18 Kasım 2009 Çarşamba

Mahmud Dervis Yoldas


“Kandiller yanar ışığınla,
geceler dönüşür sabaha.
Bense unuturum birden,
- göz rastlar rastlamaz göze-,
yaşadığımız bir vakitler
kapının ardında
yanyana.”*



“İsrailliler, Güney Afrika’nın beyazları, biz de siyahları gibiyiz” diyen Mahmud Derviş’in bu sözünden ilham alarak “Siyah Şiir” başlığı altında direniş ruhunun parçalarını bir araya getiren şiirlerinden ve şairin içindeki Filistin yolculuğundan bahsedeceğiz. Bu tahlil, göreceli olmakla birlikte, yazıcının bakış açısını yansıtmaktadır. Amaç, Filistin şiirinin temsilcilerinden olan şair Mahmud Derviş’i Filistin çığlığını yansıttığı şiirleriyle kısaca incelemek ve tanıtmaktır.



1941’de Celile’de (Filistin) doğan Mahmud Derviş, çağdaş Filistin şiirinin önde gelen temsilcilerindendir. 1948’de Celile, İsrail’in eline geçince Mahmud Derviş ailesiyle birlikte Lübnan’a göç etmiş, uzun yıllar sürgünde yaşamak zorunda kalmıştır. Elinden geldiğince direnmeye ve ulusal mücadeleye katkıda bulunmaya çalışmıştır. Yurduna döndüğünde, parçalanmış bir Filistin manzarasıyla karşı karşıya kalmış olması onun, yılmadan konferanslar vermesini, halkının haklılığını anlatıp yazmasını tetiklemiştir. Edebiyat dünyasında özellikle yazdığı şiirlerle dikkati çeken Derviş’in bestelediği şiirlerin çoğu direnişin marşlarından olmuştur. Kitapları kırktan fazla dile çevrilmiş, gerek Arap edebiyatında gerekse Filistin mücadelesinde önemli bir yere sahip olmuştur. İlk şiirlerinin yayımlandığı dönemde el-Arz (Toprak) cephesinde çalışmaya başlayarak El-İttihad gazetesinin ve el-Cedid dergisinin yazı işleri müdürlüğünü de yapmıştır Yazıları ve şiirleri nedeniyle birçok kez tutuklanıp, hapis yatmıştır.



Derviş’in şiirlerinde lirizm göze çarpmaktadır. Şiirlerinde tüm Filistin halkının iç sesini yansıtarak, aslında geniş bir insanlık tarihi ve coğrafyasını konu edinmektedir;



“Kuşlar bana bıraktı şarkılarını
Ve ben koştum
Yürek atışına tarlaların.
Kanımın derinliklerine in
Derinliklerine in
Derinliklerine ekmeğin
Yalın bir yurdumuz olsun
Yasemin bir düşün beklediği.
Her günkü Ahmed
Saf ve Basit Ahmed
Nasıl kaldırdın ayrılıkları
Meyveyle taş arasında
Kurşunla geyik?
Arap Ahmed, diren!
Kuşatma altında gezeceğiz
Ulaşıncaya dek kıyısına
Ekmeğin ve dalgaların.
Öleceğiz düşü uğruna
Bir yurdun
Ve bekleyen yaseminlerin.” **




Mahmud Derviş’in Ahmed Zataar adlı şiirinde, hayali bir kahraman olan Ahmed Zataar sürekli yerinden edilen ve sürgüne gönderilen Filistinlilerin adsız kahramanlarını temsil etmektedir. Ahmed adlı bu kahraman, direniş ve mücadeleden sonraki dirilişi temsil etmektedir;



“Kekikten ve taştan Ahmed
Yükseleceksin
Hayır! diyerek
Derinden esvap yapacak
Kırlardan gelen köylüler
Zalimleri ortadan kaldırmaya.
Bir çiçek olacak yumruğun
Bir bomba
Her gün hayır! demek için kalkan.
Kılıçlardan kesik kesik gövden
Yeniden yapılacak
Doğacak güneşlerden
Ve dalgalarla nikâhlanacak
Giyotin altında
Hayır! diyeceksin
Hayır!”***





Ayrıca, Beyrut’ta bir Filistin kampı olan Tel Zataar Lübnan iç savaşı sırasında iki ay kuşatma altında kalmıştı. Filistin halkı zor şartlar altında kuşatmaya karşı direnmişlerdi. Arapça’da “kekik dağı” anlamına gelen Tel Zataar Filistin direnişinin bir sembolü haline gelmiştir ve Mahmud Derviş bu sembolü şiirlerinde sıkça kullanmıştır;




“Kekikten ve karamış taştan

O eller için
Bu çığlık
Unutulmuş ve yapayalnız
Ahmed için.
Gelip geçen bulutlar
Yurtsuz ve yabancı koydu beni
Ve yalnız dağlar cesaret ediyor
Beni bağrına basmaya
Kıraç bir toprakta.
Doğuyorum yine o eski yaralardan
Sokuluyorum toprağa
Bütün ayrıntılarını görünceye dek
Doğuyorum yine
Denizin taştığı yıl
Kül olmuş kentlerden
Kendimi yapayalnız bulduğum.” ****



Şairin Filistinli Sevgili adlı şiiri ise adeta bir Siyah Şiir’dir. Filistin halkının direnişinden ve haklı davasından bahsetmekte, şiirdeki Filistinli sevgili ve onun yaşadığı şeyler ise Filistin’deki acıyı, ızdırabı ve direnişi yansıtmaktadır. Şiirinde göze çarpan diğer bir unsur ise yalnızlıktır. Bu unsurun kullanılmasında, Derviş gibi Filistin halkından daha birçok insanın yurtlarından sürgün edilmelerinin ve sevdiklerini bir bir kaybetmelerinin etkisi gözükmektedir;



“Gözlerin bir diken
yüreğe saplanmış,
çıldırasıya sevilen,
işkencesine dayanılamayan.
Gözlerin bir diken,
rüzgârdan koruduğum,
ötesinde acıların, gecelerin,
derinlere sapladığım.
Kandiller yanar ışığınla,
geceler dönüşür sabaha.
Bense unuturum birden,
- göz rastlar rastlamaz göze-,
yaşadığımız bir vakitler
kapının ardında
yanyana.
*
Şakırdın sanki konuşurken.
İsterdim konuşmak ben de.
Dudaklarda hayır mı kalmıştı ki,
O bahar gibi dudaklarda!

Sözlerin
güvercin gibi
yuvamdan
uçtu gitti.
Kapımız,
sonbahar kadar sarı
basamakları ardından
fırladı gitti
canının çektiği yere.
Aynalar oldu paramparça,
yığıldı içimize
acı üstüne acı.
Topladık sesin küllerini
getirdik bir araya.
Böylece söyler olduk
acılı türküsünü yurdumuzun.
Hep birlikte sazın bağrına
ektik bu türküyü,
evlerin damlarına taş fırlatır gibi
fırlattık attık bu türküyü,
alın, dedik,
sancıdan kıvranan kalplere.
Oysa her şeyi unuttum ben şimdi.
Ya sen, ya sen, sevgili,
sesini kimselerin bilmediği!
Belki de gidişindir senin
ya da susmandır
sazı paslandıran.
*
Dün seni limanda gördüm,
yapayalnız, yolluksuz yolcu.
Bir yetim gibi sana doğru koşuyordum,
arıyordum sanki yaşlı anamı.

Nasıl, nasıl, yemyeşil bir portakal ağacı
kapanır bir hücreye ya da bir limana,
nasıl saklanır gurbet elde
ve yemyeşil kalır?
Yazıyorum not defterime:
Limanda durakaldım…
En dondurucu kış kadar soğuk gözler gibiydi dünya,
doluydu portakal kabuklarıyla ellerimiz.
Ve hep çöl, ve hep çöl, ve hep çöldü ardım.
*
Seni yalçın dağlarda gördüm,
kuzularınla, kovalanan çoban kızı.
Sen benim bahçemdin,yıkıntılar ortasında.
Bendim o yabancı, bendim kapını vuran.
Ey gönül! Ey gönül!
Kapı kalbimin üzerinde yükseliyordu,
pencere, taşlar ve çimento
Kalbimin üzerinde.
*
Seni su testilerinde gördüm,
buğday başaklarında,
yıkık dökük, parça parça, unufak.
Hizmet ederken gördüm gece kulüplerinde,
sancıların şimşeklerinde gördüm ve yaralarda.
Bağrımdan koparılmış ciğer parçası sensin.
Dudaklarıma ses olacak yel sen.
Ateş ve akarsu sensin.
Gördüm seni bir mağaranın ağzında
yetimlerinin çamaşırlarını iplere asarken.

Gördüm sokaklarda seni ve ateş ocaklarında,
kaynayan kanında güneşin.
Ve ahırlarda…
Ve bütün tuzlarında denizin.
Ve kumlarda…
Toprak gibi güzel,
yasemin gibi,
ve çocuklar gibi.

*
Ve ant içerim ki,
bir mendil işleyeceğim yarına kadar,
gözlerine sunduğum şiirlerle süslü
ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:
"Bir Filistin vardı,
bir Filistin gene var!"
*
Gözleriyle Filistin,
kollardaki, göğüslerdeki dövmelerle Filistin,
adıyla sanıyla Filistin.
Düşlerin Filistin’i ve acıların,
ayakların, bedenlerin ve mendillerin Filistin’i,
sözcüklerin ve sessizliğin Filistin’i
ve çığlıkların.
Ölümün ve doğumun Filistin’i,
taşıdım seni eski defterlerimde
şiirlerimin ateşi gibi.
Kumanya gibi taşıdım seni gezilerimde.
Koyaklarda çağırdım seni bağıra bağıra,
inlettim senin adına koyakları:

Sakının hey
kayaları döve döve şarkımı koparan şimşekten!
Benim gençliğin yüreği!
Benim beyaz kanatlı atlı!
Benim yıkan putları!
Kartalları tepeleyen şiirleri benim eken
tüm sınırlarına Suriye’nin!
Zalim düşmana bağırdım, ey Filistin, senin adına:
"Ölürsem, ey böcekler, vücudumu didik didik edin!"
Karınca yumurtasından kartal çıkmaz hiçbir vakit,
yalnız yılan çıkar zehirli yılanlardan!
Ben barbarların atlarını iyi bilirim.
Bir ben dururum onların karşısında,
bir ben,
gençliğin yüreğiyim her daim,
yüreğiyim beyaz kanatlı atlıların.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder