlardan ikisi, listede kalemle yapılan düzeltmeler,
imza ve paragrafların kendilerini şikâyet eden kişilere ait olup olmadığını
bilirkişiye incelettirdi. İnceleme sonucu, listedeki imza, paraf ve elle yapılan
düzeltmeler genel müdür yardımcısı, daire başkanı ile iki şube müdürüne ait
olduğu ortaya çıkarıldı. Listede ismi bulunan iki emniyet mensubu ‘Birlikte hareket
etmek suretiyle; sahte belge tanzim etmek, suç tasniinde bulunmak, görevi kötüye
kullanmak, iftira ve hakaret etmek, kamu kurum ve görevlilerini kamuyu nezdinde
küçük düşürmek ve kamu görevlisine güveni sarsmak’ suçlamasıyla amirleri
hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundular.
Ergenekon Soruşturması kapsamında tutuklanan İşçi Partisi İşçi Partisi Genel
Sekreteri Avukat Nusret Senem, Savcılığa yaptığı suç duyurusunda, Emniyet
yetkilileri tarafından hazırlandığını öne sürdüğü, ‘Emniyet’te Fethullahçı
Örgütlenmenin Etkin Elemanları’ başlıklı 4 sayfalık liste sunmuş, Emniyet içinde
yasadışı örgütlenme olduğuna dikkat çekmişti. Suçlamaya dayanak olarak sunulan
4 sayfalık listede Emniyet Genel Müdürlüğünde çeşitli kademelerde göreve yapan
57 personelin bu örgütün üyesi olduğu öne sürülmüştü.
Listeye haksız yere alındığını iddia eden iki emniyet mensubu, savcılık dosyasında
bulunan 4 sayfalık isim listesi ve bu kişilerle ilgili bilgiler ve belgeler üzerindeki
imza, paraf, kalemle yapılan düzeltmelerle ilgili bilirkişi incelemesi istedi. Yazı,
imza ve sahtecilik uzmanı Mustafa Kariptaş tarafından yapılan inceleme
sonucunda düzenlenen Özel Bilirkişi Raporu, 4 sayfalık listede, isimler üzerindeki
düzeltmelerin M.D. ve İ.S. tarafından yapıldığı, ‘bilgi notu’ başlıklı yazıda yer alan
172
imzanın Genel Müdür Yardımcısı N.A., parafların da İ.S ve M.A.’ya ait olduğu
sonucuna varıldı. Bunun üzerine şikâyetçi Emniyet mensupları, söz konusu listenin
ve üst yazısının organize bir şekilde hazırlandığını öne sürdü ve 4 emniyet
mensubundan şikâyetçi oldu.”
Fethullahçı oldukları öne sürülen üst düzey polisler
Ancak haberin yayımlanmasından sonra karışık bir hukuki süreç ortaya çıktı.
Konuyla ilgili haberi yazan Saygı Öztürk ile, haberde anlatıldığı gibi listeyi
hazırladıkları öne sürülen Emniyet müdürleri hakkında soruşturma ve davalar
açıldı. Hem listeyi hazırladığı öne sürülenler hem de listelerde adı bulunanlar
açmıştı davaları. Bir de İşçe Partililerin suç duyurusu vardı. Ancak Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı, suç duyurusuna dayanak olarak gösterilen belgenin genel
ve soyut iddialar içerdiği, somut bir suç isnadına yönelik olmadığı gerekçesiyle
takipsizlik verdi. Saygı Öztürk’ün “Okyanus Ötesindeki Vaiz” isimli kitabına göre;
“Başsavcılık 31 Ocak 2008’de Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği bir yazıyla
hem takipsizlik kararını bildirdi hem de idari yönden gereğinin yapılabilmesi için
dilekçe ve eklerini ulaştırdı. Emniyet Genel Müdür Yardımcısı N.A. yaş haddinden
emekliye ayrıldıktan sonra adının liste hazırlayan gibi duyurulmasından rahatsız
olmuştu.”
Hazırlandıktan ve hatta dava konusu bile olduktan 2 yıl sonra duyulan bu liste
Ergenekon’un ilk iddianamesinin delil klasörleri arasında yine Ergun Poyraz’da ele
geçirilenler arasında yerini aldı, iddianamede bahsedildi. Hatta bu liste hakkında
Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunan ve sonra Ergenekon
sanığı da olan İşçi Partili avukat Nusret Senem’e gözaltına alındığında konuyla
ilgili sorular da yöneltildi. İddianameye göre Senem, “29 Ocak 2008 tarihinde
Ankara C. Başsavcılığına Emniyetteki F Tipi Örgütlenmeyi anlatan 4 sayfalık 57
kişilik bir listeyle şikâyetçi oldum. Bu belge gazeteci bir arkadaşım tarafından
verildi. Ben de savcılığa verdim ve 2008/16541 sayılı soruşturma numarasına
kaydedildi. Ancak husumet olmasın diye dilekçeme isimleri yazmadım ama ekli
belgeyi sundum. Bu belge, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı N.A. tarafından
hazırlandı. Saygı Öztürk de bunu bizzat Tempo dergisinde yazdı” diye soruları
yanıtladı.
Gazeteci Nedim Şener’in “Ergenekon Belgelerinde Fethulah Gülen ve Cemaat”
isimli kitabına göre, “Listede adı geçen Ö.Z.’nin avukatının suç duyurusu üzerine,
Ankara Cumhuriyet Savcılığı listeyi hazırladığı iddia edilenler hakkında ön
inceleme yapılmasını istedi. Dilekçede listede yer alan el yazılarına ilişkin bilirkişi
raporuna da yer verildi. Rapora göre, listede yer alan el yazıları M.D. tarafından
kaleme alınmıştı. Bilirkişi, listeye el yazısı ile eklenen ‘Bozkurt ve Karagöz’
yazılarının ise Personel Daire Başkanı İ. S. tarafından kaleme alındığını rapor etti.
173
Savcı kanalı ile Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gönderilen yazıda, Emniyette 57
personel hakkında liste hazırladığı öne sürülen polis müdürleri hakkında ciddi
ithamlarda bulunuldu. Yazıda, polis müdürlerinin sahte belge düzenleyip iftira
attıkları, hakarette bulundukları iddiaları sıralandı. Bu başvuru üzerine Savcı
Mehmet Cihan Kısa, adı geçen dört polis müdürünü yargılamak için İçişleri
Bakanlığı’ndan izin istedi. Bakanlık da, eski Emniyet Genel Müdür Yardımcısı
N.A., Personel Daire Başkanı İ.S., Emniyet müdürleri M.D. ile M.A. hakkındaki
iddiaların soruşturulması için müfettiş görevlendirdi. Listede parafı olduğu iddia
edilen M.A., konunun basına yansıması üzerine avukatı aracığıyla yaptığı yazılı
açıklamada, İşçi Partisi’nin yaptığı başvuru üzerine Ankara Cumhuriyet
Savcılığının 31 Ocak 2008 tarih ve 2008/10913 sayılı kararı ile iddiaların asılsız
olduğu gerekçesiyle işleme konulmamasına karar verildiğine dikkat çekti. Akdeniz,
“Olmayan bir işlemin bir belgesi de olmaz” diyerek listenin yok sayılması
gerektiğini belirtmesine rağmen, Ergenekon savcıları listeyi Ergenekon davasının
ekleri arasına koymayı tercih etti.
Karışık bir dava sürecinin başlamasına neden olan sözkonusu listenin, “Mutlaka
imha ediniz” uyarısıyla Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na gönderilen bilgi notunun
altında Emniyet Genel Müdür Yardımcısı N.A.’nın imzası vardı. Eğer iddia doğru
ve listenin hazırlanmasında emeği geçenlerden birisi N.A. ise, Emniyet’in
tepesindeki birkaç yöneticiden birisinin bilgi notunda yazılanlara yansıyan duyduğu
kaygı durumun vahametini de özetliyor. Ancak, üst düzey emniyetçilerle ilgili yer
verilen bilgilerin doğru olduğu listenin bahsi geçen isimlerden birisi tarafından
bizzat hazırlandığı da iddialar arasında. Tarih bulunmayan bilgi notunda şunlar
yazılıydı:
“Sayın Savcım,
Geçen hafta yetkili arkadaşlarla bir araya gelerek değerlendirdiğimiz Emniyet’teki
F Tipi yapılanmanın etkin isimlerini gönderiyorum. Malumunuz İstihbarat
tamamen Fethullahçıların kontrolünde olduğundan sizden ricam listeyi ilgili
kurumlara gizli olarak iletmeniz. Bu bilgi notunu ise okunduktan sonra imha
etmenizi istirham ediyorum. Saygılarımla.”
Bilgi notuna ek olarak gönderilen ve daktilo ile yazılı 4 sayfa olduğu belirtilen
“EGM’deki F Tipi örgütlenmenin etkin elemanları” başlığını taşıyan listede ise şu
isimler ve değerlendirmeler vardı: (Ahmet Şık’ın notu: liste ve değerlendirmeleri
ise daha önce açılmış davalarda verilen kararlar nedeniyle yayınlamıyoruz.)
(Ahmet Şık’ın eklenmesini istediği bölüm eklendi, eski taslaktaki 173-178 arası –
listelerin olduğu bölüm- çıkarıldı)
İstihbarat Daire Başkanlığı’ndan aralarında eski daire başkan yardımcısı ve
müdürlerinin yeraldığı 16 kişinin adı verilecek; “Teşkilatın ve Ulusal İstihbarat’ın
en etkin elemanları ve cemaatin göz bebeği konumundadırlar. İDB’nin yaklaşık
174
yüzde 90’ı bu grubun kontrolündedir” deniliyordu. Kom Daire Bşk’dan daire bşk
ve bşk yardımcısı ile çeşitli birimlerin müdürlerinin de olduğu 10 polisin cemaatçi
olmakla suçlandığı dokümanlarda terör dairesinden 3; güvenlik dairesinden de 4 üst
düzey polisin adlarına ve yorumlarına yer verilmişti. Güvenlik dairesinden bazı
yetkililer için, “Cemaatin tüm işleri ile aktif sorumlusu, baş koordinatör
durumundadır… Danıştay saldırısı sonrası dezenformasyon faaliyetlerinde
Atabeylerde, zarf verme işlerinde, oradaki gizli yazışmaların takibinde aktif olarak
organizatörlük görevini cemaat adına yürütmüştür” gibi değerlendirmeler
yapılıyordu.
Dış ilişkiler dairesinden 4 ismin yer verildiği belgede üst düzey bir yetkili için
“Cemaatin en yetkili üyelerindendir… ABD’ye gönderilerek master ve doktora
öğrencilerini bizzat cemaat üyelerinden seçmektedir” yorumu yapılmıştı.
Polis akademisinden 7 kişinin adı yer verilen belgede, personel dairesinden de 3;
kriminal dairesinden 2; Asayiş dairesinden 4; Eğitim dairesinden 3 ve Bilgi İşlem
dairesinden 4 kişinin adlarına yer verilip çeşitli yorumlar yapıldı.
Elazığ’da bir garip olay
Şimdi biraz geriye 2002’ye gidelim. Fethullah Gülen’in Ankara 2 Nolu DGM’de
yargılamasının sürdüğü günlerde, 4 Ağustos 2002’de Elazığ’da Sivrice Merkez
Camisi’nin avulusunda unutulan bir çantayla ilgili, vatandaşların “şüpheli paket”
diye polise ihbar edilmesiyle başlayan süreç kitabımızda buraya kadar anlatılanları
ve Emniyet içinde yıllar yılı sabırla ve ilmek ilmek örülen Fethullahçı
örgütlenmenin günümüzdeki boyutlarını anlamak açısından çok önemli.
Detaylarına Hanefi Avcı’nın “Haliç’te Yaşayan Simonlar. Dün Devlet, Bugün
Cemaat” isimli kitabında da yer verilen bu olay o dönem gazetelerinde Elazığ
Emniyet Müdürlüğü’nün, Emniyet içindeki Fethullahçı yapılanmaya ilişkin yaptığı
bir operasyon olarak yansımıştı. Hâlbuki başta da dediğimiz gibi tamamen bir
unutkanlık eseri başlayan süreç, Fethullah Gülen cemaatinin emniyetteki
yapılanmasıyla ilgili çok önemli bilgi ve dokümanların ele geçmesini sağlamıştı.
Olay gerçekleşmesinin üzerinden 1 ay geçtikten sonra basına yansımıştı. İhlas
Haber Ajansı’nın 8 Eylül 2002’de, “Emniyette ‘Fethullahçı yapılanma’ iddiası”
başlığıyla abonelerine duyurduğu bu olayla ilgili haber şöyleydi:
İsim isim şifreli polis listeleri
“Elazığ Emniyet Müdürlüğü’nün gerçekleştirdiği bir operasyonda, Fethullah
Gülen cemaatinin emniyet teşkilatındaki yapılanmasıyla ilgili bilgi ve dokümanlara
ulaşıldı. Sivrice İlçesi’nde bir camide bulunan bir çanta emniyet teşkilatı içinde
büyük yankı uyandırdı. Çantadan, emniyet teşkilatındaki Fethullahçı yapılanma ile
175
ilgili önemli belge ve dokümanlar çıktı. Ele geçirilen belgelerde, 4 ilde görev yapan
rütbeli emniyet mensupları isim isim sıralanarak cemaat içindeki rollerine göre
şifreli kodlara yer veriliyor. Fethullahçı yapılanma ile ilgili operasyon, Elazığ
Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi ekiplerinin, Sivrice Merkez Cami
avlusunda şüpheli bir çanta bulmaları ile başladı. Çantayı inceleyen terör
uzmanları, polis mensuplarının yer aldığı bir liste ile bazı notlar ele geçirdi.
Çantanın sahibi olan ve Malatya’da öğretmenlik yapan Ahmet Şahinalp, yapılan
soruşturma üzerine gözaltına alındı. Elazığ’da sorgulanan Şahinalp, dokümanın
çantasına başkaları tarafından yerleştirildiğini iddia etti. Sorgulamasının ardından
mahkemeye çıkarılan Şahinalp, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
İstihbarat ve Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü uzmanları, çıkan notları ve
emniyet personeli listesinin yer aldığı bilgisayar dökümünü inceleyerek, bunun
emniyet içerisinde ‘Fethullahçı’ olarak adlandırılan grubun yapılanmasıyla ilgili
olduğunu belirledi.
4 ilden 144 üst rütbeli emniyet mensubu
Ele geçirilen doküman ve notlar, incelenmek üzere Emniyet Genel Müdürlüğü
İstihbarat ve Terörle Mücadele Daire Başkanlığı’na gönderildi. Çantadan çıkan el
yazması notlar, Kriminal Polis Laboratuarı’nda incelemeye alındı. Çantada çıkan
dokümanlar arasında Elazığ, Tunceli, Bingöl ve Malatya’da görev yapan 144
rütbeli emniyet görevlisinin isimleri bulunuyor. Devresi, sicili, adı, soyadı, görev
yeri tek tek sıralanan 144 kişinin isimlerinin bulunduğu listenin sonunda ‘BL’ ve
‘Açıklama’ şeklinde iki hane daha bulunuyor. Şifrelenmiş bölümlerde isim
hanelerinin karşısına 1’den 5’e kadar rakam konulurken ‘BL’ hanesinde ise ‘HL,
KM, SLÇ, SLM, TR, AH, AKF, FT, CN, SD’ şeklinde kodlar bulunuyor. Listede
bazı isimlerin karşısında ise ‘Ehli dünya, fırsat bulursa zarar verir’, ‘Bizi biliyor’,
‘Zararsız’, ‘Müntesip’, ‘Aleyhte çalışır’, ‘Süryani olabilir’, ‘Bizden diye istenildi’
şeklinde notlar yer alıyor.
Yapılanma ile ilgili ajanda bulundu
Fethullah Gülen cemaatinin emniyetteki ilişkilerini ortaya koyan 11 sayfalık ajanda
notunda ise isimler, telefon numaraları, talimatlar, para miktarları, aile içi
ilişkiler, gizlilik prensibi, bilgi toplama teknikleri gibi el yazması notlar bulunuyor.
Terfi ettirilmeyen emniyetçi cemaat mensuplarının durumunun sorgulandığı
notlarda, cemaat hizmetlerinin her ilde olduğu gibi büyük ilçelerde de devreye
girmesi gerektiği belirtiliyor. Cemaatin emniyetteki sorumlusunun kaleminden
çıktığı anlaşılan notlarda, Elazığ kadrosundaki Ş.I.’dan, ‘Hanımı ile problemli.
Hanımı ile görüşmek lazım. Rıza ile kılınmış ise tekrar eda etmeye gerek yok’,
176
çocuklarla ilgili, ‘Saflandırılmalı’ deniliyor. Çocukların 6 yaşından itibaren,
‘Bizler ve onlar’ şeklinde eğitilerek cemaate kazandırılmasının istenildiği
talimatlar bölümünde, bazı kişilerin cep telefonları yer alıyor.
Cemaat tanıdık nüfus müdürü arıyor
Çıkan notlar arasında ‘Tanıdık bir nüfus müdürü bulunabilir mi?’ şeklinde bir soru
sorulduğu bildirilirken, resmi evraklarda başörtüsü bulunanların değiştirilmesi
isteniyor. ‘Arkadaşlar renk belli etmesin’ talimatının bulunduğu bölümde ise bazı
kurallar konuluyor. Belirtilen kurallar ise, ‘Başkalarının renkleriyle boyansınlar.
Alternatif açılımlar eşlerle yapılsın. Aile içinde İslam’ı yaşasınlar. Yurtdışına
çıksınlar. Buralarda uzun süreli dostluklar kursunlar. Gidilen evlerde bayanlarla
ilgili bilgiler alınabilir’ şeklinde sıralanıyor. Ajanda notlarında yeni gelen
personelle ilgilenme, basında çıkan haberlerin takibi, çevrenin takibi, bilgi toplama
usul ve teknikleri gibi konularla ilgili talimatlarda bulunurken, cemaat
mensuplarının yurtdışına çıkmaları konusunda teşvik edilmeleri gerektiği
bildiriliyor.
Polis istihbaratındaki cemaat mensupları
Uzmanlar tarafından en tehlikeli olarak görülen istihbarat kadrosundaki
Fethullahçı polislerle ilgilide ajanda notları da bulundu. Notlarda istihbarat
kadrosunda görev yapan personel kastedilerek, iki defa misyon görevine gidenlerin
birim olarak adlandırılan istihbarattan çıkarıldığı hatırlatılıyor. İkinci misyon
görev yapacak personel hakkında heyetin karar vereceği vurgulanarak, ‘77. madde
olabilir, 94. madde istemiyoruz’ deniliyor. Yurtdışına görevli gidenlerin, gittikleri
ülkelerin emniyet teşkilatı ile kardeş teşkilat ilişkisi kurulması istenirken,
Kosova’ya gönderilen polisler için ‘Gardiyan olarak gidilmemeli’ talimatı
veriliyor.
Notlar arasında askere gidenlere bundan böyle 100 dolar para verilmeyeceği
belirtilirken, ajandada, açılan bazı soruşturmalara yer veriliyor. El notlarında ise
emniyetteki bazı personel hakkında özel bilgiler bulunuyor. H.Ö. kodlu emniyet
müdürü ile ilgili olarak ‘Sıkıntı oluşturabilir. Palu İlçesi’ne verilsin’ talimatı
bulunurken, M.S. isimli müdürün B.’nin merkezde kalması için ön ayak olunması
isteniyor.
Atatürk’e hakaret
Doküman arasında ele el yazısında ise, Atatürk için Sebatayist yakıştırması
yapılıyor. Atatürk’ün mason localarının yapacağı fonksiyonu CHP ile
177
yapacağından dolayı locaları kapattırdığı belirtiliyor. Fethullah Gülen hakkında,
Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in ‘Laik devlet yapısını değiştirerek yerine
dini esaslara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup, bu amaç
doğrultusunda faaliyette bulunduğu iddiasıyla’ 10 yıl hapis cezası istenirken,
Elazığ’da ele geçirilen belgelerin de bu dosyaya gönderileceği öğrenildi. Emniyet
teşkilatında büyük yankı uyandıran 144 kişilik isim listesi ile ilgili soruşturma
devam ediyor. Ele geçirilen belgelerdeki raporların Hizbullah terör tarzında
yazıldığı da dikkat çekti. Üst düzey istihbarat yetkilileri, geçen günlerde bir şube
müdürünün çantasında Fethullahçı yapılanma ile ilgili bulunan bilgisayar
CD’lerinden sonra 144 kişilik isim listesinin ortaya çıkmasının, polis içinde geniş
bir operasyonun habercisi olduğunu belirtti.”
Avcı’nın kitabında da anlatıldı
Hanefi Avcı kitabında da, “Nasıl yönetiyor, kimler yönetiyor?” başlığı altında yer
verdiği bu olayla ilgili, “Emniyet teşkilatındaki örgütlenme nasıldı? Yani cemaat
Emniyeti nasıl yönetiyor, görevleri nasıl etkiliyordu? Emniyet hiyerarşik bir
teşkilattı, teşkilat içinde ikinci bir cemaat teşkilatı nasıl yapılanıyordu? Yıllarca
amir ve müdürlük görevlerinde bulunan kişiler kendilerinin dışında birinden nasıl
emir alıyor? İddialar doğru ise onlardan fırça bile yiyor, bir şey diyemiyorlardı?
Cemaatin geçmiş yıllardan başlayarak teşkilatta nasıl elaman temin ettiği, nasıl
yapılandığı belki uzun araştırma ve incelemelerin konusu olsa da ben şu andaki
örgütün nasıl yapılandığını, idare edildiğini bir nebze olsun göstermek istiyorum”
diyordu. Avcı, çantasındaki belgelerin içeriğine bakarak Ahmet Şahinalp’in Elazığ,
Bingöl, Tunceli ve Malatya’daki emniyet birimlerinden sorumlu cemaatin imamı
olduğunu söylüyordu. Esas mesleği maden mühendisi olan Şahinalp’in bir eğitim
kurumunda çalışıyor göründüğünü belirten Avcı, dokümanlarda isimleri yer alan
emniyet personelinin 2002’de bölgeye tayini çıkanlarla, oradan batıya gödenler
olduğunu söylüyordu. Haberde “şifrelenmiş” diye verilen kodların da emniyetin
kendi personelini tasnif ederken kullandığı harf kodları olduğun belirten Avcı,
listenin emniyet bilgisayarından çıktığını söylüyordu. Haberde yer almayan,
Emniyet İmamı Şahinalp’in dokümaları arasında bulunanlar Avcı’nın kitabında
şöyle anlatıldı: “1 Ağustos 2002 ile 1 Kasım 2002 tarihleri arasında hedef
şahısların tespiti ve listelerin çıkarılması, çalışma gruplarının oluşturulması ve
işbölümü aşamasının gerçekleştirilmesi şeklindeki notlar; kurumsal açılım başlığı
altında adliye, idari personel, avukatlar, hastaneler, bankalar ve diğer kurum
isimleri ile yeni tanışılacak işadamları, toplum önderleri ve etkili nüfuz sahiplerine
nasıl davranılacağıyla ilgili notlar. Yapılacak işler, personelin sorunları gibi
konularda 4 sayfalık not. Elle yazılmış notlarda bazı polis amiri ve müdürlerinin
tayin yerleri ve özel durumları hakkında notlar. En önemlisi İl Emniyet Müdürünün
178
makam harcamaları ile yemek yediği yerler, makam araçlarının kullanımı
hakkında notlar.”
Aslında bu olayla ilgili kitapta yer verilen uzun giriş ve soru cümleleri, Elazığ
olayından çok Avcı’nın kitabında yer verdiği, resmi olmayan ve şu aşamada doğru
olup olmadığını da bilmediğimiz bir başka dokümana atıf yapıyordu. “Aşağıda yer
verdiğim ikinci belge ise çok yeni ve günceldir. Bana yeni ulaşan bu belgeye göre
Emniyet teşkilatı içerisinde cemaate bağlı polisler, yöneticileri olan kişiden işlerini
iyi yapmadığı için şikâyetçi olmuş, yanlışlarını madde madde bir rapora
dönüştürerek muhtemelen Fethullah Hocaya göndermek istemişlerdi. Buradaki
şikâyetlere bakıldığında örgütlenme hakkında ciddi bilgiler verilmektedir” diyen
Avcı’nın kitabına dönelim:
“A. ÖMER BEY TARAFINDAN GÖREVLENDİRİLEN ŞAHISLARIN HEM
KENDİLERİNİ HEM DE SORUMLULUKLARINI ÜSTLENDİKLERİ
ARKADAŞLARI VE BİRİMLERİ DEŞİFRE ETMELERİ
1- MİT Müsteşarlığı ve askeri istihbarat birimleri Ömer Beyi gerçek adı (Osman
Hilmi Özdil) ile bilmekte ve takip etmektedir. Emniyet Teşkilatında görev yapan üst
düzey yetkililerden olan Emin Aslan, Sabri Uzun, Hanefi Avcı, Hüseyin Özalp gibi
devletin önemli merkezleriyle irtibatlı kişiler de Ömer Beyin teşkilatın sorumlusu
olduğunu bilmektedirler. Yine adı geçen yetkililer Ömer Beyin hangi mekânlarda
ve kimlerle görüştüğünü tespit ettiklerini ifade etmektedirler.
2- Başbakanın çok yakınında bulunan M.A. tarafından da Ömer Bey Teşkilatın
imamı olarak bilinmekte ve adı geçen şahıs tarafından çeşitli mahfillerde bu durum
ifade edilmektedir.
3- 2007 yılında Ömer Bey ve Yenimahalle ile ilgilenen Sinan Beyin (Murat Bey)
ABD’ye giriş ve çıkışlarında FBI tarafından önce sorgulanmaları, sorgulanma
sırasında üst ve bagaj aramaları yapılmış/ bu şüpheli duruma rağmen Ömer Beyin
seyahat programını değiştirmeyerek ABD’de bulunan emniyetçi arkadaşlar
tarafından havaalanında karşılanmış ve onlarla görüşmüş daha sonra yine
emniyetçi arkadaşların kullandığı araç ile HE’nin bulunduğu kamp yerine
götürülmüş ve fiziki ve teknik takip ile bu süreç bütün teferruatıyla FBI tarafından
kayıt altına alınmıştır. ABD’den çıkış esnasında da tekrar sorgulanmış, bilgisayarı
dâhil üzerinde ve bagajında bulunan bütün bilgi ve belge niteliğindeki eşyanın
kopyası alınmış, FBI sorgusunda ABD’de daha önceden defalarca ziyaret ettiği
Emniyet Müdürü S.T. isimli kişiyi ziyaret maksadıyla bulunduğunu ifade etmiş,
ifadelerinin birer sureti ile kendisinden alınan bilgi ve belgelerin birer kopyası
Emniyet Genel Müdürlüğüne intikal ettirilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğüne
intikal ettirilen bilgi ve belgeler arasında bazı üst düzey emniyet yetkililerinin ve
eşlerinin bilgileri de tespit edilmiştir. Örnek, Emniyet Müdürü M.Y.T. Ankara
179
istihbarat Şube Müdür Yardımcısı Z.G.’nin eşinin isim ve telefon bilgileri, Emniyet
teşkilatı mensuplarının da bulunduğu USAK isimli araştırma merkezinin danışmanı
olduğuna ilişkin Ömer Beyin kendi adına düzenlenmiş kartvizit vb.) Yukarıda
özetlenen olayın akabinde Emniyet Müdürü S.T.’nin ABD vizesi iptal edilmiştir.
Yine bu olayın akabinde iki
FBI ajanı New Jersey’de ikamet eden ve New York Bölgesindeki emniyetçilerin
manevi sorumlusu olan Emniyet Müdürü A.Ç.’nin evinde ziyaret ederek Ömer Beyi
kampa götüren araç hakkında bilgi istemişler, aracın başkası adına kayıtlı
olmasının gerekçesini soruşturmuşlardır. Yapılan tüm çalışmalara rağmen FBI
tarafından kopyalanan Ömer Beyin bilgisayarında bulunan bilgilerin içeriği
hakkında ne FBI yetkililerinden ne de Ömer Beyden tatminkâr bir cevap
alınamamıştır. Konu olağanüstü hassasiyeti nedeniyle Büyüğümüze genel
hatlarıyla arz edilmiştir. Büyüğümüz, Ömer Beyle görüşülerek bilgisayarında
bulunan bilgilerin muhtevasının ne olduğunun sorulması talimatını vermiş ve
olaydan büyük üzüntü duyduğunu ifade etmişlerdir. Büyüğümüzün talimatı üzerine
ilgili Daire Başkanı R.G. Ömer Beyle görüşmüş ve kendisinden ABD de yaşanan
olayla ilgili bilgi talep etmiştir. Ancak Ömer Bey böyle bir olayın vuku
bulmadığını, kendisinin sadece pasaportuna bakılarak uçağa bindiğini ifade
ederek, hilaf-ı vaki beyanda bulunmuştur. Bilahare önüne bilgi ve belgeler
konulduğunda kabullenmek zorunda kalmıştır. Ancak bu esnada bile bilgisayarında
bulunan bilgilerle ilgili malumat vermek istememiştir. Bu süreçte Ömer Beyin ABD
vizesi ABD hükümeti tarafından iptal edilmiştir. Benzer bir sıkıntının Yenimahalle
ile ilgilenen arkadaş (Sınan Bey) için de söz konusu olabileceği
değerlendirilmektedir, Ömer Bey ABD vizesini geri alabilmek için istihbarat
Dairesi Başkanlığındaki arkadaşları riske atarak kendisinin Polis Sandığının
sahibi olduğu Ankara Sigortanın temsilcisi olduğunu, Emniyet Genel
Müdürlüğünün araçlarının kendisi tarafından sigortalandığını ifade ettirmiş, ancak
bu durum FBI yetkilisinde daha büyük bir şüphe uyandırmış ve Ömer Beye vize
verilmesi talebi reddedilmiştir.
Daire Başkanı R.G. ve emsali teşkilat büyüklerinin katılımıyla oluşturulan istişare
heyetlerinde Ömer Beyin müteaddit defalar verdiği sözleri tutmaması, hilafı vaki
beyanları ve heyetlerin sembolik misyonu nedeniyle bu teşkilat büyüklerimiz
nezdinde Ömer Beye karşı büyük bir güven kaybı söz konusu olmuştur. Yıllarca
hizmetimizin yükünü çekmiş ve teşkilatın önemli mevkilerinde görev yapan bu
büyüklerimizde fikir ve önerilerine kıymet verilmediği teşkilatın Önemli hiçbir
meselesinin görüşülmediği bu heyetlerde büyüklerimizde idare edildikleri kanaati
oluşturulmuştur. Netice olarak Ömer Beyle görüşmekte bir maslahat olmadığı
düşüncesi hâkim olmuştur.
4- Görevlendirilen şahıslar izah edilemeyecek müesseselerde görev yapmaktadır.
Örneğin bütün masrafları Başbakanlık Örtülü Ödeneğinden karşılanan ve İçişleri
180
Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığının kontrolünde kurdurulan Uluslararası
Sivil Toplum Kuruluşlarını Destekleme Derneğinin il temsilcileri ve merkez
koordinatörleri Ömer Beyin emniyet teşkilatına bakan ekibi tarafından
oluşmaktadır. Teşkilat mensuplarıyla yapılan ikili görüşmeler ve istişareler zaman,
zaman bu demek merkezi ve temsilciliklerinde yapılmaktadır. Yine teşkilatla
ilgilenen sivillerin bir kısmı ve eşleri Samanyolu Koleji, Turgut Özal Derneği,
Maltepe Dershaneleri veya illerdeki özel okullarımızda görev yapmaktadır. Ayrıca,
arkadaşlardan sorumlu siviller bürokraside ve değişik birimlerde istihdam
edilmektedir.
5- Müstakil olarak hizmet müesseseleri ve görevli sivil şahıslar adına tutulan evleri
farklı devrelerin bazen aynı anda kullanmaları neticesinde tedbire muhalif
durumlar yaşanmaktadır. Düzenli bir aile ve yaşantı görüntüsü olmayan bu evler
apartman sakinleri tarafından dikkatle izlenmekte ve şüpheyle bakılmasına neden
olmaktadır.
6- İlgili sivil şahısların eşleri, beylerine paralel olarak resmi arkadaşların
eşlerinden sorumlu olarak vazife yapmaktalar. Bunun neticesinde bir sivil bayan
bir ildeki veya yapıdaki arkadaşların her türlü bilgisine vakıf olmaktadır. Ayrıca
görevlendirilen sivil şahıslar sık sık değişime tabi tutulmaktadır. 20 yıldır birbirini
tanıyan, dostluğu olan insanlara birbirinizle görüşmeyin, gidip-gelmeyin
denilmekte, fakat 15 ay içerisinde bir arkadaş ailesiyle birlikte 3 farklı sivil aile ile
muhatap edilmektedir.
7- Görevli sivil şahısların bütün resmi arkadaşları tanımaları, lojmanlara ve
işyerlerine giderek görüşme yapmaları, cenaze merasimlerine katılmaları, toplu
yerlerde özel teveccühe mazhar olmaları neticesinde yapılan fiziki veya teknik takip
ile kendileri deşifre olmuşlardır. (Van ve Diyarbakır’da görevlendirilen şahısların
özel arabaları ile Emn. Müd. Lojmanlarına sık sık gelip gitmesi İl Emniyet
Müdürünün dikkatini çekmiş ve şahıslarla ilgili ciddi bir araştırma yapılmıştır.)
Ayrıca, görevlendirilen şahısların kendi evleri baylar ve bayanlar tarafından sık sık
kullanılıyor. Yıllarca aynı yatakhaneyi, yemekhaneyi ve sıraları paylaşmış ve
birbirini tanıyan arkadaşların bir araya gelmelerinin dışarıdaki insanlara izah
edilemeyecek hiçbir tarafı yokken mevcut yerleşik sistemler değiştirilmiş, sivil
hayatta tanınan ve hizmet müesseslerinde görev yapan sivil insanlar lojmanlara,
işyerlerine ve bir takım hususi ortamlara rahatlıkla girip çıkmakta hiçbir sakınca
görmemektedir. Bir taraftan,’ aman evinizde bir kitap, bir CD, bir Kuran ve bir
cevşen olsun, dersleriniz 4 kişiyi geçmesin, hiçbir büyüğünüzle-küçüğünüzle
görüşmeyin, irtibatınız olmasın’ diye tahşidat yapılırken diğer yanda ağabeylerin
tedbire aykırı her türlü davranışları, akıllarda soru işareti oluşturmakta ve
vicdanlarda kabul görmemektedir.
8- Çok mahrem olan operasyon ve telefon detay bilgileri İlgisiz kişilerle
paylaşılmakta ve bu husus uluorta konuşulmaktadır. Resmi arkadaşlardan alınan
181
operasyon bilgileri doğrudan ‘bilgi notu’ formatında kaynak gösterilmeksizin
hizmetle irtibatı olduğu bilinen yerlerde yayınlatılmaktadır. Daha İl Emniyet
Müdürünün bile bilgisi olmadan aktif haber isimli internet haber sitesinde gizli
konuların yayınlanması ve yine çok önemli stratejik/mahrem konuların savcılığa
intikal ettirilmeden bize ait internet sitelerinde veya gazetelerde yayınlatılması
nedeniyle arkadaşlarımız ve hizmet hedef haline getirilmiştir.
9- Ömer Bey ve görevlendirdiği sivil arkadaşların konumlan dolayısıyla sahip
oldukları bilgileri eskiden irtibatlı oldukları şahıslara aktarmaları nedeniyle
teşkilat kemmiyet ve keyfiyet bakımından deşifre edilmektedir. Örneğin Nuh Mete
Yüksel ve ÇEV vb. olaylar resmi arkadaşlarla ilişkilendirilerek anlatılmaktadır.
(Savcı Yükselin kasetini kendilerinin yaptığını övünerek çevresinde anlattığını
duymuştum. Demek ki Nuh Mete Yüksel’in kaset olayı tereddütsüz cemaat tarafında
yapılmıştır.)
10- Çok mahrem mevzular her ortamda neye hizmet edeceği bilinmeksizin
konuşulmakta, reklam konusu haline getirilmektedir. (YAŞ, MGK, Ergenekon, parti
kapatılması, L. E., N. V., vb.) H.E.’nin davası için rüşvet verildiği, telefonların
dinlenildiği, bir Yargıtay üyesinin evinin tefrişatının yapıldığı gibi konular Ömer
Bey ve ekibi tarafından herkesle rahatlıkla paylaşılmaktadır. Planlama aşamasında
olan operasyonlar önceden duyulmakta,
Ergenekon dalgaları olmadan haber verilmektedir. Atabeyler ve
Danıştay operasyonlarında, Y. Büyükanıt, İ. Başbuğ hadisesinde yaşanan sıkıntılar.
11- Teşkilat mensupları ile alakalı listelerin ve bilgilerin flash belleklere ve
disklere kaydedilmesi ve bunların taşınması ile ilgili sıkıntılar büyüğümüzün
defaatle yaptığı ikazlara rağmen aşılamamıştır. Ömer Bey ve ekibi rahatlıkla bu tür
resmi arkadaşların bilgilerinin bulunduğu flash disk ve laptoplarla yurt içinde ve
yurtdışında seyahat etmektedirler. Elazığ ve Burdur’da yaşanan üzücü
hadiselerden ders alınamamıştır.
B- REHBERLİK HİZMETLERİNDE VE HİZMET ETME
ADABINDA YAŞANAN SIKINTILAR
1- Ömer Bey ve ekibinin büyük çoğunluğunda Kur’an-ı Kerim, Sünnet ve eserlere
ilişkin müktesebat resmi arkadaşlarımızı tatmin etmekten uzaktır. Ekibin zaman
zaman ABD’ye Büyüğümüzü ziyaret dışında herhangi bir beslenme mekanizması
bulunmamaktadır. Kendilerini kabul ettirme büyük ölçüde çok mahrem bilgilerin
uluorta arkadaşlarla paylaşılması ile sağlanmaya çalışılmaktadır. Hatta bazı
arkadaşlarımız manevi boşluklarını telafi etme adına çeşitli dini gruplar ile
Emniyet Hizmeti dışındaki birimler ile irtibata geçmiştir.
2-…
3-…
182
4- Tayin, terfi ve atamalarda hizmetin rolü arkadaşlar üzerinde bir baskı ve korku
aracı olarak kullanılmaktadır. Arkadaşlara adil davranılmamak-ta ve teşkilat
teamüllerine aykırı tayinler yapılmaktadır.
5- Resmi arkadaşların maaşlarından toplanan himmetlerin kullanımında gerekli
özen gösterilmemektedir, örneğin Ömer Bey ve ekibinin Makedonya ve Almanya
programlarında yapılan harcamalar, kullanılan lüks telefon ve laptoplar.
6- Büyüğümüzün büyük ağabeylerle ilgili tasarruflarının ‘... ilgili operasyon
tamamlandı, işleri bitirildi gibi.’ ifadeler ile anlatılması ve bu durumun arkadaşlar
nezdinde ağabeylerle ilgili su-i zanna sebebiyet vermesi (H. T, M. Ö. , A. K. gibi)
7- Çeşitli dönemlerde teşkilatta vazife yapmış ve önemli hizmetleri olmuş kişilerle
düşmanca uğraşılmakta ve haklarında iftiralar atılarak sürekli yıpratılmakta ve bu
hususlar en alt seviyedeki gruplara kadar konuşulmaktadır.
8-.....
9-.....
10-......
11- Ömer Bey ve üst ekibi kendilerini Büyüğümüzün vekili olarak görmekte ancak
Büyüğümüzün üslubunu, mülâyemetini, hadise ve meseleleri değerlendirmesi
hususunda aynı hassasiyeti göstermemektedirler. Arkadaşlarımız kaba davranışları
kabullenmeme istikametinde bir tavır sergilediklerinde pervasızca; ‘Biz sizin Daire
Başkanlarınızı bile fırçalıyoruz, niye almıyorsunuz.’ demektedirler. Ömer Bey bir
olaya kızıp kontrolden çıktığında; ‘İmam benim, her türlü tasarrufta bulunurum,
Hoca Efendiye sormak zorunda da değilim.’ Deme cüretkârlığında
bulunabilmektedir. Yukarıda kısaca arz edilen üslup ve uygulamalardaki yakışıksız
davranışlar sebebiyle bazı arkadaşlarımız meslekten istifa ederek başka kurumlara
geçmiş ve emekliliklerim istemişlerdir. Arkadaşlarımız bu haliyle teşkilatta görev
yapmanın hizmet olmadığı ve nifak/fitne uygulamaları sebebiyle geri durma
noktasına gelmişlerdir.
12-.....
13-.....
14- Beklenen metafizik yenilenmenin yerine, meseleler idari, mülk cihetiyle ele
alındı. Hizmetin Türkiye ve dünyada denge unsuru olduğu, ülkeyi yönetecek
insanların / dünyayı yönetenlerin bunu göz önünde bulundurmaları gerektiği vb.
hususlar sık sık dile getirildi. Yapılan operasyonlar, atamalar vb. işlerde yoğun bir
değerlendirme yapılıp, sürekli bir güç, çakma vb. bir literatür kullanılması içerde
ve dışarıda idareye talip olma gibi algılanıyor. Yine bu cümleden hareketle bize
yakın olan ılımlı insanlar hizmete düşman oldular. Bu yöndeki içe yönelik
muhasebe / murakabe talepleri ‘bir kara propaganda’ olarak
değerlendirilmektedir. Şu an bizim dışımızdaki her kesim hizmete düşman
konumuna gelmiştir. Ömer Bey ve ekibi de bu durumu olması gereken bir durum
olarak görmektedir.
183
15-.....
16- Arkadaşların / ağabeylerin meselelerini, sıkıntılarını arz edecekleri
güvenecekleri istişare heyetleri ve şahıslar yok. Gelen konulardaki tenakuzlar
nedeniyle, İnsanların istişareye ve istişare heyetlerine güvenleri gün geçtikçe
azalıyor.
17- Ömer Bey arkadaşlarımızın bir kısmına kin beslediğini, beddua ettiğini hatta
aynı arkadaşlarımız için yerin altının üstünden daha hayırlı olacağını ifade ederek
onları uluorta konuşarak hedef haline getirmekte ve hizmet dışına çıkmaları için
özel çaba sarf etmektedir. Bu arkadaşların açıklarını bulup sıkıntıya düşürebilmek
için her türlü teknik imkânları seferber etmekte ve iftira atmakta beis
görmemektedir.
18- Hizmetteki büyük ağabeylerimiz ile çeşitli kurumlardaki arkadaşlarımızın
telefonları Ömer Beyin talimatı ile dinlenmiştir, irtibat bilgilerine bakılmıştır,
(hedef kişilerin değil, cemaatin elemanlarının bile belli açılardan denetlemek için
dinlenmiş olduğu anlaşılmaktadır cemaatin Emniyet içerisindeki gücü ve
eylemlerinin durumunu göstermesi açısında enteresan)
19- Astlar amirlerinin değil. Ömer Bey tarafından görevlendirilen sivil şahısların
inisiyatifi ile devlet işlerini idare etmeye, ast üstü yönetmeye çalışmaktadır.
20- Görevlendirilen şahısların tenakuzları ve çelişkili tavırları sebebiyle
Büyüğümüzden geldiği söylenen hususlara karşı tereddüt hâsıl olması; özellikle bir
mesele üzerinde uzlaşma sağlanamadığında ya da farklı bir görüş ortaya çıktığında
otoritenin sağlanması için ‘ HE böyle istiyor, bu HE’nın emri’ şeklinde beyanda
bulunulmaktadır. Bu belgeler ve dışarıdan aldığım bilgilere göre her birimdeki
temsilciler kanalı ile herkes Ömer kod adlı kişinin denetiminde çalışmaktadır.
Amirler mezuniyet dönemlerine göre dönem dönem örgütlendirilmiştir. Herkes
gördüğü, bildiği her konuyu temsilcilere aktarmakta, onlar da silsile ile Ömer’e
ulaştırmaktadır. Aynı şekilde istenen her hususta Ömer’den talimat olarak
teşkilatın en alt birimlerine kadar ulaştırılmaktadır. Her kritik birimde cemaatin
irtibatı ve sorumlusu yer almış, özellikle İstihbarat. KOM ve diğer birimlerin bilgi
işlem birimleri büyük oranda cemaat taraftarlarından oluşmuştur. Bu birimlerde
başlangıçta farklı kişiler var ise de onlar da çeşitli yöntemlerle buralardan
uzaklaştırılmıştır. Emniyete ait tüm arşiv ve bilgiler cemaatin arşivine taşınmış,
mevcutlar da istendiği an cemaatin isteklerine uygun olarak kullanılmaktadır.
Emniyetin İstihbarat ve KOM birimlerinde teknik ve amir kadrosu büyük oranda
cemaatin elamanı konumunda veya bilerek cemaatten gelen talimatlara
uymaktadır. Aslında bu örgütlülük yalnızca Emniyet içinde mevcut değildir, cemaat
hemen hemen tüm kurumlarda az veya çok örgütlü haldedir. Öğrendiğim kadarıyla
MİT, ordu, yargı ve milletvekilleri içinde imam konumunda kişiler bulunmaktadır.
Cemaat hakkında herhangi bir ihbar geldiğinde, daha araştırmaya başlanmadan o
birimdeki cemaat mensuplarınca haber verilip tedbir alınmaktadır. Yakın zamanda
184
birkaç defa MİT ve Emniyete cemaatin faaliyetleri, hatta en üstteki imam Ömer kod
adlı kişi hakkında bilgi gitmiş, MİT araştırmaya başladığı an haberdar olunmuş ve
gerekli tedbirler alınmıştır.
Genelde her kurumun imamı işleri yönetmektedir. Emniyet, ordu, MİT, basın ve
medya, yargı, maliye gibi tüm büyük kurumlardan sorumlu olan bir imam vardır.
Her imamın altında o kurumun her biriminde sorumlular mevuttur, bu en
yukarıdan başlayıp alta kadar yoğun örgütlü olarak devam eder. Ağırlıklı olarak
merkez ve büyük illerde olmak üzere tüm illerde örgütlülük söz konusudur. Her
hafta toplanılarak o kurum/birimdeki genel durumlar değerlendirilir ve yukarıya
arz edilecek konular çıkarılır. Alt birim imamları kendi aralarında toplanırlar. En
yukarıda o kurum için istişare heyeti denebilecek üst sorumlulardan oluşan
komitevari bir birim olup, onun üstünde o kurumun imamı bulunur. Daha üstte
kurum imamları bir araya gelip ülke genelindeki işleri ve kurumlar arası
çalışmaları değerlendirirler. Bir kurumun yapacağı işlere diğerlerinin desteği,
oralardaki bilgiler istenir. Bununla birlikte her kurum imamı ayrıca doğrudan
yurtdışında bulunan Fethullah Hoca’ya bilgi verip ondan talimat alır, yani olup
biten her şey hocanın bilgi ve kontrolünde gerçekleşir, dolayısıyla meydana gelen
olaylar asla sıradan bir cemaat mensubunun kendi kafasına göre yaptığı şeyler
değildir. Eğer bu insanlar sadece yardımlaşma, dayanışma, birbirleriyle aile ve
arkadaşlık ilişkisi kurma gibi faaliyetler içinde olsalardı elbette buna itiraz
edilmezdi ama şimdi görüldüğü kadarı ile devleti idare eden Bakanlık ve Genel
Müdürlüklere, hatta hükümete alternatif bir yapı kurularak tüm kurumlar
yönetilmektedir. Her şey olmasa da hayati konular, önemli tayin ve atamalar,
önemli operasyonlar bu yapı tarafından planlanıp uygulanmaktadır.
Operasyonlara bu yapı karar verip devletin sistemlerini kendi amaçlan
doğrultusunda çalıştırmakta, aynı anda kendi taraftarları ve kendilerinin
denetiminde olan basın yayın organları ve internet siteleri vasıtasıyla linç
kampanyaları yapılmakta, doğru yanlış her türlü bilgi çarpıtılarak servis edilmekte,
kamuoyu yanlı ve yanlış bilgilerle yanlış kanaat sahibi olmaktadır. Hukuka uygun
veya farklı yöntemle elde edilen bilgiler ve her türlü yöntem kullanılarak hedef
seçilen kişiler linç edilmek istenmektedir. Zaman zaman bu bilgiler tahrif edilerek,
ekleme ve çıkarmalar yapılarak kullanıldığı gibi çoğunlukla da her yerde bulunan
gizli elemanları özellikle ordu içerisindeki faaliyet ve çalışmaları rapor etmektedir.
Daha sonra bu haberleri belgelemek için delil bulmaya çalışılmakta, bulunan veya
yaratılan belge, evrak veya materyaller aranan mahallere konarak, aramada ele
geçti işlemi yapılmaktadır. Failleri bulunmuş birçok olay, başlatılan ve yeterli delil
bulunamayan başta Ergenekon olmak üzere pek çok başka davalarla
irtibatlandırılmaya çalışılmakta, hukuk ve mantık zorlanmaktadır.”
Sabri Uzun’dan mektup
185
Habertürk gazetesinin aynı zamanda genel yayın yönetmeni olan Fatih Altaylı’nın
Teketek isimli köşesinde 2009 sonunda önemli bir yazı çıktı.90 “İşte şimdi dananın
kuyruğu kopacak” dedirten yazı bir dönem EGM İstihbarnat Daire Başkanlığı
görevinde bulunan Sabri Uzun’dan gönderilen bir mektuptu. Anımsamayanlar için
sözkonusu yazının girişinden Sabri Uzun’un kim olduğuna bakalım: “Şemdinli
iddianamesinin gündeme bomba gibi düştüğü günlerde, ilginç bir bilgi gelmişti. O
zaman Sabah Gazetesi’nde bunu manşet yapmıştık. Bilgiye göre dönemin Emniyet
İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, üst makamlara bir bilgi notu vermişti. Bu
bilgi notunda yer alan iddialar üzerine kıyamet kopmuş, Sabri Uzun görevden
alınmıştı. Aradan 3 yılı aşkın zaman geçti. Sabri Uzun, uzun sessizliğini bozdu ve
dün bana bir mektup gönderdi.”
Peki Uzun, mektubunda ne anlatıyordu? Onu da yine Altaylı’nın köşesinden
aktaralım:
Ergenekon’la ilk tanışma 2001’de
“Sayın Altaylı, Önce kendimi tanıtayım: Sabri Uzun, EGM Merkez Emniyet
Müdürü’yüm. 22 ve 23Mart 2006 tarihli ‘İlk kelle verildi’ başlıklı yazınıza konu
olan ‘kelle’ benim. Sayın Altaylı, 17 ve 18 Kasım 2009 tarihli yazılarınızda,91
‘Bence bu çalışmalar 1 kişinin ürünü falan değil’,
‘Bütün bunları toplayan ve yazan geniş bir ekip var’,
‘Bence ihbarcı subay falan yok’ cümlelerini içeren yazılarınızdaki anafikirlere
katılıyorum.
Bir oluşum var(!), bu oluşum, son günlerde ‘subay’ kimliğine bürünerek,
Ergenekon Soruşturması’yla ilgili habire mektuplar yazıyor...
Her nedense kendisi ortaya çıkmıyor... Çok da vatanperver görünüyor... Tüm
Türkiye’yi peşinden koşturuyor!...
Sayın Altaylı, Türkiye’nin ‘Ergenekon’ adını taktığı şeyle (asla terör örgütü
demedim, demiyorum, diyemeyeceğim), 14 Haziran 2001 günü tanıştım. 2006 yılı
Ocak veya Şubat ayında tekrar karşıma çıktı. Evet, o tarihlerde, ‘Bütün bunları
toplayan, yazan geniş bir ekip var’ diye düşündüm, inceledim, gördüm... Bu kişiler
kim biliyor musunuz? Hani, 23Mart 2006 tarihinde, sizin yönetiminizdeki Sabah
Gazetesi’nde ‘Uzun’u yakan bilgi notu’ başlıklı haberde konu edilen, Sabri Uzun
tarafından hazırlandığı, hükümet makamlarına verildiği öne sürülen bilgi notu
vardı ya, işte o notu hazırlayanlar, şimdi (subay kimliğine bürünerek) Genelkurmay
Başkanlığı hakkında bilgiler veriyor.
90 Habertürk Gazetesi, 20 Kasım 2009
91 http://www.haberturk.org/yazarlar/223127-bence-ihbarci-subay-falan-yok
186
İşte, bu yazı yayınlandığında, benim ciğerim yandı. Tüm ülkeye, Sabri Uzun
kurumlar aleyhine düzmece raporlar hazırlayan, üstelik Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’na değil de bir cemaate bağlı insan olarak tanıtıldı.
O bilgi notunu hazırlayan, size ulaştıran, yanıltan, kendi amaçları doğrultusunda
kullanan kişiler, sonra başka bir ihbar mektubuyla (Trabzon’a gönderilen)
Ergenekon (!) başlattılar...
Ben, 23 Mart 2006 günü, Sabah Gazetesi Ankara Temsilcisi Sayın Aslı
Aydıntaşbaş’a gittim.
Bu Bilgi Notu denilen belgeyi, İstanbul’dan, Gazete’nin merkezinden temin
etmesini istedim; kendisinde bir kopyasının bulunduğunu söyledi; verdi.
İşte o gün, benim hazırladığım öne sürülen belgeye ulaşmış oldum.
O Bilgi Notu, Sabri Uzun’un görevden alınması için (birileri tarafından)
hazırlanmıştı. Aynı kişiler, o günlerde ‘Bir subayın dedesinin Yahudi olduğunu,
mezarının İsrail’de bulunduğunu’ bir internet sitesinde yayınlamışlardı.
Sabah Gazetesi’nin haberi üzerine hiçbir makam sahibinin ortaya çıkıp,
‘Sabri Uzun böyle bir Bilgi Notu hazırlayıp bize vermedi’ diye açıklama yapmadığı
gibi, Sabri Uzun hakkında idari soruşturma da yapmadılar...
Allah Allah!..
Fatih Bey, siz, 20 sene içinde Türkiye bölünür diyorsunuz ya, o bölünmenin
başlangıç tarihi, ‘Uzun’u yakan Bilgi Notu’ yazısının yayınlandığı gündür...”
Gürültü koparamayan mektup
İlginç değil mi? Özetlemek ve tekrar vurgulamak gerekirse Uzun, dönemin
Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “AKP hükümetinden ricasıyla”
görevden alınmasına da neden olan Şemdinli olaylarına ilişkin meşhur bilgi notunu
kendisinin hazırlamadığını söylüyordu. 23 Mart 2006’da Özay Şendir imzasıyla ilk
kez Sabah Gazetesinde yayımlanan, “Sabri Uzun’un başını yakan bilgi notu”
başlıklı haberde konu edilen bilgi notunu kendisinin hazırlamadığını belirten Uzun,
gazetenin Ankara Temsilcisi Aslı Aydıntaşbaş’tan, habere konu bilgi notunun
kopyasını aldığında, düzmece bilgi notundan o zaman haberdar olduğunu
anlatıyordu. Olaylarla ilgili kurulan TBMM Araştırma Komisyonu’na 2 Şubat
2006’da verdiği ifadede “Hırsız evin içindeyse, kapı kilit tutmaz” diyen Uzun, daha
da önemlisi şimdilerde tüm Türkiye’yi kuşatan bir soruşturma ve yargı sürecinin
adı olan ve derin devlet yargılaması olduğuna inanmamız istenen Ergenekon’la
2001’de tanışıp, 5 yıl sonra 2006’da yeniden karşısına çıktığını iddia ediyordu.
Ne zaman başlamıştı Ergenekon soruşturması? 2007 Temmuz ayında ihbar üzerine
Ümraniye’de bir gecekonduya yapılan baskında 27 el bombası bulanmasından
sonra. Peki, Uzun ne demişti: “Türkiye’nin ‘Ergenekon’ adını taktığı şeyle (asla
187
terör örgütü demedim, demiyorum, diyemeyeceğim), 14 Haziran 2001 günü
tanıştım. 2006 yılı Ocak veya Şubat ayında tekrar karşıma çıktı.”
Gürültü koparacağı düşünülse de ne ertesi gün ne de sonrasında kimse bu “Sabri
Uzun’dan mektup” başlıklı bu yazı ve içeriğinde anlatılanlar üzerine kalem
oynatmadı. Haber yapmadı. Hükümete ve tüm hukuk ihlallerine ve yürütülüşündeki
aksaklıklara rağmen Ergenekon soruşturmasına yandaş olanı ve olmayanıyla tüm
medya sus pus olmuştu. Ya bu konuda konuşup yazmak istememişlerdi ya da
mektupta anlatılanların önemini kavrayamamışlardı. Uzun’a mektup yazdırtan
yazısında, “Size söyleyeyim, ortada ‘ihbarcı bir subay’ falan yok... Sadece
savcılarda değil, devletin en üst kademelerinde de bu belgeler uzun zamandır var.
Ama birileri toplum mühendisliği yapıyor ve bunları bize yavaş yavaş sızdırıyor,
gündemde diri tutuyor. Ve bence bu çalışmalar 1 kişinin ürünü falan da değil.
Bütün bunları toplayan, hazırlayan ve yazan geniş bir ekip var...” diye yazan
Altaylı bile basit bir gazetecilik refleksi göstererek, “Mektupta anlatılan iddiaları
araştırın” diyememişti muhabirlerine.
Islak İmza duruşmalarında dile getirildi
Peki, Uzun’un Ergenekon’la, Türkiye’nin daha adını bile duymadığı bir dönemde,
soruşturmadan 6 yıl önce tanışma hikâyesi nasıldı? Bu konu aslında Ergenekon ya
da ilgili davaların yargılamaları sırasındaki duruşma tutanaklarına bile girdi.
Ergenekon soruşturmasının kayıtsız şartsız doğru yürütüldüğüne inanan ve
aksaklıkları sorgulamaktan kaçınan medya için bunların dile getirilmemesi normal.
Peki, hükümete ya da Ergenekon soruşturmasına muhalif olanlar? Onun yanıtını da
kendileri verecek elbet. Neyse konumuza dönelim.
6 Temmuz 2010’da Islak İmza Davası olarak bilinen, Kurmay Albay Dursun
Çiçek’in yazdığı öne sürülen İrticayla Mücadale Eylem Planı isimli belge ile ilgili
yargılandığı davada söz alan sanıklardan Serdar Öztürk; Ergenekon
soruşturmalarını yürüten ve sıklıkla cemaatçi olduğu öne sürülen Savcı Zekeriya
Öz’ün CIA ile düzenli görüştüğü şeklinde bir iddia ortaya attı. Kanıtlanması ve
ciddiye alınması güç bu iddiasının yanı sıra Öztürk, başka bir takım savlarda da
bulundu ki bunların kanıtlanması ise hiç de güç değildi.
“Dayı kod adlı bir kişiyle görüştüğü iddiasını açıklayan Serdar Öztürk,
iddianamede ‘dayı’ olarak belirtilen kişinin Emniyet İstihbarat Dairesi Eski
Başkanı Sabri Uzun olduğunu söyledi. Serdar Öztürk yıllar önce Sabri Uzun ile
yardımcısı R.G. arasında geçen bir konuşmayı aktardı: ‘Sabri Uzun, R.G.’nin
kendisine yıllar önce Ergenekon belgelerini gösterdiğini söyledi. Sabri Uzun bu
belgelerin saçma sapan şeyler olduğunu söylemiş. R.G. ısrar edince ‘Tamam getir.
188
Ben bizzat Genelkurmay’a kendim götüreceğim’ diyor. R.G. ‘TSK kendi içini
temizlemez’ diye yanıtlayınca küfür edip kovuyor.’”
25 kişilik zanlı general listesi
Evet. Uzun’un Ergenekon’la 14 Haziran 2001’de tanışması neredeyse böyle
olmuştu. İDB’ye bağlı bir şubenin müdürü olan R.G. elinde 25 kişinin adı olan bir
şemayla Daire Başkanı Uzun’un yanına gelir. Uzun’a verdiği şemanın baş sırasında
şimdi Balyoz davasının sanığı olan dönemin Ege Ordu Komutanı Çetin Doğan’ın
adı vardır. Diğer isimlerin tamamı general ve üst rütbelilerden oluşmaktadır. R.G.,
“İstanbul İstihbarat Şube Ergenekon adını verdiği bir soruşturma yürütüyormuş bu
paşalar da zanlılarmış” der. Şemaya bir göz atan Uzun, “Buradakilerin hepsi rütbeli
asker. Bu kişileri suçlayacak bir delil ya da ifade var mı?” diye sorar R.G.’ye.
Yanıt, “İstanbul’un elinde bir ifade varmış” olur ve kısa süre sonra 50-55 sayfalık
bir ifade ile çıkagelir. Uzun, Ergenekon soruşturmasının işaret fişeği olduğu yıllar
sonra anlaşılan Tuncay Güney’in, kendisi de sonradan Ergenekon sanığı olarak
tutuklanan Adil Serdar Saçan’ın müdürlüğünü yaptığı KOM Şube Müdürlüğü’nde
verdiği ifadeleri titizlikle okur. Ancak çarpıcı iddialarda bulunulan ifadelerde
elindeki şemada yer alan isimlerin hiç biri geçmemektedir. R.G.’ye, “Bu ifadelerde
bu isimlerin hiç biri yok. Afakî bir şema bu. Bana şemanın ifadeye göre
hazırlandığını söylüyorsunuz ama ifadelerde bunu doğrulayan tek bir emare yok.
Yani bu şemanın hukuki bir geçerliliği yok. TSK’nin generallerini suçlayacağız
ama elimizde hukuki gerekçe olmayacak” der. R.G. de, “İstanbul’a bir sorayım
ben” diyerek gider ama bir daha da konuyu açmaz.
5 yıl sonra yine karşısına çıktı
Peki, Uzun’un bu olaydan 5 yıl sonra, yine Ergenekon soruşturması adıyla aynı
zanlı listesi dolayısıyla Ergenekon’la karşılaşması nasıldır? 9 Kasım 2005’te,
Şemdinli’de yaşanan olayların ardından Sabri Uzun yazdığı öne sürülen bir bilgi
notu ve TBMM Araştırma Komisyonu’na verdiği ifadeler nedeniyle askerlerin
hedefindedir. Hem Genelkurmay’dan hem de hükümetten sert eleştiriler almıştır. O
günlerde, 2006 Şubat ayında yine aynı müdür, R.G., aynı zanlı listesini içeren
şemayla ve İstanbul İstihbarat Şubesi’nin aynı talebiyle gelir Uzun’un yanına.
“Bunlar o Tuncay Güney denen adamın ifadeleri üzerine hazırlandığı söylenen
şema mı yine?” diye sorar. “Evet, İstanbul İstihbarat Ergenekon soruşturmasını
başlatmak istiyormuş” yanıtı alır R.G.’den. Bunun üzerine Uzun, “Bu ifadelere
bakarak bu kişileri suçlamamız mümkün değil. Ama İstanbul İstihbarat kararlıysa
ve eminse o zaman ilgililere bilgi vererek gerekli izinleri alıp Kurmay
Başkanlığı’na Başbakan Erdoğan imzalı bir mektup gönderelim. ‘Bu listedeki
189
generaller, Tuncay Güney isimli bir zanlıdan elde edilen bilgilerle Ergenekon isimli
bir soruşturma kapsamında zanlılardır. Hem bilgi vermek hem de gerekli
soruşturmayı birlikte yürütmek istiyoruz’ denilsin. İstanbul İstihbarat kabul ederse
izleyeceğimiz yöntem sadece bu olabilir” der. Konu İstanbul İstihbarat Şubesi’ne
sorulur. Tabi ki gelen yanıt olumsuzdur. Soruşturma yine açılamaz.
Yüce Divan’a giden ihbar mektubu
Sabri Uzun, Ergenekon isimli soruşturmanın 5 yıl arayla ısrarlı biçimde karşısına
çıkmasından sonra yaşadığı kimi olaylarla ilgili kafasında bir şimşek çakar. Birileri
bir takım planları devreye sokmak için kendisine yönelik komplo mu kuruyordur?
2004 yılında hakkında bir ihbar mektubuna dayanılarak açılan idari soruşturmanın
bu olayla ilgili olup olamayacağını düşünür? Üstelik Uzun’la birlikte dönemin
Güvenlik Daire Başkanı İsmail Çalışkan da suçlanmaktadır. Suçlanan diğer kişi ise
2009 yılında kendi iddiasına göre bir komplo ile tutuklanarak görevinden alınan bir
dönem KOM Daire Başkanlığı da yapan dönemin Emniyet Genel Müdür
Yardımcısı olan Emin Arslan’dır.
O dönem EGM’nin kilit noktalarda görev yapan bazı tepe yöneticileri hakkında
devletin zirvesine sürekli ihbar mektupları gönderilmektedir. Uzun ve iki arkadaşı
hakkında dönemin İç İşleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun soruşturma açmasına yol
açan da böyle bir ihbar mektubudur. 2004 Mart ayında gönderilen mektup 1998’de
patlak veren ve o dönemde Mesut Yılmaz hükümetinin düşmesine yol açan
Türkbank skandalı ile ilgilidir.
Hükümet düşüren ihale
Çalışanlarının ve emeklilerinin yüzde 85’lik hissesine sahip olduğu Türkbank
çökme aşamasındaydı. Hazine, Türkbank’a Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu
(TMSF) vasıtasıyla el koyar ve hemen ardından bankaya 485 milyon dolar nakit
para pompalandı. Daha sonra da banka, 1998'de Mesut Yılmaz'ın Başbakanlığı
döneminde kasası dolu halde satış için ihaleye çıkarıldı. İhaleyi, 605 milyon dolara
işadamı Korkmaz Yiğit kazandı. Ancak, yeraltı dünyasının ünlü isimlerinden
Alattin Çakıcı bu satışta Korkmaz Yiğit lehine devrede olduğu anlaşılınca ihale
iptal edildi. Yiğit lehine devrede olan sadece Çakıcı değildi. Dönemin Mesut
Yılmaz iktidarının da Çakıcı’nın girişimleriyle Yiğit’e iltimas geçtiği anlaşıldı.
Bunları ortaya çıkaran da dönemin CHP İçel Milletvekili Fikri Sağlar’ın açıkladığı
Korkmaz Yiğit’le, mafya lideri Alattin Çakıcı arasındaki telefon konuşması
kayıtlarıydı. Bankalar, gazeteler, televizyon kanallarıyla hızlı bir yükselişe geçen
Yiğit’in, Çakıcı’yla yaptığı konuşmalar Milliyet gazetesini satın almasından 6 gün
sonra 13 Ekim 1998’de Sağlar tarafından açıklandı. Konuşmalarda, Çakıcı’nın
190
ihaleye girecek diğer işadamlarını tehdit ettiğinden ve hükümetin geçtiği
iltimaslardan bahsediliyordu. Kasetin şalvarlı bir kişi tarafından kendisine elden
verildiğini belirten Sağlar’ın açıklamaları üzerine Yiğit, Türkbank ihalesine
katılmasının nedeninin Alaattin Çakıcı değil, Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel
ve daha sonra da Güneş Taner’in yönlendirmesiyle olduğunu söyledi. Türkbank’la
kendisi ilgilenmeden önce devletin iki defa bankayı satma teşebbüsünde
bulunduğunu ve Çakıcı’nın her iki satış teşebbüsüne de müdahale ettiğini hatırlatan
Yiğit, Mesut Yılmaz’ı kastederek, “En büyük hatam devletin Başbakan’ına
inanmamdı” dedi. “İhaleye fesat karıştırmak” suçlamasıyla açılan soruşturma
tutuklanan Yiğit, gözaltında tutulurken emniyette verdiği ifadede, Türkbank
ihalesiyle ilgili kendisine komplo kurulduğunu öne sürerek, dönemin Başbakanı
Mesut Yılmaz ve Devlet Bakanı Güneş Taner’in bankanın satışı ile gelişmelerden
önceden haberdar olduğunu iddia etti. Skandalla birlikte Yılmaz Hükümeti de
sarsıldı. CHP, verdiği güvenoyonu çekti ve 25 Kasım 1998'de hükümet düştü.
Yılmaz, Devlet Bakanı Güneş Taner’le birlikte Cumhuriyet tarihinde Yüce
Divan’da yargılanan ilk başbakan da oldu. Yüce Divan, 23 Haziran 2006’da
davanın kesin hükme bağlanmasını kendisinin de Başbakan Yardımcısı olarak
görev aldığı DSP, MHP ve ANAP hükümeti zamanında 22 Aralık 2000’de
çıkarılan ve Rahşan Affı olarak bilinen 4616 sayılı Şartla Salıverilme Yasası
uyarınca erteledi.
Yılmaz’ın suçladığı polis
Mesut Yılmaz, daha sonra ANAP-DSP-DTP koalisyonunu bitiren Türkbank
skandalıyla ilgili istihbaratçı Âdem Demir’i suçladı.92 Dönemin Başbakanı Yılmaz,
Demir’in Çakıcı-Yiğit kasetlerini, kendilerine değil de muhalefete ulaştırarak krizi
ateşlediğini söyledi. ANAP lideri olarak Başbakanlığını yaptığı ANAP-DSP-DTP
koalisyonunun gensoruyla düşürülmesine neden olan Türkbank skandalındaki kaset
karambolünün izini süren Mesut Yılmaz’ın karşısına polis istihbaratının kilit bir
ismi çıktı: İstanbul İstihbarat eski Şube Müdürü ve DYP milletvekili aday
adayı Âdem Demir. Yılmaz bu iddialarını 11 Haziran 1999 günü bir grup
gazeteciyle yaptığı sohbette dile getirdi. İlk kez isim vererek Alaattin
Çakıcı ile Korkmaz Yiğit arasında geçen konuşmaların kaydedildiği bandın
CHP’li Fikri Sağlar’a ulaşmasını sağlayan kişinin Âdem Demir olduğunu söyledi.
ANAP Lideri, bu konudaki ilk ipucunu hafta içinde ANAP grubunda yaptığı
92 İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı olan Âdem Demir, Türkbank’ın satışıyla ilgili olarak işadamı Korkmaz Yiğit
ile Baba Alaattin Çakıcı arasındaki telefon konuşmaları kasetini CHP’li Fikri Sağlar’a sızdırdığı bilgisinin dönemin
Başbakanı Mesut Yılmaz’a bildirilmesi üzerine bu görevden alındı. Bu işle ilgisi olmayan Demir’i görevden
aldıranlarsa aslında bizzat kasedi sızdıran cemaatçi polislerdi. Demir, başını yakanın ise “Ne zaman ‘bu sümüklü
hocanın peşinden gidiyorsunuz?’ sözü ağzımdan çıktı, ondan sonra olanlar oldu” diye konuşmak olduğunu 21
Haziran 1999’da Star gazetesinden Saygı Öztürk’e açıklamıştı.
191
konuşmada vermiş ve şunları söylemişti: “55’inci hükümetin zamansız görevden
uzaklaştırılmasının en önemli nedeni Emniyet’teki hizmet yetersizliğidir. Eğer belli
birimler görevlerinin gereğini yapıp sahip oldukları bilgileri bize zamanında
aktarmış olsalardı, o siyasi kriz yaşanmayacaktı. Ama bazı görevliler yasadışı
olarak ulaştıkları bilgileri amirlerine ve bize değil de muhalefet milletvekiline
verince Türkiye siyasi krize girdi.”
Yılmaz konuşmasında suçlama yönelttiği emniyet görevlilerinin adını bilip
bilmediğini açıklamasını isteyen gazetecilere, tereddüt etmeden Âdem Demir’in
adını vererek şöyle konuştu: “Âdem Demir, İstanbul polisinde istihbarat şube
müdürüydü. Bize kendisiyle ilgili bazı bilgiler ulaşınca oradan alınmasını istedik.
Merkeze alındı. Ancak bizim sakıncalı diye merkeze aldığımız bu kişiyi tutup
istihbarat başkanlığında en kritik yer olan teknik servisin başına koymuşlar. Bunun
üzerine yine uyardık. Bu kez geri hizmete çekildi. Sonra da zaten DYP’den
milletvekili adayı oldu.”93
İlginç bir ihbar mektubu
Üst düzey polis müdürleri Sabri Uzun, İsmail Çalışkan ve Emin Arslan’la olan
ilgisi ise Fikri Sağlar’ın açıkladığı telefon dinleme kayıtlarıydı. Yılmaz’ın Yüce
Divan’da yargılandığı o günlerde Ahmet Büyükkaya adını kullanan ihbarcının
gönderdiği ve söz konusu üç müdür ile o tarihte Kaçakçılık ile İstihbarat dairesinde
önemli görevlerde bulunmuş pek çok emniyet görevlisini; Alaattin Çakıcı’nın
Türkbank ihalesine yaptığı müdahaleyi ilgililere zamanında haber vermeyip uyarı
görevlerini yerine getirmeyerek “görev kusuru” işlemekle suçluyordu mektubunda.
Burada ilginç bir hatırlatmayı yapmakta fayda var. İhbar mektubunda suçlananlar
arasındaki Emin Aslan o dönemde KOM Başkanı olarak hazırladığı yazıda
Korkmaz Yiğit ile Alaattin Çakıcı arasında bağlantı olduğunun tespit edildiğini
anlatan kişiydi.
Merkez Bankası’nın talebi
Türkbank ihalesi öncesinde Merkez Bankası, EGM’ye gönderdiği bir yazıda,
ihaleye katılacak işadamlarına suikast yapılacağına ilişkin gazetelerde haberler
çıktığından hareketle iddiaların gerçek olup olmadığına ilişkin bilgi istiyordu.
Talep üzerine İstanbul polisi ile yapılan görüşmeler üzerine TMSF’nin yazısında
sözü edilen konuyla ilgili bilgi ve ifadeler ”yakalanan silahlar ve eylemlerin türü
nedeniyle” ilgili birim olan Terörle Mücadele Dairesi’ne gönderildi. Buradan da
araştırma yapılmak üzere 14 Temmuz 1998’de KOM Dairesi’ne aktarıldı. KOM
93 Hürriyet Gazetesi, 11 Haziran 1999
192
da aynı gün konuyu İDB’ye bildirdi. Çünkü TMSF’nin talep yazısıyla 14 Temmuz
1998’de İstanbul Emniyeti’nden gelen üst yazıda ve sanık
ifadelerinde Türkbank adı geçmiyordu. Dönemin İstanbul Emniyet Müdür
Yardımcısı Atilla Çınar imzasıyla İstanbul DGM’ye gönderilen yazıda da,
ne Türkbank adı geçiyor, ne de Yiğit-Çakıcı bağlantısı ile ihaleye dayalı
işadamlarına baskı yapıldığına ilişkin bir ifade bulunuyordu.
Skandalı kanıtladı mağdur oldu
KOM Başkanı Arslan’ın 14 Temmuz 1998’de gönderdiği yazının yanıtı, başında
Sabri Uzun’un bulunduğu İDB’den 23 Temmuz 1998’de KOM’a geldi. Notta ne
tehdit eden, ne edilen bir isim ve ne de bir menfaat grubundan söz ediliyordu.
Çünkü Çakıcı-Korkmaz Yiğit arasındaki konuşmaların bandı ortaya çıkmamıştı
henüz. Oysa ihale zarfı alan 20’ye yakın grup ile ihaleye katılan 5 grup vardı.
Bunlardan hangisinin kiminle ilişki kurarak, kimleri tehdit ettiğine dair açık bir
bilgi de yoktu yazışmalarda. Yani Merkez Bankası’nın, talep ettiği bilgiler gelen
bilgi notlarında bulunmuyordu. Ama konu Emin Arslan’ın Emniyet Genel Müdür
Yardımcısı olarak sorumlusu olduğu başında Sabri Uzun’un bulunduğu İstihbarat
Daire Başkanlığı’nın çabalarıyla çözüme kavuşuyordu. Yapılan çalışmalar sonunda
ihaleden bir gün önce İDB, Başbakan ve İçişleri Bakanı’na Çakıcı-Türkbank-
Korkmaz Yiğit bağlantısının ayrıntılı olarak anlatıldığı, isim isim tehdit eden ve
edilen ile işbirliği yapılan işadamlarının belirlendiği bir bilgi notu gönderiyordu.
Ancak resmi bir yazı olmayan bu bilgi notuyla ihalenin iptali söz konusu değildi.
İhalenin iptal edilmesini gerektirecek, Emin Arslan ve Sabri Uzun tarafından
hazırlanan resmi yazı ancak ihale günü olan 4 Ağustos 1998’de Başbakanlık ve
Merkez Bankası’na, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Yahya Gür imzasıyla gönderildi.
Altı imzanın bulunduğu zimmetli yazı Merkez Bankası’na saat 17.45
sularında; Başbakanlığa da 18.00’de ulaşabilecekti. Merkez Bankası o saatte bir
girişim yapmazken Başbakan Mesut Yılmaz ise “Ben yazıyı almadım” diyecekti.
Hem de özel kaleminin “Ben gönderdim” şeklindeki açıklamalarına rağmen.
Anlaşılan yazı “ortadan kaybolmuştu”. Emin Aslan, dönemin İstihbarat Daire
Başkanı Sabri Uzun ve kendi yardımcısı İsmail Çalışkan Türbank
soruşturmasındaki rollerine rağmen ismi kusurlu gösterilmeye çalışanların arasına
monte edildi.
Henüz Alaattin Çakıcı yakalanmamıştı. İstanbul İstihbarat Şubesi, İstanbul
Cumhuriyet Savcılığı’ndan aldığı dinleme kararıyla Çakıcı’yı dinliyordu. Asıl
amaç, Çakıcı’yı yakalamaktı.Bunun için 1996 yılında Amerika’ya gönderilen polis
ekibi, siyasetçi vekiller tarafından Çakıcı’ya bildirilerek kaçması sağlanmıştı. Adli
bir görev yapıldığından, yargı sahası yetkisi gereğince, İstanbul’da dinlemesi
yapılan Çakıcı’nın hiçbir ses kaydı İstihbarat Dairesi’ne getirilmemişti. Bu arada,
193
Türkbank İhalesi ile ilgili bilgi talebine verilecek cevapta da, hem yapılan
yakalama operasyonu’nun ortaya çıkmaması gerekiyordu; hem de ilgililere kapalı
cümlelerle bilgi verilmesi gerekiyordu.
Ayrıca, 5 Mayıs 1998 günü, İstanbul Valisi Kutlu Aktaş tarafından, Başbakan
Mesut Yılmaz’a yazılı bilgi notu verilmişti. Yılmaz, bu bilgi notunu, İçişleri Bakanı
Murat Başesgioğlu’na vermiş, o da, Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican’a
ulaştırmıştı. Bilican’da, İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir’e telefon açarak,
“Bu bilgiler, İstihbarat Daire Başkanlığı’na gelip, Emniyet Genel Müdür
tarafından, İçişleri Bakanı’na ve Başbakan’a dağıtım yapılması gerekirken, siz,
tersini yapmışsınız; bir daha böyle bir şey olmasın” şeklinde ikaz etmişti. Yani
Mesut Yılmaz’ın, Çakıcı-Korkmaz Yiğit ilişkisinden önceden bilgisi vardı. Ancak,
Korkmaz Yiğit-Mesut Yılmaz görüşmesinden, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün
bilgisi yoktu. Üstelik, 170 milyon dolar değer belirlenen Türkbank’a 485 milyon
dolar ek para aktarıldığını hiç bilmiyorlardı. Polis, 170 milyon doların üstünde
yapılacak her satış işlemini, devlet adına bir başarı olarak değerlendiriyordu. Hele
de 605 milyon dolara satılmış olmasını, büyük bir başarı olarak anlıyordu.
Başbakan Mesut Yılmaz, MİT Müsteşarı ve Emniyet Genel Müdürü ile toplantı
yaparak, ellerinde Türkbank’ın satışına engel olacak herhangi bir belge olup
olmadığını sormuş karşılığında da herhangi bir bilgi ve belgenin bulunmadığı
yanıtını vermişti. Çünkü Başbakan Yılmaz, 1998 Mayıs’ında Yiğit-Çakıcı ilişkisi
konusunda bilgilendirilmiş olması sebebiyle, bu toplantıyı yapma ihtiyacını
duymuştu.
Görev kusuru
Türkbank ihalesinde Alaattin Çakıcı’nın rolü konusunda Meclis’te üç defa
soruşturma komisyonu kurulmuş ve Başbakanlık Teftiş Kurulu pek çok soruşturma
yapmıştı. Aynı zamanda İçişleri Bakanlığının dört müfettişi de ayrı bir soruşturma
yürütmüştü. Türkbank olayı ile ilgili açılan davada İstanbul 7. Ağır Ceza
Mahkemesi’nde ve Yargıtay’da noktalanmıştı. Sadece daha önce tutuklu bulunduğu
Fransa’da hükümet izin vermediği için yargılanamamış olan Alaattin Çakıcı daha
sonra İstanbul’da, dönemin başbakanı Mesut Yılmaz ile devlet bakanı Güneş Taner
ise Yüce Divan’da yargılanması sonraya kalmıştı. Sözkonusu ihbar mektubu da
eski Başbakan Yılmaz ile Bakan Taner’in Yüce Divan’da yargılanmasına neden
olan süreci başlatan mafya lideri Çakıcı ve işadamı Korkmaz Yiğit arasında geçen
telefon konuşmalarının bu üç emniyet yetkilisi tarafından bilindiği ancak yetkililere
iletilmediği öne sürülüyordu.
Hanefi Avcı kitabında yer verdi
194
Hanefi Avcı da, “ağabey” dediği Uzun’un bu başına gelenleri kitabında94 şöyle
anlatıyordu: “…Bu arada Sabri ağabey, Emin ağabey (Arslan) ve Güvenlik Dairesi
Başkanı İsmail Çalışkan i kapsayan bir ihbar mektubu Mesut Yılmaz ve
arkadaşlarının yargılandığı anayasa, mahkemesine gönderilmişti. Mektupta Mesut
Yılmaz in yargılandığı Türkbank olayında, Alaaddin Çakıcı-Korkmaz Yiğit
arasında geçen konuşmalardan haberdar olmalarına rağmen hükümete bilgi
vermemekle suçlanıyorlardı. Bu suretle çeteye yardım ettikleri iddia ediliyordu.
Mektubun içeriği ve yazım dili itibarıyla İstihbarat ve Kom Dairesi arşivlerinden
faydalanılarak resmi birileri tarafından yazıldığı anlaşılıyordu. Telefonla
kendileriyle görüştüğümde bir mülkiye müfettişi ya da onları sevmeyen Emniyette
yönetici konumunda bulunan birilerinin yazmış olabileceğini düşünüyorlardı.
Mektubu bana da okuttuklarında, benim izlenimim de mektubun kesinlikle Emniyet
içerisinden birileri veya onlarla yakın ilişki içinde olan ve desteğini alan kişiler
tarafından yazıldığı yönündeydi. Mektubun Mesut Yılmazı korumak için suçu
bürokratlara atma amacıyla yazıldığı gösterilmeye çalışılmışsa da gizli ipuçlarıyia
hedef olarak Emin ve Sabri ağabeyler ile İsmail Çalışkanı kapsayan, onları
kötüleyen ve görevden aldırmaya yönelik çok planlı bir tasarıydı. Bu olaydaki tüm
bilgilere sahip olunduğu ama bilgilerin istenildiği gibi kullanılıp çarpıtılarak
olumsuz bir kanaat oluşturulmak istendiği açıkça anlaşılıyordu.”
Uzun kimi işaret etti?
Türbank soruşturmasıyla ilgili sekiz yıllık süreç boyunca haklarında ihbar mektubu
gönderilen üç emniyet yetkilisine hiçbir somut suçlama yöneltilmediği halde Uzun
ve diğer emniyet müdürleri hakkında soruşturma açılmıştı. Yürütülen idari
soruşturma sonunda Uzun, Aslan ve Çalışkan aklandı. Hatta Uzun, Yüce Divan’da
Yılmaz ve Taner’in yargılamaları sırasında tanık olarak ifade bile verdi.
15 Nisan 2005’te yapılan duruşmada dinlenen Uzun, mafya lideri Çakıcı’nın
telefon konuşmalarıyla ilgili kendilerine gelen bilgilerin İçişleri Bakanlığı ve
Başbakanlığa gönderildiğini anlattı. O dönemde herşeyin çetelerin emrine girdiğini
ve herkese korku salındığını belirten Uzun, en korkulan kişinin de Çakıcı olduğunu
söyledi. Tanık ifadesinde, o dönemde KOM Dairesi’nden bu kişilerin Türkbank
konusunda aktif duruma geldiğine ilişkin yazı gönderildiğini ve bilgilerinin
sorulduğunu anlatan Uzun, “Biz de bir organize suç grubunun bu ihaleyle
ilgilendiğini ve etki etmek istediklerini bildirdik. Mevcut çalışmamızın
zedelenmemesi için isim bildirmedik” dedi. Uzun, mahkemece yöneltilen “Sağlar
ile emniyetin kaseti aynı mıydı?” sorusunu da, “Kaset yayınlandıktan sonra üzerine
çok düştüm. Sağlar’ın kaseti ile emniyetin kasetini mukayese ettim. Aynısı olduğu
94 Hanefi Avcı, Haliç’te Yaşayan Simonlar. Dün Devlet Bugün Cemaat
195
kanaatine vardım. Sağlar’a bu kaset Çakıcı ya da bizim görevliler tarafından
verildi. Bundan hala üzüntü duyarım” diye yanıt verecekti.
Hedefteki emniyet müdürleri
Uzun, bu ifadesiyle o zamanlar daha farkında bile olmadan aslında o dönemde
emniyet istihbaratta yuvalanmaya başlayan cemaatçi polislerin söz konusu kaseti
Fikri Sağlar’a sızdırdığını ima etse de kimse üzerine düşmedi. Zaten Sağlar da
kasetin kendisine, tanımadığı “şalvarlı bir kişi” tarafından elden verildiğini
savunuyordu. Emniyet personelini yaptığı işe göre değerlendiren birisi olması
nedeniyle o dönemde, Fethullahçı polislerin emniyet içinde örgütlenmesini
göremeyen Uzun, aklandığı soruşturmanın ihbar mektubunu gördüğünde kendisine
yönelik komployu fark eder. O dönemin dedikodularına göre 2004 yılından
başlayan organize bir komployla Uzun dışında Hanefi Avcı, İsmail Çalışkan,
Celalettin Cerrah ve Emin Aslan hakkında örtülü bir operasyon yürütülmeye
başlanmıştı. Bu komployu tetikleyen ise AKP’nin iktidarından sonra 2003’te
yapılan atamalardı. Başbakan, KOM Dairesi’nin başına Hanefi Avcı’yı, İstihbarat
Dairesi’nin başına da Sabri Uzun’u atarken Celalettin Cerrah İstanbul Emniyet
Müdürü olmuştu. Bu süreçte Hanefi Avcı ve Sabri Uzun işbirliğiyle enerji
yolsuzluğu, mazot kaçakçılığı, Uzanlar, Kentbank operasyonlarını yapıldı.
Soruşturmaların İstanbul ayağında da Cerrah’ın ekibinden destek gelmişti.
Avcı’nın Susurluk sürecinde kamuoyu önünde çizdiği dürüst imajı¸ yapılan ve
giderek yayılan yolsuzluk operasyonları bir süre sonra nedendir bilinmez AKP’yi
ürküttü. Hanefi Avcı, sonradan varolmadığı anlaşılan bir mahkeme kararı ile eski
daire başkanı geri geldi gerekçesiyle 2005 yılında görevden alınıp Edirne Emniyet
Müdürlüğü’ne gönderildi. KOM Daire Başkanı olan Avcı görevinden alınmadan
önce AKP milletvekillerinin de adının karıştığı Enerji Bakanlığı’na yönelik
operasyonları gerçekleştirmişti. İstanbul’a geldiğinden bu yana birilerinin
hedefinde olan Celallettin Cerrah’la ilgili de medyaya sürekli olarak, “Cerrah
küçük bir ile vali olarak atanacak” şeklinde sızdırılan haberlerin gerisinde de
Türkiye’nin en büyük ilinin emniyet müdürünün görev yerini değiştirilmesi arzusu
yatıyordu. Yine görevlerinden alınmak istenen diğer isimler ise elbette ki Sabri
Uzun ve ve Avcı’dan önce 4 yıl süreyle KOM Daire Başkanı olarak görev yapmış
olan Emin Arslan ile o dönemde yardımcısı olan dönemin EGM sözcüsü İsmail
Çalışkan’dı. Bu emniyet müdürlerinin hepsi Sadettin Tantan’ın İçişleri Bakanlığı
dönemindeki yolsuzluk operasyonlarını yapan ekibin beyin takımıydı.
Teker teker görevlerinden oldular
196
Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan, CHP’lilerin yerel yönetiminde
olduğu Edirne’ye emniyet müdürü olarak atanan Avcı’nın hemen ardından
koltuğunu kaybeden isim oldu. Çeteler, uyuşturucu kaçakçılığı ve yolsuzluklara
karşı 1988-2005 arasındaki 7 yıl boyunca önemli operasyonlara imza atan ekibinin
başındaki isimlerden olan Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan
görevinden alınıyordu. Adeta “kızağa çekilen” Arslan 1997 - 2001 yılları arasında
KOM Daire Başkanlığı, sonrasındaki 4 yıl boyunca da KOM’dan sorumlu Genel
Müdür Yardımcısıydı. Arslan da tıpkı Avcı gibi emekliliğine iki ay kalmış olan bir
genel müdür yardımcısı mahkeme kararı ile görevine döndü gerekçesiyle
görevinden oldu. AKP hükümetinin göreve gelmesinin ardından APK uzmanı
Mehmet Tokgöz, genel müdür yardımcısı yapılırken, Feyzullah Arslan bu görevden
alınarak Gaziantep Emniyet Müdürlüğü’ne getirilmişti. Arslan, açtığı idari davayı
kazanarak Ankara’ya döndü. Diğer Genel Müdür Yardımcısı Abdullah Bolcu,
Arslan’ın göreve başlatılması için Gaziantep’e kaydırıldı. Bu işlemin ardından
Bolcu da dava açtı. İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun bilgisinde gerçekleşen
operasyon çerçevesinde Bolcu’nun kazandığı idari davada verilen “göreve iade
kararı” yürürlüğe konuldu. Bolcu, yeniden genel müdür yardımcısı olurken, Emin
Arslan ise APK uzmanı olarak kızağa çekildi. Yeni görev dağılımı çerçevesinde
KOM’un da aralarında bulunduğu birimler, diğer genel müdür yardımcılarından
Ramazan Er’e bağlanırken, Bolcu ise trafik birimlerinden sorumlu oldu.
Geriye sadece Uzun ve Çalışkan kalmıştı. Onlar hakkında da asılsız ihbar
mektupları ortalığa dökülmeye başlamıştı ve eski Başbakan Yılmaz’ın Yüce
Divan’da yargılanmasına neden olan Türkbank’la ilgili soruşturmanın yeniden
tedavüle sokulmasıyla da İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun ve Güvenlik Dairesi
Başkanı İsmail Çalışkan’ın görevleriden alınması hedefleniyordu. Anlaşılan o ki,
Ergenekon Operasyonu sanıklarıyla ilgili ihbar mektupları, elektronik postalar,
telefon ihbarları yapılmadan önce Emniyet Genel Müdürlüğü KOM’dan sorumlu
Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan, KOM Daire Başkanı Hanefi Avcı,
İstihbarat Dairesi Başkanı Sabri Uzun ve Güvenlik Dairesi Başkanı İsmail
Çalışkan’ın görevlerinden alınmaları için “ihbar mektubu entrikası” başlatılmıştı.
Ergenekon Operasyonu öncesinde, bu operasyonun yapılmasına elverişli Emniyet
teşkilatı düzenlemesi yapılmıştı.
İhbar mektupları
Eskiden Ankara polisi-İstanbul polisi çekişmesi şeklinde yaşanan Emniyet içi
çatışma, siyasal İslamın hükümet ortağı ya da tek başına iktidar olmasını
sağlayacak biçimde yükselişe geçtiği 1990’ların sonuna doğru ilginç bir hal almıştı.
Hemen her görüşteki emniyetçi hakkında çeşitli ihbar mektupları ilgili makamlara
ve hatta savcılara dek ulaştırılıyordu. Sosyal demokrat kimliğiyle bilinen Emin
197
Arslan, milliyetçi muhafazakâr ve hatta Fethullahçı olarak anılan Hanefi Avcı,
dürüstlüğüyle bilinen Sabri Uzun, liberal görüşlü İsmail Çalışkan ve merkez sağı
temsil eden Celalettin Cerrah’ın ortak paydası ise asılsız ihbar mektupları ve
görevden alma girişimleri oluyordu. Gönderilen ihbar mektuplarındaki suçlamalar
ise çok ilginçti. Rütbesi ne olursa olsun emniyet içinde istenmeyen kişilere
“irticacı, Fethullahçı, aşırı solcu, Bulgar Alevisi, Sabetayist, mason, cemaatçi,
tarikatçı” gibi suçlamalar yönelitliyordu. Bu ihbar mektuplarında ilginç olan ise
dinci ve hatta tarikatçı olduğu bilinen bir emniyetçi “sarhoş işe gelmek” ya da
“taciz”; solcu ya da demokrat kimliğiyle bilinenler “tarikatçı, sabetasiyst, mason”,
milliyetçiler ise “aşırı solcu, komünist, mason” gibi suçlamalar içermesiydi.
