18 Aralık 2008 Perşembe

Zeliha Karasungur


Günün tam kızıl ortasıydı. . .

Adımını atmaktan vazgeçip birden durdu. Dağların heybeti gibi kocaman gözlerini yamaçların kıyısında gezdirdi. Sanki onun durmasıyla orada bulunan her şey sessizliğe büründü. Yüreğinde depremleri, açlık günlerini, terk edilen köyleri ve mezraları, ve yakılan o evi düşündü bir bir.

Daha gencecikken her yanı orman kokardı; ayaklarının heybetiyle dolaşırdı, ormanları ve dağları.

Sığmadı yüreği göğüs kafesine, gururlandı. Çok iyi bilirdi acıyı, hasreti bir de oğul demeyi. Yüzünde ki gülümseme, yüz hattında ki çizgilerin dili olsa da bir nefeslik anlatsaydı yasadıklarını. Kimse de sormadı Zeliha anaya. Sonra başındaki siyah alyazmasını başından asla çıkarmadı. Kim bilir belki de yas tutuyordu. Usulca çömeliverdi adımını attığı o yere. Elinde bir demet kir çiçekleri vardı. Oturduğu yerden toprağı okşar gibi sevecen, şefkatli elledi. Belki de zamansız çömelivermişti; otlar sarmıştı o yeri. Gözlerinden dökülen yaşlar umudu suladı omzundan süzülerek. Bir avuç gözyaşı... Aldı toprağı nasırlı ellerine. Ve gözyaşları arasında anılara daldı. Çok şeyler akıp gitti, düşlerinin altından. Başını cevirdi Hesarbaba'ya. Kızıl bir rüzgar savurdu, siyah saçlarını yaylayarak. Pınarları kurumuştu. Sadece umut düşledi, yanan ve patlamaya hazır bir volkan gibi.

Yaylada sac ekmeği yaparken eteklerinde dolanan iki çocuğunu anımsadı. Viran düşmeden ocağına, çocuklarının düşleri çınladı kulağında. Bir yarım ay gibi, gülümseme dudağının yanına ilişiverdi.

Her ana gibi Zeliha ana da çok zorluklarla büyütmüştü çocuklarını; baskı, zülüm, yokluk çocuklarının gülüşlerini duyunca unutuyordu tüm yasadıklarını. Bir başak gibi serpilip büyüdüler çocukları Bir gözü diğer gözünü kıskanırdı oğullarına kızlarına bakınca...

Bir gözü, bir sabah kucaklayıp Zeliha anacığını, özgürlüğü aramak için kendini dağ doruklarındaki newrozlara vurdu. "Gitme gözüm!" diyemedi, öyle fütursuzca bakmıştı ki, gözlerine, pınarları kuruduğundan avuçlayamadı gözyaşlarını.

İki gözünü de güneş ülkesinin zozanlarına uğurlamıştı. Çok zaman, yıllar, aylar geçti ve yıllarca eşikte çocuk gülüşlerini bekledi. Ne gelen var, ne soran...

Bir sabah dağlarda newroz gülüşlü kızlar ve oğullar halaya durdular, her yer
renk renk çiçekler; Newroz ile Mayıs halaya durmuşlardı. O sabah herkes uyurken, kapı hızla çalındı. fırladı yatağından bir ceylan gibi. Kapının dışındaki bir köylüsüydü elinde bir demet çiçekle. Hiç bir şey sormadı, o Mayıs’ın ikinci gününde.

O günden sonra başında o siyah egali, onurlu durusuyla, hep oğullarını ve kızlarını düşündü.

Bu nasıl bir onurdu ki iki dağ arasına sığan. İki fidan gördü, eğildi alınlarına bir öpücük kondurdu ve doğruldu, Zeliha ana. O gün kimsenin ağıtlarla çocuklarını uğurladığını görmedi.

Bu bir ömürlük güneş ülkesi sevdasıydı. Nasırlı elleriyle son defa yokladı fidanlarını, sanki iki kıpkızıl karanfil açtı avuçlarında, kokladı.

Sessiz türküsü Hesarbaba'da güle döndü.

Biz kendi halimizce Bedrettiniz
delicesine semah dönüyoruz
agitlar
türküler
siirler okuyoruz newroz gülüslü analara

insan iki sekilde yasar
ya siradan
ya da bize gercekleri animsatir bu yazilanlar gibi

insan iki sekilde yasar
ya kenarindan,kiyisinda bir karpostalin
ya da Zelixa Karasungur gibi
kivilcimlar sacar günes ülkesine

daima bizimlesin Zelixa ana.

Berdan İldan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder