
Bekleyin biraz!
Didar Şensoy geçiyor sokağınızdan
bakın!
pencerenizin tam altından
sarmaşıklara sürünerek.
Tarayın saçlarınızı,Gömleğinizin yakasını düzeltin
ve dik durun.
Maltanızdan, avlunuzdan geçiyor
Didar Şensoy
Parmaklıkları kanıyla eriterek...
...
Bekleyin biraz, bekleyin!
Herşeyin sırası var
Çünkü bu bir tarihtir. Didar Şensoy ismi Türkiye'nin bir döneminin tarihi içinde kendince bir yer tutar. Bu dönem generaller çetesinin ülkeyi kana buladığı bir dönemdi. Bütün ülkenin kocaman bir işkencehaneye çevrildiği, darağaçlarında halkın en yiğit çocuklarının katledildiği, cezaevlerinin dolup taştığı günleri yaşıyorduk. Toplumsal muhalefetin kitlesel biçimleri ve örgütleri ezilmiş, devrimciler büyük darbelerle sarsılmışlardı. Bugün anti-militarist kabadayılıklar yapan basın tekelleri cunta şakşakçılığı içine gırtlaklarına kadar batmışlar, burjuva aydın takımı ise fırtınanın geçmesini yüzkızartıcı bir sessizlik içinde bekliyorlardı.
Bu ortamda, içi-yüreği yanmış bir avuç insan sokaklardaydı... Bir avuç dertli insan, oğullarının, kızlarının ardından hapishane hapishane, karakol karakol koşuşturuyorlar, yaralı kartallar gibi zulüm yuvalarırın üzerinde uçuyorlardı.
Önce kendi dertlerinin peşinde koşuyorlardı. Daha sonra, yavaş yavaş kendi oğullarının, kızlarının bir büyük ailenin parçası olduğunu farkettiler. Ve sonra, bir gün, kendilerini de o büyük ailenin parçası olarak buldular.
Yağmur, çamur, hakaretler, coplar, ölüm tehditleri onları yıldırmadı. İnatla, ısrarla zulmün üstüne üstüne yürüdüler.
İşte burada, bu kitapta, Didar Şensoy'un kişiliğinde anlatılan onların hikayesidir.
Onlara borçluyuz. Devrim davasının, özgürlük davasının bu yılmaz savaşçısına çok şey borçluyuz.
Bugün, cunta günlerini kat kat aşan zulmüyle "kirli savaş" ve "topyekun saldırı" günlerindeyiz. Artık katliamların, sokak ve ev infazlarının hesabının bile tutulamadığı, köylerin, kasabaların tümden ateşe verildiği, insanların güpegündüz kaçırılıp kaybedildiği bir ülkede yaşıyoruz.
Öyle ki, örneğin, son bir yılda devletin katlettiği insanların yalnızca isimlerini ve resimlerini basacak olsak, bu kitabın sayfaları kesinlikle yetmeyecektir.
Böyle bir ülkede, böyle günlerde yaşarken Didar Abla gibi değerlerimizi öne çıkarmak, onların yaşamlarından gelecek için bir şeyler öğrenmek bir gereksinmedir.
Gün gelir herkes ölür, hayat biter, yaşam sona erer. Yaşadıklarını da alır yanına kimi insan giderken. Elveda derken dünyaya.
Tüm çabalarına rağmen yenilmişti işte hayata ve insanlara.
Nehrin azgın dalgaları biribirine sarılı ana kızı birlikte sürükleyerek alıp götürüyordu... Akıntı zorluydu. Sadece akıntıya kapılan beyaz gülün çığlığı duyuluyordu kıyıda. Didar ablanin saçlarına taktığı beyaz gül’ün çığlığı... Dalga dalga yayılıyordu gülün çığlığı, ateşle su arasında... “Susturun şu çığlığı” diye inliyordu bozkırda rüzgar... Iste onlarin sesi bu sese kulak kabart safakca siir gibi.
Sizi düşünüyorum voltada
Özgürlüğü düşünür gibi,
Tutkun,
Saygılı.
Yürüyorsunuz ufkumda
Dünyanın bütün kışlarını geçmiş gibisiniz,
Çileli,
Fedakar
Umutlu.
Siz,
Eyy ülkemin anaları
Gergeflerinde sevdanın
Ağıtlarında acının nakışlandığı
Görkemli abideler!
Sizedir "görüldü" damgalı mektuplar
Ya da ölüsü bir gencin,
Bazen sorgudan
Bazen sehpadan gelen!
Ağaran saçlarınıza vursa da çığlıklar,
Savurup gözyaşlarınızı
Bir bebek daha sunarsınız hayata,
Çıldırır korkudan ölüm
Tarifsizleşir cesaret.
Ah! direncin ömür çiçekleri
Doğmaz ki sizsiz şafağın en güzeli,
Uzatın, uzatın ellerinizi,
Siz ki, yaşamın alnında ak kelebeklersiniz,
Güzelliği
Bereketisiniz.
Kuşatın alanları analar
Güneşler tutuşsun alnınızda,
Çıkagelecektir yitirdiklerimiz
Başkaldırının ilk kurşununda.
berdan ildan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder