30 Mayıs 2011 Pazartesi

Hasretinden prangalar eskittim...siir kitabi




Aynı korkunç sevdadadır
Gökte bulut, dalda kaysı.
Başlar koymağa hapislik.
Karanlık can sıkıntısı...
"Kürdün Gelini"ni söyler maltada biri,
Bense volta'dayım ranza dibinde
Ve hep olmayacak şeyler kurarım,
Gülünç, acemi, çocuksu...Ömrünü yatirmis musallat tasina asi bir ozan o.Atesin ve günesin izini yalcin daglarda otuz üc kursunla Muglalidan hesap sorandir Ahmed Arif.Daglardan sürgün sehir vardiyalarina siir okur Haziran'da ölmek zor diyerek.Uyur uyanik seher yeli talan edilen baris ve kayip analarin cigligidir sehildan jiyane.Uy hawar Muhammed isa askina diyerek meydan okur haramilerin saltanatlarini,Dicledir,Firattir,Botandir,Mem ü Jindir Ahmed Arif.Biliyorum, "sen de mi?" diyeceksin,
Ama akşam erken iniyor mahpushaneye.
Ve dışarda delikanlı bir bahar,
Seviyorum seni,
Çıldırasıya...diyerek Körogludur,Pirsultandir,Börtlücedir,Seyid Riza ü Aliser ile Zerifedir sonra Karayilan,Mechul askerdir imgeleri.Mezapotamyandan Anadoluya kardeslik cagrisiri Ahmed Arif.Utanirim utanirim fukaraliktan/ele güne karsi ciplak ve üsür fidemleri diyerek umud damitir gökce devrimci düslere,sürgün hircin varostur Altindagin yoksullarini anlatir sair.Yüreginde Anadoludur,Otuz üc kursundur,ay karanliktir/yanliz degilsindir,aksam erken iner mahpusaneye,bu zindan,bu kirgin,bu can pazari macera degildir,o bastan basa KÜRDISTAN'dir...Kalbim dinamit kuyusu
Şafakları;
Taaa şafakları
Nice bir
…Yangınları düşer alın çatıma
Gencecik ölüme gitmenin.
Yığılır boşkovanlar, dumanlı
Ve susar mitralyözler kuytularda.
Suskundur,
Karanlıktır,
Kayıtsızdır,
Her namlu.
Beni kurşunlar götürür
Kollarım vurulu
Gözlerim açık.
Şafakları,
Taaa şafakları....berdan ildan

3 Mayıs 2011 Salı

Secimlerde ergenekoncu balo


Gecmiste ergenekoncu sömürgeci fasist rejimin parlementoda ki yavru kurt CHP,MHP,ANAP,BBP,SP ve onlarin esas yöneticileri MGK araciligiyla Agar/Bucak/Menir/Meral Aksener/Sendiller,Yazicioglu ve onlarca katileri mecliste toplayip onlara dokunulmazlik bahsedenler yine haril haril ergenekoncu fasist militaris gücleri meclise tasimak icin bir birleriyle yarisiyorlar;Simdi yeniden fasistleri,katileri,hirsizlari,halk düsmanlarini,cetecileri,dolandiricilari aklamak icin icin 12 Haziran secimlerine yogun calisiyorlar.Sinan Aygün/Haberal ve onlarca fasist CHP ve MHP ile AKP ile diger partilerden aday.Üstelik bu kez vatan icin köy yakanlar,vatan icin cocuklari infaz edenler,vatan icin gazetecileri katledenler,vatan icin gözaltinda kaybedenlere vatan icin cocuklara tecavüz eden,hirsiz ve ayyas takimilarindan var.Iste burjuvazinin bu partilerine verceginiz oylarin nereye gideceginin cok somut bir örnegi/Gücenmeyin CHP'yi güclendirenler ama bu gercek.

Neyzen Tevfik bu halk düsmanlarina söyle seslenmis......Kime sordumsa seni,dogru cevap vermediler/kimi alcak/kimi hirsiz/kimi deyyus dediler/Künyeni almak icin partine,ettim telefon/bizde kayda göre simdi o mebus degildir diye cevap vermis...Gürsel Tekine gelen soruya ne güzel kapak bu Neyzen siiri....Oda söyle demisti Siyaset Meydaninda...gecmisi bizi ilgilendirmez,partiye üye olan her kes aday olabilir/Ona hatirlatirim ki ÖZKAN TEKIN'i bu senin aday gösterdigin fasist katiller infaz ettiler Okmeydaninda....

yüzleri yok kizarsin domates gibi hani...Oylar bagimsiz sosyalist tutuklu gazetecilere ve BDP adaylarina.....


berdan ildan

1 Mayıs 2011 Pazar

Sehid Namirin


Düşmesin bizimle yola:
evinde ağlayanların
göz yaşlarını
boynunda ağır bir
zincir
gibi taşıyanlar
Bıraksın peşimizi
kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!
İşte:
Şu güneşten
düşen
ateşte
milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!
Sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten
düşen
ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at! Akın var güneşe akın
Güneşi zaaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!
Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neşemiz sıcak!
kan kadar sıcak
delikanlıların rüyalarında yanan
o “an”
kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak
ölülerimizin başlarına basarak
yükseliyoruz
güneşe doğru!
Ölenler dövüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var
güneşe akın
Güneşi zaaaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!”


Kavgada ölenler daima dövüşerek ölüyor ve güneşe gömülüyorlardı. Matemlerini tutmaya vakit olmuyordu. Spartaküs’ten beri böyleydi bu. Sömürülenler ve ezilenlerin öfkesine tercüman olup yola düşenler, güneşi zapt etmeye çıkanlar düştüklerinde güneşe, halklarının yürekleri ve belleklerine gömülüyor, süren mücadelenin bayrağı oluyorlardı. Deniz, yanında vurulan Taylan Özgür’ün ölümüne ağlayamamış, matemini tutamamıştı. Tıpkı Vedat Demircioğlu’na, Sinan’a, Kadir’e, Alpaslan’a ağlayamadığı gibi. Devam etmişti mücadelesine. Bir son isteği de olmuştu ama; Taylan’ın yanına gömülmek istemişti. Bu bile yerine getirilmemişti!
Oysa birlikte liseden, üniversiteden başlamışlardı hak aramaya. Özerk demokratik üniversite istemişlerdi birlikte. Eğitim sistemine dair başka pek çok talepleri vardı. Özgürlük istemekteydiler. Atıldıkları hürriyet kavgasıydı. Nâzım’ın dediği gibi:
“Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,
dalga dalga aydınlık oldular,
yürüdüler karanlığın üstüne.
Meydanları zaptettiler yine.”

Yürüdüler karanlığın üzerine...
Çok, pek çok yürümüşlerdi, dalga dalga olmuşlardı kitapları, türküleri ve bayraklarıyla. Karanlığın üzerine yürümüşlerdi binlerle, onbinlerle.
Ama en çok bağımsızlık talep etmişlerdi. Kurtuluş Savaşı’ndan güç almış, onun yarım bıraktıklarını tamamlamak istemişlerdi. NATO’ya girmişti Türkiye. Kore’ye Amerikan emperyalizminin peşinde ve tamamen onun emperyalist çıkarları için asker göndermişti. Yüzden çok ikili anlaşma imzalamıştı ABD’yle. Üsler vermişti. Ülkenin bir kısım topraklarında Amerikan bayrağı dalgalanıyordu. Ve ülkeyi topun ağzına koyan atom başlıklı füzeler yerleştirilmişti buralarda, Sovyetler Birliği’ne karşı. Ve 6. filosu limanlarından çıkmıyordu Türkiye’nin. Vietnam elçisi Commer, Türkiye’ye gönderiliyordu. Daha önceden Eisonhower burslu Demirel, başbakan olarak gönderilmişti. Amerikan tekeli Morrison’dan gelmişti, lakabı “Morrison Süleyman”dı. Ülke çoktan yabancı sermayenin talan alanına dönmeye başlamıştı. İşbirlikçi tekeller gericiliğin başlıca kaynağıydı. Denizlerse memleketlerini seviyorlardı. Yurtseverlerdi.

Nazım ne güzel anlatmıştı:

“En yakın insanınmış gibi seversin memleketini,
günün birinde, meselâ, Amerika’ya ciro ederler onu
seni de büyük hürriyetinle beraber,
hava üssü olmak hürriyetiyle,
hürsün!
Yapışır yakana kopası elleri Valstrit’in,
günün birinde, diyelim ki, Kore’ye gönderilebilirsin,
büyük hürriyetinle bir çukuru doldurabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle,
hürsün!
Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil
insan gibi yaşamalıyız dersin,
büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
yakalanmak, hapse girmek, hattâ asılmak hürriyetiyle, hürsün!

Amerikan işbirlikçiliğine, Türkiye’nin Amerikan emperyalizmine bağımlı kılınmasına itiraz etmişler ve asılma hürriyetlerini kullanmışlardı!
Hasretleri, özgür ve kardeşçe yaşamaydı. Özlemleri kuşkusuz sosyalizmdi.
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...” diyorlardı.
“Kökleri dışarıda” diyenler çıkmıştı. Ama hiçbirinin adı-sanı hatırlanmıyor. Yurt sevgisiyle ve demokratik bir ülke için mücadeleleriyle, ezilenlerin “ah”ından aldıkları güçle ve kendilerini sadece ve sadece halka emanet ederek, toprağına ve halkına en derinden kök salanlardandılar.

“Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim” dizeleri dillerindeydi.
Bu toprak herkesten çok onlarındı. Bir Kurtuluş Savaşı’nda kanlarını dökenlerin, bir de onların. Bu cehennem ve bu cennet vatan onlarındı. “Cennet”ten tuttular, tümüyle cennet kılmaya uğraştılar. Cennetin hakkını verdiler. Ama “cehennem”in de hakkını verdiler. Cehennem onları, ayakkabılarını bile bağlamaya fırsat vermeden darağacına çıkardı.
Ancak Deniz’leri, Türkiye’nin bu yüz akı devrimci militanlarını yalnızca yurtseverlikleriyle tanımlamak, onlara haksızlık olur. Yürekleri emperyalizme karşı mücadele verilen dünyanın dört bir köşesinde atıyordu. Vietnam’da, Küba’da ve tüm mücadeleci Latin Amerika’da, Asya ve Afrika’nın ezilen halklarının mücadelesindeydiler. Che’ye selam gönderiyor, Amerikan işgaline karşı yurdunu savunan Ho Chi Minh ile birleşiyorlardı. Dünyanın tüm antiemperyalist direnişlerinden, sosyalist ve ulusal devrimleri ve devrimcilerinden esinleniyorlardı. Taranta Babu da onlarındı, Tanya da. Üstelik Tanya onların geleceğini daha on sekizindeyken önceden yaşamıştı. Deniz, Tanya’yı henüz idamı gündeme gelmediğinde de hiç dilinden düşürmezdi:
“Tanya seslendi kolhozlulara ilmiğin içinden kardeşler üzülmeyin gün yiğitlik günüdür.
soluk aldırmayın faşistlere yakın, yıkın, öldürün....
bir alman vurdu ağzına partizanın
genç kızın beyaz, yumuk çenesine aktı kan
fakat askerlere dönüp devam etti partizan:
biz iki yüz milyonuz
iki yüz milyon asılır mı?
gidebilirim ben
ama bizimkiler gelecekler teslim olun vakit varken...”

Safları sıklaştırın çocuklar!
Dünya ve Türkiye’de olup bitenlere bakarak kararlarını vermişlerdi çoktan. Bir yandan sosyalizme, 8 Mayıs’ta kazanılan, başında Stalin’in olduğu antifaşist kavgaya bağlıydılar.
“Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar. Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.
Safları sıklaştırın çocuklar,
bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır” diyorlardı.
Öte yandan kavgaya girmişlerdi. Kararları karardı. Geri dönmek yoktu, sonuna kadar yürüyeceklerdi:

“Ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.”

Ve Türkiye işçi sınıfına selam duruyor, fabrikaları ve işçi evlerini mekan tutuyor, onlarla eğitim çalışmaları yapıyor, yardımlarına koşuyorlardı. 15-16 Haziran’da örneğin işçi yürüyüş kollarında, hatta “Siz yürüyüşü, eylemi iyi bilirsiniz, gelin” diyen işçilerin isteğiyle kolların başındaydılar. İşçi örgütü kurmuyorlardı, ama işçilerden ayrılmamaya bakıyorlardı. Mücadelelerinin mesajı da en başta buradan oldu:
“Meydanlarda hasretimizi haykıranlara,
toprağa, kitaba, işe hasretimizi,
hasretimizi, ayyıldızı esir bayrağımıza. Paranın padişahlığını,
karanlığını yobazın
ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selâm!”


yeralti sulari emekcileri