Özellikle İstihbarat ve KOM Daire Başkanlıkları ile bu birimlere bağlı il emniyet
müdürlüklerinde herkesin birbirinden kuşkulandığı o dönemde kimsenin dikkatini
çekmeyen ise sadece gerçekten tarikatçı, cemaatçi ya da ismini koymak gerekirse
Fethullahçı olarak bilinen kişiler hakkında ihbar mektubu gitmemesiydi.
Büyükanıt’ın TV’de söyledikleri
Mehmet Ali Birand ve Rıdvan Akar’ın sunduğu 32. Gün programının95 konuğu
emekli Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’tı. Görev yaptığı dönemde
kendisinin de telefonları dinlenen bir Ergenekon mağduru olduğunu savunan
Büyükanıt, “Şemdinli olayları sırasında Emniyet İstihbarat Daire Başkanı, benim
hakkımda uydurma beyanatlar veriyordu. Ben bunu ilgili makamlara ilettim ve
hemen görevden alındı” diyecekti. Emekli paşanın “görevden aldırdığını” söylediği
kişi Sabri Uzun’dan başkası değildi. Kendisinin de Ergenekon’un hedefinde
olduğunu iddia eden Büyükanıt hemen ardından Sabri Uzun’u da görevinden
aldırttığını söyleyince doğal olarak, “Sabri Uzun’da mı Ergenekoncuydu?” diye bir
soru geliyor akıllara. Ama bu sorunun yanıtı da yine Ergenekon soruşturmalarıyla
ortaya çıkan belgelerde bulundu. Uzun Ergenekoncu olmak bir yana tam aksine
kafası koparılana kadar darbecilerin hedefinde bir kişiydi.
Askerin “sakıncalı” listesindeydi
AKP hükümeti döneminde atandığı İstihbarat Dairesi Başkanlığı görevinde,
yaklaşık 6 yıl görev yaparak en uzun süre kalan kişi olan Sabri Uzun’un askerlerin
“sakıncalı” listesine girmesi de bu dönemde oldu aslında. Uzun’un İstihbarat
Dairesi Başkanı olduğu dönemde de tıpkı geçmişte olduğu gibi Jandarma istihbarat
birimleriyle ilişkiler bir türlü geliştirilememişti. Emniyet yetkilileri, her fırsatta
jandarmanın kaldırılmasını istemesi, Uzun’un da bunun öncülüğünü yapması
95 Kanal D, 8 Mayıs 2009
198
rahatsızlık yaratıyor hatta Jandarma ile Emniyet arasında tam anlamıyla bir soğuk
savaş yaşanıyordu. Suyu zaten ısınmış olan Uzun, Şemdinli’yle birlikte ortaya
çıkan ve hala kimin yazdığı bilinmese de kendisinin kaleme aldığı öne sürülen
düzmece bir bilgi notuyla görevinden alınmış oldu.
Berberoğlu’ndan sakıncalı oluş öyküsü
Hürriyet Gazetesi’nde Enis Berberoğlu, Büyükanıt’ın 32. Gün programında
söylediklerinden yola çıkarak “Ergenekon mağduru” başlıklı bir yazı96 kaleme aldı.
Berberoğlu yazısında “Yaşar Paşa diyor ki, ‘Ben de Ergenekon mağduruyum’...
Şener Eruygur arşivine bakıldığında, atama arifesinde doruğa çıkan SMS’li iftira
kampanyası hatırlandığında elhak doğru... Paşa kurbandır! Ama Büyükanıt
kendisini savunurken öyle bir cümle kurdu ki, üçüncü tarafın eşkâli belirdi, bu
yazıya ilham verdi” diyerek Sabri Uzun’un askerlerin “sakıncalı”listesine girişinin
öyküsünü şöyle anlattı:
“Şemdinli olayları sırasında Emniyet İstihbarat Daire Başkanı, benim hakkımda
uydurma beyanatlar veriyordu. Ben bunu ilgili makamlara ilettim ve o adam hemen
görevden alındı. Paşa’nın ‘o adam’ diye andığı polis şefi kim? Sabri Uzun. Devam
edelim, Paşa’yı hedef alan mihraklar arasında savcılığın Ergenekon adını verdiği
darbeci çetenin bulunduğu da belli. O zaman Sabri Uzun o çeteden mi? Kesinlikle
hayır... Tam tersine, kellesi alınana kadar darbecilerin hedefinde olduğu aşikár.
Hatta Yaşar Paşa kusura bakmasın ama... Şemdinli’nin sadece bardağı taşıran son
damla ve bahane olduğunu düşünüyorum.
Sabri Uzun’un -tabii ki darbecilere göre- günahı çok daha büyük.
1 Ekim 2003 günü polis ve jandarma, bir masanın etrafında toplandı, sorunlarını
ve çözümleri tartıştı. Ardından topluca öğle yemeği yenildi. Sabri Uzun, jandarma
kayıtlarına “sakıncalı” sıfatıyla bu yemek vesilesiyle geçti. Çünkü Sabri Uzun o
yemekte dedi ki:
Siyasi otoritenin temsil edilmediği bu tür toplantılardan bir sonuç çıkmaz.
Yüksekokul mezunu birinci sınıf emniyet müdürü, bir başçavuş kadar bile maaş
almıyor.
Cumhuriyet döneminde rejimin kesintiye uğramasının sebebi, polis ve jandarmanın
işini yapamamasıdır. Ama kimse hesap sormuyor. Bu durum demokrasi ile
bağdaşmıyor.
180 bin çalışanı bulunan Emniyet, hâlâ genel müdürlük olarak faaliyet veriyor.
Müsteşarlık olmalı, jandarma, sahil güvenlik, Gümrük Muhafaza bu müsteşarlığa
bağlanmalı. Böylece aynı işin birden fazla kurum tarafından tekrarı önlenmeli.
96 Hürriyet Gazetesi, 9 Mayıs 2009
199
Çoğunuzun zararsız bulduğu veya en azından yadırgamayacağı bu masa sohbeti
jandarma kayıtlarına ‘...sonuç olarak anılan şahsın jandarma teşkilatı ve askere
bakışının olumsuz olduğu...’ notuyla geçti. Yetmedi, Levent Ersöz, dönemin
Emniyet Genel Müdürü Gökhan Aydıner’le yaptığı 5 Aralık 2003 tarihli uzun
görüşmede Sabri Uzun’u şikáyet etti, görevden alınması telkininde bulundu. O
yüzden diyorum ki, Sabri Uzun’un suyu Şemdinli’den çok daha önce ısınmıştı.”
Ersöz görevden alınmasını istedi
Berberoğlu’nun yazısında da anılan Levent Ersöz ile Gökhan Aydıner arasında
geçen konuşma kayıtları Ergenekon soruşturmaları sırasında Şener Eruygur’un
ofisinde ele geçirilmişti. 5 Aralık 2003 tarihini taşıyan ses kaydının çözümleri
Ergenekon’un 2. İddianamesinin 41 nolu ek klasörlerinin içinde yer alıyordu.
Görüşmede dönemin Jandarma İstihbarat Daire Başkanı Tuğgeneral Levent Ersöz,
o zaman Emniyet Genel Müdürü olan Gökhan Aydıner’den İstihbarat Daire
Başkanı Sabri Uzun’un görevden alınmasını istiyordu. Ersöz, terörle ilgili
görüşmenin bir bölümünde konuyu Sabri Uzun’a getirdikten sonra açık açık Sabri
Uzun’dan şikâyetçi olduklarını ve onun görevden alınmasını istiyordu. Uzun’un
jandarma hakkında çeşitli ortamlarda ileri geri konuştuğunu savunan Ersöz,
Uzun’la ilgili söylentileri kendisine Ankara’da çalışan bazı gazetecilerin ilettiğini
de söylüyordu.
AKP getirdi AKP aldı
Emniyetle jandarma arasındaki kopuk ilişkileri düzeltmesi, gidermesi için çaba
göstermesi gerekenlerin başında gelmesi gereken Emniyet Genel Müdürü Gökhan
Aydıner her zaman “aman beni bu işlere bulaştırmayın” deyip kenarda durmayı
daha uygun buldu. Haliyle Uzun’u da görevden almadı. AKP iktidarıyla İDB
koltuğuna oturan Uzun, 9 Kasım 2005 dünü yaşanan Şemdinli olaylarından sonra
kopan emniyet-jandarma ilişkilerinin kurbanı olarak yine AKP eliyle görevinden
alınacaktı. Uzun, söylemediği sözler söylenmiş, yazmadığı raporlar yazılmış gibi
askerlere iletilerek dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı olan müstakbel
Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın Başbakan’a şikâyeti ile görevden alınması
sağlanmıştı.
Kafa koparan bilgi notu
Peki, Şemdinli olaylarıyla ilgili hazırlanan ve Sabri Uzun’un imzasını taşıdığı
spekülasyonu ortaya atılan bilgi notunda neler vardı?
200
Altı sayfadan oluşan ve Emniyet istihbaratınca yazılarak Başbakan’a ulaştırıldığı
söylenen imzasız bilgi notu, Şemdinli olaylarını konu alıyor ve Büyükanıt dâhil
askerleri suçluyordu. Daha sonra olayla ilgili Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat
Sarıkaya tarafından yazılan iddianamede tıpkı bu bilgi notunu andırıyordu. Hatta
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile öteki komutanlar
hakkında suç duyurusunda bulunulan iddianameye de bu bilgi notunun temel
oluşturduğu söyleniyordu. İddianame ortaya çıktıktan hemen sonra Genelkurmay
Başkanlığı tarafından yapılan ve Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’yı hedef alan “sert”
açıklamada da sözkonusu bilgi notundan duyulan rahatsızlığın izleri vardı.
Açıklamada yer alan, “Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yapılan bu haksız ve maksatlı
suçlamalar karşısında öncelikle anayasal sorumluluğu olanların tavır almaları, bu
saldırıyı bütün yönleriyle ortaya çıkarmaları ve arkasındaki çarpık zihniyetin
temsilcilerini makam, statü ve konumları ne olursa olsun kamuoyuna açıklamaları
ve haklarında işlem yapmaları gerekmektedir” cümlesi askerlerin ‘bilgi notu’nun
faillerinin cezalandırılmasını istedikleri şeklinde yorumlanacaktı. Zaten Uzun
görevinden alınarak, Sarıkaya da HSYK tarafından meslekten çıkarılarak
cezalandırılacaktı.
Askeri suçlayan tespitler
“Şemdinli Olayları Hakkında Bilgi Notu” başlığını taşıyan 6 sayfalık belgede
çarpıcı ifadelere yer veriliyordu. Belgenin ilk 2 sayfasında Şemdinli’deki olayların
ardından askerlerin soruşturmayı engellemeye çalıştıklarını anlatan maddeler
bulunuyordu:
“Hakkâri İl Jandarma istihbarat görevlilerince kullanılan 30 AK 933 plakalı araç
savcının tespiti sonrasında polis tarafından ilçe emniyet müdürlüğü binasına
çekilmiş, aracın içerisinde bulunan 2 adet el bombası askeri birimlerin talebi
üzerine ilçenin Cumhuriyet Savcısı Harun Ayık tarafından askerlere teslim
edilmiştir. Ancak aracın bagajındaki 3 Kaleşnikof hemen teslim alınmamıştır....
Askerler Kalaşnikof silahlar da kendi personelinin aracından çıktığı halde onları
neden teslim almamıştır da, aracın bagajındaki 2 el bombasını araç emniyete
çekilir çekilmez teslim almıştır.
İlçe Cumhuriyet Savcısı Harun Ayık soruşturmayı yürütmede yetersiz kalmıştır.
Olayın cereyan ettiği yer polis bölgesi olmasına ve askeri bir tahkikat olmamasına
rağmen Ali Kaya ve Özcan İldeniz’in tahkikatları Şemdinli İlçe Jandarma
Komutanlığı’nca yürütülmüş, Veysel Ateş ile birlikte olmalarına rağmen her ne
hikmetse Veysel Ateş tutuklanmış, Ali Kaya ve Özcan İldeniz serbest
bırakılmışlardır. Yine savcı tarafından ifadeleri alınmak üzere adliyeye getirilen
Veysel Ateş, Ali Kaya ve Özcan İldeniz’in ifadeleri alınmadan önce beraber oturup
201
saatlerce konuşmalarına imkân tanınmış, bu şekilde çelişkili ifade vermemeleri
sağlanmıştır.
Olay sonrasında ismi açığa çıkan askeri personel hakkında Sayın Genelkurmay
Başkanımız ‘Yargı süreci sonuçlanmadan onları ne korurum ne de suçlarım’
derken Kara Kuvvetleri Komutanı Büyükanıt’ın, ‘Ali Kaya’yı tanırım, benim
askerimdi o böyle bir şey yapmaz, İyi çocuktur’ demesi yargılama sürecinde adli
makamları nasıl etkilemiştir? Yaşar Büyükanıt Diyarbakır’da 7. Kolordu
Komutanlığı yaparken o tarihte Diyarbakır’da uzman çavuş olarak görev yapan Ali
Kaya gibi kaç tane uzman çavuşu hatırlamaktadır.
Şemdinli olayı ile ortaya çıkan devlet içerisindeki illegal yapılanmanın izleri iyi
takip edilirse Jandarma General Komutanı Fevzi Türkeri ve Kara Kuvvetleri
Komutanı Yaşar Büyükanıt’a kadar uzandığı görülecektir.
28.10.2005’te Yüksekova’da bir iş merkezi saldırıya uğradı. Roketli saldırıya
uğrayan yerde Fethullah Gülen yakın kişilerce üniversite hazırlık kursu açılması
için girişimde bulunulduğu öğrenilmiştir.”
Askerin etki alanı daraltılsın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder