28 Kasım 2009 Cumartesi

Asiri dozda ask almak


Özgürlügüme kavusmadan önce son kez avluda voltalamaya basladim. Ve son kez didik didik ettim avluyu. Gözyaslarima hakim olamadim lanet olsun yine, dost eller sarmaladilar son kez yürekten yeralti nehirleri


Gizli bir tarihti yaşadıklarim,ne kadar unutmak, unutturmak isteselerde anılara yolculukları elimle kovsamda beynime akinlar düzenliyorlar. İnadina asırı dozda ask almak gibi yeralti nehirleri

Bilmeli herkes özgürlügüme kavusmadan önce son kez avluda voltalamaya basladim. Ve son kez didik didik ettim avluyu. Gözyaslarima hakim olamadim lanet olsun yine, dost eller sarmaladilar son kez yürekten, candan.

Yıllar sonrada olsa, özgür havayi iliklerime kadar cekmek ayri bir tat verdi bana. Semahta atese duran genc bir isci gibi. Demir kapilari bir bir asarak kendimi tel örgülerin disinda buldum, tedirgin ve ürkek bir güvercin gibiydim. Ne cok kirmislardi kanatlarimizi. Sonra anisamak istiyorsun kapatilmadan önce kafese neler neler yaptiklarini. Nasil olupta böyle düsünüyorum diye düsüncelerimle çatışık halindeyim.

İlk önümde duran münibüse bini verdim. Cebimde hic para yoktu, bindigim yerden olsa gerek söför arkadas parada istemedi benden, mealimi biliyordu sanki, yada ben öyle sezinledim. Son durakta indim. Oldum olası bu Eminönü hep gidip sahilde oturup balık ekmek ve soğan yemek isterdim ama cebimde param yoktu.

Gizli bir tarihti yaşadıklarim,ne kadar unutmak, unutturmak isteselerde anılara yolculukları elimle kovsamda beynime akinlar düzenliyorlar. İnadina asırı dozda ask almak gibi.

Bilmeli herkes yasama nasilda tutkuyla asik oldugumuzu,bir sevgilimizin elin tutar gibi,bir okkali öpücük kondurdum özgürlügüme.Anlatmaliydim yasadiklarimi, anlarımı yaşama ait aşklarimizi, emeği, paylaşmayı, birlikte düşler kurmayı.

Karer Baba bilmeliydi bu ask'i,göz yaslarini,notlarimi,mektuplarimi,ayriliklari ve ihanetleri. Susmamaliydi cümleler,özgürlüge dört nala kosmaliydi Aden,in özgür tay,lari gibi,basi dik ve fütursuz olmalıydı Aşırı dozda aşk almak.

Anlat dercesine cocukluk arkadaslarim geldi aklima birden"Nasil kirdilar kanatlarinizi" "Dost bildiklerimiz nasil yoldular kanatlarimizi,acilarimizda calarak"Anlatmaliydim,haykirmaliydim soysuzlara,ruhu satilmis rantcilara,belgelemeliydim.Kendini sehrin en islek caddesinde semaha dönerken asmayi,bazen sanalda ki nutuklarini, seyreden menfaatcileri.Belki de sizlerde benim düsündüklerimi düsünüyorsunuzdur belki.Tekrar düsün ve düsün bunlari bir bir. Ucamayacagimizi saniyorlardi,gerceklerin gözlerine,cümlelerin üzerine mil cekiyorlardi ve buna kilifta uyduruyorlardi..

Kanatlari kirilmis öz benliginden Peri suyundan merhem yaptik kendimize,birakmadik tarihin tozlu sayfalarina,emekcilerin mavi gökyüzüne özlemlerini dillendirdik,siir okuduk, türkü söyledik son nefesimize kadar ne cok öldük biz,ne cok öldük hala ölüyoruz. Görüyorlar ya simdi yanliz degiliz,yanliz degilsiniz.

Ya neden kanatlarimizi kirmislardi,su masmavi gökyüzüne bakarken hatirladim evet onlar iki yaren gibiydiler,genctiler,fütürsüzlerdi,karsilikli asiri dozda ask almislardi cünkü gücenmeyeceksiniz arkadaslarinizin evlerinde olmayislarina "kanatlarinda bir tüy bile birakmadilar kargalar,kalan son tüyün hesabi simdi samiyetsiz cümleler iklimler.

Bir birilerine asiri dozda ask almis iki kisilikli sevgi,iki cicek yani onlar,birakalim dostlugu cikarsiz hesapsiz, hesaplassinlar dostca.Biz söylemedik zor durumdan saflari terk eden kargalara mealimizi kargalar kondu o güzel düslere menfaatleri ve cikarlari icin.

Karer kayalik sokaklarinda taslarla birlikte oynasinlar,dostlarini ararken,kardesligi pekistirirken,elestirsinler acimasizca,benamus olmasinlar.Dilleri döndügünce diyalek yapsinlar.Yo ama sen daha üstüntün dersen ben burada bir cikar vardir ne dersiniz; Kimdi bu arkadasin, dostun, uğruna ölümleri göze aldigin, yarin avradin,

Sahi Kim dostun...Ve anlatım sustu,

27 Kasım 2009 Cuma

Nigar Azizmoradi'ye özgürlük


Ateizm, tanrı tanımazlık, bir tanrının varlığına inanmamaktır.Ateizm kelimesi Yunanca da "Tanrı" anlamına gelen "Theos"tan türemiştir. İnanç (teizm) karşıtı (ateizm) düşüncedir.Hiçbir şekilde ve koşulda tanrının olamayacağını savunan görüştür. Bu konu hakkında çesitli kanıtlar ileri sürülmüştür.

1)Kötülük Kanıtı:Tanrı olsaydı kötülükler olmazdı. Bu konuda D.Hume'un şu sözü oldukça ünlüdür:"Tanrı Kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?O halde güçsüzdür.Gücü yetiyor da önlemiyor mu? O halde kötüdür"

2)Madde Kanıtı: Tüm varlıklar maddeden meydana gelmiştir.Madde olmayan bir şey de yoktur.

3)Toplum Kanıtı: Toplumsal düzeni sağlamak için insanların kendi kendine uydurduğu bir semboldür.

4)Psikolojik Kanıt: İnsanlar zorluklara karşı dayanma gereksinimini, özellikle ölüm karşısındaki çaresizliğini inançla giderir.

5)Varoluşçu Kanıt:İnsanın kendi özünü kendisinin oluşturuyor olması tanrının olmadığını gösterir.


6)Olgucu Kanıt: Tanrının varlığıyla ilgili önermeler kanıtlanamayacağı için,tanrı ile ilgili önermeler anlamsızdır.







Ateizme Göre;




1) Tanrı yoktur: "Tanrı", "Yaratıcı", "Allah", "Yaratan"... veya adına ne derseniz deyin; Tanrı inancı hayal ürünüdür ve Tanrı yoktur! Evreni yaratan bir tanrının var olabileceğine ihtimal vermek toplumlar arası huzursuzluk ve kargaşa sebebidir, kin ve düşmanlık anahtarıdır, insani "insan" olmaktan uzaklaştıran, ondan bir "robot", bir köle yapan kokuşmuş, karanlık bir dogmadır. Tanrı, en büyük batıl inançtır. İnsanlığın yarattığı en aptal hayali kahramandır.

2) Dinler gereksizdir: Olgun bir insan için hiçbir dini inanç gerekli değildir. İnsan kendi kendisinin tanrısıdır. Din, kişisel özgürlüğü hayatin her alanında yok etmeye yönelik bir silahtır. Dinsel dogmalar cahil halkın düşünsel hayatini yitip yok etmek ve ondan tam bir köle üretmekten başka bir ise yaramazlar. Bir dine bağlanmış kişiler; örümcekleşmiş beyinleriyle ve kafalarına yapışmış at gözlükleriyle daima kendi inançlarını hakli bulan, diğer tüm inançları "kaka" ilan eden birer sabit fikirlilik abideleridir.

3) Metafizik asılsızdır: Çoğu kez insanları etkilemek ve onların üzerinden para kazanmak yada bir topluluğun dikkatini çekmek adına ortaya atılan "fizikötesi" tecrübelerin tümü asilsizdir. Mucizevi, efsanevi, inanılmaz görünen bütün olayların arkasında bilimin mum ışığında parıldayan fizik kanunları ve olağan etkileşimler vardır. Evrenin hiçbir yerinde madde, kendi sınıfının fizik kanunları dışında "bilimselliğe zıt" bir eylemde bulunamaz. Doğa, ancak ve sadece "doğal" nedenlerle açıklanabilir. Gelmiş geçmiş tüm büyücü, falcı yada cinciler -üç türlü- yalancıdırlar: Ya etraflarındakileri kandırırlar, ya kendilerini kandırırlar, yada ikisini birden yaparlar...

4) Akıl esastır: Dini hurafelerin yerden yere vurdukları, her geçen gün "güvenmeyin, sizi zora götürür" dedikleri "akil", tam bir hazinedir. İnsan akli, "insan" olmanın verdiği en yüce değerdir. Kendi aklına şüphe ile yaklaşmak deliliktir. Hayatin her alanında tek mutlak başvuru kaynağı odur. Dini inançların kokuşmuş mitoslarına karşılık akil, insani bugünkü uygarlık ve teknoloji düzeyine getiren yegane değerdir. Muhakeme etmek ve aklini kullanmak yerine başkasının aklına güvenen bir kişiden insanlık adına hiçbir olumlu aktivite beklenemez; çünkü o bu haliyle doğadaki çoğu hayvandan daha değersiz, iğrenç bir asalaktır.

5) Bilim kaynaktır: Uygar, gelişmiş bir insanin tek kaynağı, tarafsız, mutlak ve sorgulayıcı, pozitif bilimdir. Hiç kimsenin tekeline ait olamayacak derecede büyük olan bilimin içyüzünde; merak eden ve araştıran birey bulunur. Bir dini dogmanın "günah" duvarları arasında sıkışıp kalmış hiçbir gerçek bilim adamı yoktur. Dinsel safsatanın bütün itirazlarına rağmen bilim, din ile ayni kulvarda olamayacak kadar özgürdür. Tüm hurafelerin ve bos inançların "ezip geçicisi" odur. Bilim bütün dogmaların korkulu rüyasıdır; çünkü onda insan aklinin özü, insan mantığının kendisi vardır.

Iste bundan dolayi;

İran'da ateist olduğunu ilan etmesinin ardından Türkiye'ye sığınan Negar Azizmoradi'yi, Türk yönetimi kendi ülkesine teslim etti.

Türkiye'de uygun pasaportu olmadığı gerekçesiyle tutuklanan İran'ın Raelian Tarikatı'nın kadın lideri Negar Azizmoradi, sınır dışı edilerek ülkesine iade edildi. Birkaç gün önce Türkiye'de yakalanan Azizmoradi'nin, İran'da idam edilmesine kesin gözüyle bakılıyor.


berdan ildan

Irkcilik,Linc Ege'de bayraklastirildi


"Polis,sivil,itfaye bizleri diri diri yanmaya terk etti,bebekleri,hamile kadinlarin ceninlerini diri diri kestiler,kapilara Hitler haci gibi carpi isareti koydular nerede yasandi bu yazdiklarim,Almanya,Italya,Ispanya,Güney Amerika,Afrika,Ortadogu,Balkanlar,Asya ve Türkiye'de sömürgeci gerici.fasist cevrelerin,devletlerin,sahte hümanistlerin derin sömürgeci devletten aldiklari gücle,onlarin her türlü destegiyle fasist les sürüleri her gün yeni Maras,Corum,Gazi katliam provasi yapiyorlar,daha
dün Izmir'de ve ardindan kurtulus savasinda beraber isgalci güclere karsi omuz omuza savastik diyerek bizleri uyutanlarin les kargalari bize Canakkale Bayramic ilcesinde saldirdilar kimdir bunlar biz biliyoruz.Fasist ceteler tarafindan yapilan saldirilar sonucu onlar ev tahrip edili,yüzlerce insan evlerinde mahsur kaldi,saldiranlar degil,saldiriya devlet destekli maruz kalan bizleri gözaltina aldilar ve vali bir kac sorhosun isi dediler.Hatirlarsinz doksanli yillarda bu ilcede yine linc saldirilari olmus
insaatlarda calisan emekciler saldiriya ugramislardir,demek ki devlet cephe gerisini MHP ve CHP ile örüyormus buralarda,bu stratejik alanlarda.Kürt halkinin can güvenligi saglamakla görevli polisler Kürt genclerini gözaltina almis,sorgulamis ve kaba dayaktan gecirmistir.Saldirilarin Izmir'dekinin ardindan gelmesi eylemlerin daha da planli yayilacaginin sinyallerini veriyor.Ilk gün saldirilari engellemeyen,askine saldirilara tutum alanlari gözaltina almistir.

Yine bilinen odur ki;bu kanli saldirilarin arkasinda CHP Izmir il örgütü ve milletvekli fasist-ergenekoncu Aritman vardir.O degilmiydi mecliste kafatasci Akbaba'yi oraya götüren,iste cok somut bir kanit,devletin tutumu son Bigadic saldirilaryla ortada gördügünüz gibi saldiranlar tutuklanmamis askine TV kanallarinda bu irkci
saldirilari halk tepkisi olarak lanse edilmeye calisiliyor.Iste irkci Star haberleri gibi.Devletin andiclari gazeteler,Tv ve radyolar irkciligin-fasizmin propagandasini yapiyorlar.

Ve ne istir ki,devletin yillardir imha ve inkar ettigi,köylerini yaktigi,bosaltigi,sürgün metropollere yolladigi Kürtleri simdi bir avuc lümpen ve sarhos olarak göstererek
kendini aklamaya calisiliyor.Iste bu kirli politika irkci saldirilardan devlet sorumludur.


berdan ildan

Munzurbaba belgeseli.


“Munzir Hz.Ibrahimin cobanidir.Bugün gözelerin oldugu yerde sürüsünü otarir ve karsisina iki kurt cikar.Munzurdan koyun isterler ve o da veremiyecegini,koyunlarin sahibinin rizasini almasi gerektigini söyler.
Kurt gidip sahibinden izin almasini ister.Munzir ise ben gidip gelinceye kadar siz sürüye saldirirsiniz der.Kurtlar saldirmayacaklarina yemin ederler.Munzir Hz.Ibrahime giderken oda kendisine "Madem ki yemin etmisler,git söyle hangisini begeniyorlarsa onu alsinlar" der.Kurtlar sürünün icerisinden bir koyun begenirler oda Munzirun kendisine ait tek koyunudur.Yedi senedir kisir olan koyun iki yavruya gebedir.Koyunu alirlar ve uzaklasirlar.Orada koyunu kuzulatirlar ve yavrularini alarak koyunu serbest birakirlar.Koyun sürüsüne karisir tekrar.Bu sirada karsidan gelen Hz.Ibrahim sürüdeki koyunlarin yarisinin siyah yarisinin beyaz renge büründügünü görür,gözlerine inanamaz.Munzira dogru kosarak "Ogul,bu keramet sana nasil geldi" der.Munzir yakalanmamak icin kacar ve her attigi adimda cikan ak süt gibi su ikisinin arasini böler.Kirkinci adiminda bastigi yerdeki suyun icinde kaybolur,gider.Inanisa göre Hz.Ibrahime oglu Ismaile karsilik gökten inen koc kurtlarin alip gittigi iki tanedir biridir.Ikinci koc ise inanligin basina gelecek en büyük felakette inecektir...“


Hz.Ibrahim ve Dersim?

Hz.Ibrahimin Dersim de yasamis olduguna dair herhangi bir bilgi ve belge varmidir?


Bir baska versiyonda ise;
“Sah Ismail savasta Munzirun agasindan yardim ister.Munzirun agasi adamlarini yanina alir ve Sah Ismaile destek olmaya gider.Cani helva ceker ve bu Munzira ayan olur.“

Gerisi yine ayni sekilde devam ediyor.






Ilk yazili versiyonu Ingiliz L.Molyeux Seel tarafindan Ingiltere de yazildigi görülmektedir. 1911 de Dersime yaptigi gezide de Munzir Bava ile ilgili düsüncelerini 1914 yilinda yayinladigini görüyoruz.Ona göre;

Munzir Bava Topuzan asiretinin resisi olan Seyh Hasanin ogludur.Kisin karla kapli daglarda koyunlarini götürüp karinlari tok bir sekilde geri getirmesi babasinin sasirmasina ve onu gizlice izlemesine neden olur.Munzir karla kapli agaclara vurdukca yere yapraklar düsmekte ve hayvanlar bunlari yiyerek beslenmekte,karinlarini doyurmaktadir.Babasinin gizlice kendisini izledigini gören Munzir kizar ve ortadan kaybolur.Bir süre sonra Büyükköyde Ali Haydar Aganin yaninda cobanlik yapmaya baslar.Agasi Kerbelada iken Munzir kendisine helva götürür.Köye dönen Aganin bunu anlatmasi ve Munzirin kerametinin ögrenilmesinden ötürü kendisine gelip elini öpmek isteyen kalabaliktan kacar ve sir olur.

Bu konu basta Dersimli olmak üzere arastirmacilarin incelemesine ve aydinlatilmasina muhtactir.

Kültür erozyonuna ,asimilasyona karsi insanlarimizi uyarmak görevimiz olmalidir.Lütfen degerlerimize sahip cikalim ve onlara hak ettigi önemi verelim.Munzir Baba da bizden bunu bekliyor.


Gec olmadan...Iki versiyondan biri imha,yok etmek icin islamlastirilmis versiyonudur,bu 1937 sürecinde de net görülmektedir.Taktir-i Sukun yasasi tam bir yok edis hareketiydi Dersimde ve Mitler ve Halk degerleri sunnilestirilmeye calisiliyor belki belgesel bu anlamiyla cok anlamlidir.


berdan ildan

26 Kasım 2009 Perşembe

Sari gelin..kitap


Vardım kilsesine baktım haçına
Mâil oldum bölük bölük saçına
Kız seni götürem İslâm içine
Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Âh seni vermem dünya malına

13 yüzyil baslarken Şeyh Abdülkadir Geylani’nin müritlerinden Senani, şeyhine darılarak firar eder. Yolu Erzurum ve Oltu’ya düşer. Burada tanıştığı bir dervişle yola çıkarlar. Penek Suyu kıyısına geldiklerinde derviş, genç Senani’den kendisini karşıya geçirmesini ister. Senani, bu teklifi kabul etmeyince, dervişin, ‘Benden esirgediğin omuzlarına, domuz yavruları binsin!’ bedduasına uğrar. Misafir oldukları Hristiyan Penek Beyi’nin güzel kızına vurulan Senani, misafirliği uzatır ve sarayın hizmetçileri arasına katılır. Ardından ise sarayın domuz çobanı olur. Şeyh Geylani, müridi Senani’nin bu halini öğrenir ve çok üzülür. Beş yüz müridinden, onu kurtarmalarını, gerekirse sevdiği kızla birlikte getirmelerini ister. Müritler, Senani’yi, domuz güderken bulurlar ve şeyhin isteğini Senani’ye bildirirler. Senani, ancak yâriyle birlikte gelebileceğini söyler. Bir sabah erkenden kızı aldığı gibi, kendilerini bekleyen müritlere doğru yola çıkarlar. Hep birlikte karlı dağa doğru yürürler. Onların yokluğunu anlayan saray görevlileri, çevre köyleri ararlar ancak onları bulamaz ve dağlara yönelirler. Aşıklar ve müritler, takip edildiklerini anlayınca kaçmaya başlarlar ve dağın güneyine sarkarlar. Takipçiler yetişince çetin bir savaş meydana gelir. Aşık Şeyh Senani ve müritleri öldürülür. Bugünkü Allahuekber Dağları, adını bu müritlerin ‘Allahuekber’ sedalarından almıştır. Bu efsanede bahsedilen Sarı Gelin’in Hristiyan-Türk olan Kıpçak beyinin kızı olduğu iddia edilmiştir. Sarı Gelin hakkında Kars’ta, Azerbaycan’da ve Anadolu’nun diğer yerlerinde değişik hikâye ve efsanelere rastlanmaktadır. Ama simdi Hrant Dink'i katledenlerin Kafes

belgeleri isiginda bu akbabalarin 1915-16 ile 6-7 Eylül'ü nasil tezgahladiklarini bilmek isteyenler,gecmisin izini sürmek isteyenler sunu bir kez daha bilmelidirler ki psikolojik savas haraket merkezleri nasil ki Kürt halkinin ezgilerini calip yok ederek Türklestiriyorsa iste Mezepotamyanin kadim halklarina ait sari gelinde islamlastirmaya,sunnilestirmeye,türki cumhuriyetlerine benzetmeleri ondandir.Iste kitap bunlari aralamasi bakimindan bir arastirma niteligi tasiyor.



Eyüphan Kilic Karinca yayinevinden sari gelinin izini sürmüs ask hali ile.Iste sari gelinin öyküsünü bize araliyor kitap.





Dağlarda yaşayan bir Ermeni mi, Erzurumlu bir gelin mi? "Sarı Gelin"in nereli olduğu tam olarak bilinmiyor ama bu türkünün bir Türk-Ermeni aşkını anlattığı söyleniyor. Hrant Dink'in "kendi yöresine yakın olduğundan ve sözleri manidar geldiğinden çok sevdiği" türkü cenaze töreninin de simgesi haline geldi. Agos gazetesinin yanındaki müzik market gün boyunca "Sarı Gelin"i çalarken, kortejdekiler bu türküye kâh Türkçe kâh Ermenice eşlik ettiler. "Kime ait?" diyerek üzerinde birçok tartışma yapılan "Sarı Gelin" müzisyenlere göre aslında paylaşılamayan değil, aksine paylaşılan bir türkü: "Melodisi aynı olduğu halde her topluluk bu türküyü kendi dilinde, kendi duygusunda söylüyor"



İrevan çarşı pazar
İçinde bir kız gezer
Elinde divit kalem
Dertliye derman yazar



Iki dörtlügü iyi yorumlayin bakin nasilda asimile edilerek islamlastirilmaya calisiliyor.



"Türküler kardeştir, halklarda







berdan ildan

24 Kasım 2009 Salı

pastoral yanlizliklara dair


Kizim
gonca gururum benim
büyüdüm yoklugunda
büyüdüm seni beklerken
ben hazirim kizim
suyun topragin hazir

fazla büyümüs bir baba bulacaksin karsinda
hep senin yasitin olacak kadar büyümüs

sakin sasirma der sair dogacak kizina.Maya ve Zuhal'a

Sonbahar alip gitmelerdir bazen agitlar icinde,bazen pastoral yanlizliklar icinde ask hali,bazen yirtilip atilan ben gibi kitabi
olmayan cizimlerdir.Ama biliriz ki sonbahar gözyaslarimizin mevsimidir,terk edilenler,yanliz kalanlar,mahsus mahalde
muhabettir voltada,ciplak ayakla yürümektir yagmurlar altinda,direnmektir yasamin her yerinde.
bir avuc atestik
ankara ayazinda
esmer ve sertlik
iskenceyle bilenirdi
körpe tenlerimiz
ne cok
ne cok seyi yitirdik
ne kazandik
hic bilmedik. Siirinde yiten devrimcilere agit var siirlerinde,oysaki biliriz devrimcilik hesap-kitap isi degildir bu siyasal ideolojik
bir imgedir, pratik bir ask hali gibi.Kül elenmemis ilk siir kitabi gibi.Kürdistan daglarinda ki newroz,kardelen,gül,papatya,yonca,
moriya hirca,gelincik ,kenger ve binlerce yok edilemeyen cicekler gibi dizeler.Bir bakarsiniz umutsuz pastoral yanlizliklara
maya bulasmis,bir bakarsiniz berdan gibi caglayanlasmis berdan cayi .Bir bakarsiniz gome hesen'de dinmeyen bir göz yasidir,
asimile edilen Kürtce agittir,belkide berfe ananin dimilkisidir Kartalikta acan, roze cicegidir son kapakta ki imgeler gibi
binlerce yilin coskusuyla
titrer irmaklar
cicek kokar bir yerlerde bir kadin
saclarinda dökülen isik mustusudur ask'in
ne zaman günese acsam gözlerimi
bir ben kalirim
bir der.... Iste bu soy agacidir günes dogunca goma mikailde.gercek ask halidir günes orada dogup ve batinca,adina agitlar yakilir
baris diye.Ve sevda artik pastoral yanliklar degildir,yakamazlarin Kürtlestirilmesidir berfince.Sevismelerin hüznünü sürmeyecek
cocuklar,yaz ediminin her renginde, diller kardes olacak,mayalanacak ezilenlerin düsleri,cocuklar agopla,berginle,berdanla,ayse
le,zozanla,kamberle,muhammedle kucaklasacak cocukca uryan.Kartalik inanc bahcesinde üc mum yanacak,sirtini gökyüzüne
dayayacak sürgünde ki usalanmaz cocuk,ve Kürtce siirler okuyacak berdan,bertal gögebakanlari ekecek Ciflikte ki dogmadigi o eve,
belkide kiz cocuklari izini sürecek baba ve anneannelerinin,ve asi devrimin cocuklari kanatircasina ellerini pastoral yanlizliklarda
kardesligin imgesini ögrenecekler,kapakta ki tek yaprak gibi.
kalkani disa dönük
kilici kendi icinde
duellodur ask
ask'a sadece düsülür
ask hali gibi der gelincikte.
Tüm yetim kalmis inanclar ve halklar askina,cocuklarin nasirli ezilen elleri icinde siirleri büyütmeye devam edelim,cünkü siirler ezilenlerin
silahsiz imgeleridir barikat baslarinda,grev cadirlarinda,daglarda barisa dair düslerdir yilmayan.


berdan ildan

23 Kasım 2009 Pazartesi

Hasta Tutsaklara Özgürlük


Aynur Epli: Kan kanseri, Siirt Cezaevi’nde, tedavisi yapılmıyor.
Erol Zavar: Sincan 1 Nolu F Tipi’nde, mesane kanseri.
A. Samet Çelik: Kırıklar 2 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde, MDS kan kanseri.
Nizamettin Akar: Muş E Tipi Cezaevi’nde, gırtlak kanseri.
Halil Güneş: Diyarbakır D Tipi’nde, Kemik kanseri.




- A. Hakim Eşiyok: Erzurum H Tipi Kapalı Cezaevinde, 1994 yılından beri kafasından aldığı bir darp sonucu 1.8 mm demir parçası ile yaşıyor. Bu demir parçasının ameliyat ile alınabilecek durumdayken cezaevi idaresi tedaviyi engelliyor. Eşiyok, aynı zamanda mide ülserine de yakalandı.

- A. Samet Çelik: Sincan 2 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevinde tutulan Çelik, kanser hastası teşhisi konulmasına rağmen tahliye edilmiyor.

- Ağa Sağlık: Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevinde “yasadışı örgüt üyeliği” suçlamasıyla yaklaşık 4 yıldır tutuklu bulunan Sağlık, çok fazla kilo kaybına uğradığı için hayati tehlikesinin bulunmasına rağmen tedavi edilmiyor.

- Behçet Yılmaz: Tekirdağ 1 Nolu F tipi Cezaevinde bulunan Yılmaz, ağır astım hastası ve hücrede tek başına kalıyor.

- Erol Zavar: Ankara Sincan 1 Nolu F tipinde Cezaevi’nde bulunan Zavar, mesane kanseri ve otuza yakın tıbbi müdahale ya da ameliyat geçirdi. Tecrit koşulları hastalığını ölümcül düzeye taşıdı. Cezaevinde migren ve safra kesesi ağrıları, tüberküloz ve gözaltında gördüğü işkenceler ile dizlerinde menisküs oluştu. Mart 2007’de safra kesesi alındı.

- Ferdan İldan: TCK 314/2 den hükümlü olup yaklaşık 14 yıldır cezaevinde bulunmaktadır. Hepatit B hastasıdır.

- Gazi Dağ: Antalya E Tipi Cezaevinde bulunan hükümlü, belden aşağısı felçli, iyileşme şansı bulunmuyor.

- Güler Zere: Kahramanmaraş Elbistan E Tipi Cezaevi’nde kalan Güler Zere’nin ağzında ne olduğu anlaşılamayan yaralar çıktı. Yaralar giderek büyüyüp enfekte oldu. Yemek yemediği ve nefes almasını bile engeller hale geldiği halde tedavisi yapılmıyor. Kanser hastalığı teşhisi konulmasına rağmen tahliye edilmiyor. ortak mücadele
sonucu serbest birakildi.


- Gülezar Akın: Adıyaman E Tipi Cezaevind bulunuyor; hipofizde tümör var. Üç yıldır tedavi oluyor. Yumurtalıklarda kist, belde fıtık, belde yırtılma ve düzleşme ve mide ülseri var.

- Halil Güneş: Diyarbakır D Tipi Cezaevi, kemik kanseri var. PET-BT osteozşarkom (kemik kanseri) rapor sonucu sol yedinci kostede (kolargo) genişleme ve screrotik değişiklikler gözlenmiştir.

- Halil Yıldız: Antalya L Tipi Kapalı Cezaevi, 82 yaşında olmasına rağmen yaşlılıktan kaynaklı sağlık sorunları var, yardım olmadan yaşamını sürdüremiyor.

- Hasan Tahsin Akgün: Tekirdağ F Tipi Cezaevi, ağır tecrit koşullarının yol açtığı psikolojik sorunlar nedeniyle yaşamını kendi başına sürdürebilecek durumda değil.

- Hasan Alkış: Kırıkkale F Tipi Cezaevi, kalp, tansiyon, ülser, Behçet gibi ağır sağlık sorunları mevcut. Adli tıp tarafından verilen ‘içeride kalması uygun değildir’ içerikli raporu olmasına rağmen tahliyesi gerçekleşmedi.

- Hatice Bolat: Gebze M tipi Cezaevi, Wernicke Korsakoff hastası. Konuşma, yürüme, görme sorunu var, kılcal damarlarından kan akıyor, vücutta uyuşmalar oluyor.

- İnayet Mete: Kısa bir süre önce kalp ameliyatı geçirmiş, sık sık kriz geçiriyor, ayrıca siroz hastası, sinir tahripleri, damar tıkanıklığı, bel fıtığı ve dönem dönem vücudunun her tarafından derin yaralar açılıyor.

- İsmet Ayaz: Adıyaman E Tipi Kapalı Cezaevi, yaklaşık 10 yıldır “Çölyak” hastası ve kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, bedeni 10 yaşında çocuk gibi.

- İzzet Turan: Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi, ankilozon, mide ülseri, kemik erimesi, böbrek yetmezliği, bel fıtığı var.

- Menduh Kılıç: İzmir Kırıklar 1 No’lu F Tipi Cezaevi, Siroz hastası.

- Mesut Deniz: Ankara Sincan 1 No’lu F tipi Cezaevi, ileri derece şizofren. Yaşamının en temel gereklerini dahi yerine getiremeyecek durumda, yemek yemiyor, yataktan çıkmıyor, temizliğine dikkat edemiyor.

- Nesimi Kalkan: Mersin Silifke M tipi Cezaevi, yakalandığı “Çölyak” hastalığı nedeniyle hiçbir ihtiyacını tek başına karşılayamıyor.

- Nizamettin Akar: Muş E Tipi Cezaevi, gırtlak kanseri. Muş Devlet Hastanesi’nden Van’a oradan da Ankara Numune Hastanesi’ne sevk edildi. Hastalığı ölümcül.

- Remzi Aydın: Tekerlekli sandalyeye mahkum. 9,5 yıldır cezaevinde, Kocaeli 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde yatmaktadır.

- Yusuf Kaplan: Elazığ E Tipi Kapalı Cezaevi, 85 yaşında, vücudunun yüzde 79’u felçli. Kalp yetmezliğinden koroner arter hastalığına, görme sorunundan solunum sistemi rahatsızlığına kadar birçok hastalığı var.

- Aynur Epli: Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi, bağırsak kanseri.

- Abdurrahman Yıldırım: Bolu F Tipi Kapalı Cezaevi, vücudunda şarapnel parçaları bulunuyor.
- Cengiz Kahraman: Sincan F Tipi Kapalı Cezaevi, Wernicke Korsakoff hastası
.
- Mustafa Gök: Sincan F Tipi Kapalı Cezaevi, Wernicke Korsakoff hastası.

- M. Ali Çelebi: Bolu F Tipi Kapalı Cezaevi, Wernicke Korsakoff hastası, ileri derecede şizofren.

- Emrah Alişan: Adana cezaevine bulunan Alişan, belden aşağısı felçli olduğu için ihtiyaçlarını karşılayamıyor.

- Sibel Kurt: Gebze M Tipi Kapalı Cezaevi, kalp hastası olduğu için hayati tehlikesi sürüyor.

- Taylan Çintay: Erzurum H Tipi Kapalı Cezaevi, mesane kanseri, tedavi görmüyor.

- Mehmet Yeşiltepe: Tekirdağ F Tipi Kapalı Cezaevi, hidrosefali hastası.

- Temino Baysal: Siirt E Tipi Kapalı Cezaevi, yüzde 80 özürlü olmasına rağmen tahliye edilmiyor.

- Kemal Özelmalı: Adana Kürkçüler F Tipi Cezaevi, Wernicke Korsakoff.

- Latif Badur: Midyat M Tipi Kapalı Cezaevi, akciğer kanseri. 14 yıldır Midyat M Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuluyor.

- Hayati Kaytan: Donmadan kaynaklı sol ayak parmakları kökten, sağ ayak parmakları ilk eklemden kesilmiş durumdadır. Sol topuk ve sağ serçe parmak (kemik alınmış) sürekli yara halde bulunmakta, iyileşmemektedir. Beyninde ur nedeniyle ameliyat edildi.

- Hediye Açık: Gebze M Tipi Cezaevi. Şarapnel parçaları nedeniyle iki gözünü kaybetmiş. Böbrek sorunu ve geçirdiği ağır ameliyatlar nedeniyle ciddi sıkıntılar yaşıyor, beslenemiyor, yaşamını cezaevi koşullarında sürdüremiyor. Merdivenlerden inip çıkarken düşüyor.

- Yaşar İnce: Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevindedir. Hepatit B, kalp rahatsızlığı, (Kalpte mitral yetmezliği) bel fıtığı, böbreklerde taş, karaciğerde enfeksiyon var.

- Kemal Ertürk: Sincan 1 No’lu F tipi Cezaevindedir. Şeker ve hipertansiyon, mide ve bağırsak sorunları, halsizlik-ateşlenme, baş ve kas ağrıları, uykusuzluk, gözlerde bulanıklık, ağırlaştırılmış müebbet mahkumu olduğu için tek kişilik hücrede ve sınırlı havalandırma saati uygulamasına tabi.

- Aslan Karslı: İleri Korsakof hastası, 5 kez ‘tahliye’ raporu verilmiş, ancak halen Silifke M tipi Kapalı Cezaevinde tutuluyor.

- Veysi Özer: Diyarbakır D tipi Cezaevi’nde kanser hastası tedavi engeli var kemoterapi yapılmasında engeller var.

-Cengiz Eker: Erzurum H Tipi Cezaevi, 3 kalp damarı tıkalı tedavi edilmiyor.

- Deniz Yıldız: Adana Karataş Cezaevi’nde kanser hastası.

-Taylan Balataci yürümede zorluk,dengesizlik,H.B


Yaşamını yitirenler


-Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nde kan kanserine yakalanan Hasan Kert, 15 gün önce sevk edildiği Ankara Numune Hastanesi’nde 18 Şubat 2009’da yaşamını yitirdi.

-Şırnak’ın Cizre İlçesi’nde “yasadışı örgüte yardım ve yataklık ettiği” iddiasıyla tutuklanarak Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderilen ve yaklaşık 2 ay önce mide kanaması geçirdiği için Dicle İniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırılan Beşir Özer 15 gün hastanede tedavi edildi. Tedavisinin ardından Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderilen, böbrek yetmezliği ve hipertansiyon rahatsızlığı bulunan Beşir Özer, 28 Şubat 2009’da yaşamını yitirdi.

- Tekirdağ 2 No’lu Cezaevi’nde kalan ve uzun zamandır hasta olan Mustafa Demir 24 Mayıs 2009’da yaşamını yitirdi.

- PKK davasından aldığı müebbet hapis cezası nedeniyle 14 yıldır Batman M Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan Recep Çelik, 7 Temmuz 2009’da yaşamını yitirdi.

- Kürkçüler (Adana) E Tipi Cezaevi’nde kalan şizofreni hastası Kenan Gülen 10 Temmuz 2009’da intihar etti. İHD Adana Şubesi, Kenan Gülen’in şizofreni hastası olduğuna dair adli tıp raporunun 2 yıl sonra geldiğine dikkat çekerek “ortada bir ihmal var” demişti.

- Erzurum H Tipi Kapalı Cezaevi’nde kalan ve üç yıl önce cilt kanserine yakalanan ve midesindeki rahatsızlık nedeniyle de 30 kez ameliyat geçirmesine karşın tahliye edilmeyip Haziran 2009’da nakledildiği Erzurum Atatürk Üniversitesi Süleyman Demirel Tıp Merkezi Sağlık Araştırma Uygulama Merkez Müdürlüğü Hastanesi’nin “mahkum koğuşu”nda tutulan İsmet Ablak, 19 Temmuz 2009’da yaşamını yitirdi.

- Kandıra 1 No’lu F Tipi Cezaevinde tutuklu bulunan Kanser hastası Yılmaz Keskin, öleceği kesinleştikten sonra tahliye edildi. Tahliyesinden bir hafta sonra 10 Ağustos 2009 da yaşamını yitirdi.

-Tarsus Kapalı Cezaevinde tutuklu bulunan Eyüp Kaçar kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.

-Mersin E Tipi Kapalı Cezaevi’nde “Örgüt propagandası” iddiasıyla hükümlü bulunan ve sara hastası olduğu belirtilen Mustafa Elelçi, koğuşunda ölü bulundu.

- Diyarbakır’da bir gösteriye katıldığı gerekçesiyle tutuklanın kan kanseri hastası Gurbet Mete, 4 ay kaldığı cezaevinde tüm girişimlerine rağmen tedavi görmeyince hastalığının ilerlemesi sonucu 15 Ocak 2009 tarihinde yaşamını yitirdi.

- Elazığ E Tipi Kapalı Cezaevi’nde kalp krizi geçiren kapatılan HADEP ve kendini fesheden DEHAP’ın Elazığ ıl Başkanı Mehmet Artan, 2 Haziran 2009 tarihinde yaşamını yitirdi.

- Kürkçüler E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan şizofren hastası Kenan Gülen’in hastaneye sevk edilirken yaşamını yitirdi.

- Kandıra F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Yılmaz Keskin, yakalandığı ve ilerleyen akciğer kanseri nedeniyle tahliye edildikten 1 hafta sonra 10 Ağustos 2009 tarihinde yaşamını yitirdi.

- Trabzon’un Sürmeli İlçesi’ndeki cezaevinde kalan Mustafa Hayri (89), 16 Temmuz 2009’da geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.

-Ferizli L Tipi Cezaevi’nde (Sakarya) kalan kanser hastası Fehmi Biçer (78), 2 Haziran 2009’da hastalığı nedeniyle yaşamını yitirdi.



berdan ildan

Grevdeyiz asagidaki acilimlar icin


işçilerin hepsi vardı
siperlerin başında
yüzlerinde uzun sakal
gözlerinde kavga var.
ey işçiler birleşiniz
yoksa dünya mahvolur
işçi köylü savaşınız
yoksa kurtuluş/devrimler olmaz.
ela gözlü nazlı yarin
gözlerine yaş dolmuş
yavuklusu yiğit yoldaş
yanı başında ölmüş.
meydanlarda cesetler var
işçilerle gençlerin
gömleğinde kızıl kan var
devrim şehitlerinin
31 Ekim: Kütahya-Afyonkarahisar kara yolunun 2. kilometresinde bir giyim şirketine ait deponun kazan dairesinde patlama meydana geldi. Patlamada 46 yaşındaki Ali Sarıkaya adlı işçi yaşamanı yitirdi. Sarıkaya'nın cesedi, güçlükle kazan dairesinden çıkarıldı.

30 Ekim: Nevşehir'de, çıktıkları elektrik direğinde akıma kapılan 3 işçi yaşamını yitirdi. Maraş'tan Nevşehir'e çalıştıkları taşeron firma tarafından getirilen Ali Sarıbıyık, Davut Demirci ve İlan Ateş 23-26 yaşlarındaydı.

26 Ekim: Manisa'nın Soma ilçesinde Gürmin Madencilik'e ait kömür sahası içinde çalışan Ali Uysal Er (55), firmaya ait kamyon ile silonun altına girdi. Bu sırada tonlarca ağırlıktaki silo aracın üzerine çöktü. Araç içinde sıkışan Er, olay yerinde hayatını kaybetti.

22 Ekim: Çorum'un Oğuzlar ilçesinde yol genişletme çalışmaları sırasında kestiği ağacın altında kalan işçi Ramazan Gökçe hayatını kaybetti.
-Çorum'un İskilip ilçesinde, özel şirkete ait maden ocağında metan gazından zehirlen işçi Osman Öremiş hayatını kaybetti.

21 Ekim: Bursa'nın merkez Nilüfer ilçesinde 4 katlı bir apartman inşaatında işçi olarak çalışan İnayet Kaya (41), dengesini kaybederek çatı katından düştü. Ağır yaralanan Kaya, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.

-Bursa'nın İnegöl ilçesi Mobilya Sanayi Sitesi'nde, mobilya fabrikasında çalışan Yaşar Karaman, kafasının yük asansörü ile kapı arasına sıkışması sonucu hayatını kaybetti.

-Zonguldak, Çatalağzı beldesinde özel firma tarafından yürütülen termik santral inşaatının demir platformunda montaj yapan Çinli X.Y, yaklaşık 20 metre yüksekten düştü. Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesine kaldırılan X.Y, hayatını kaybetti.

-Aksaray Üniversitesi yerleşkesi içindeki merkez araştırma laboratuvarının inşaatında kaza meydana geldi. Kazada, halatları kopan seyyar asansör, aşağıda asansörün gelmesini bekleyen mozaik işçisi Turgay Kütük'ün (20) üzerine düştü. Kütük feci şekilde hayatını kaybetti.

-Samsun'da torna ustası Emrullan Karabacaklı, tamir ettiği itfaiye aracının su deposuna kafasının sıkışması sonucu hayatını kaybetti.

19 Ekim: Adana'da tarım işçilerini taşıyan minibüs kaza yaptı. Trafik kazasında, minibüsle tarlaya çalışmak üzere giden tarım işçilerinden Zeliha Topaloğlu (21) ve Nezihe Uyanık (27) olay yerinde hayatını kaybetti.

-Karaman'da 34 yaşındaki İsmail Aksoy, 7 katlı inşaatın dış cephe sıvasını yaparken dengesini kaybedip yaklaşık 12 metre yükseklikten düştü. Aksoy, olay yerinde yaşamını yitirdi.

18 Ekim: Bitlis'in Ahlat ilçesi Selçuklu Çarşısı'nda bulunan 4 katlı binanın son katının betonu dökülürken meydana gelen çökmede inşaat işçisi Murat Yıldırım yaşamını yitirdi.

15 Ekim: Düzce'de inşaatın 3. katında demir bağlayan işçi Mehmet Dursun, demir çubuğu yerleştirmek isterken inşaatın yanından geçen ve 34 bin 200 volt elektrik taşıyan tellerin üzerine düşerek hayatını kaybetti.

-Kayseri'de TEDAŞ'ın elektrik direklerinden hat çekmeye çalışırken akıma kapılan Murat Doğan (22), 25 metre yüksekten düşerek, hayatını kaybetti.

12 Ekim: Zonguldak, Ereğli Sanayi Sitesi'nde babasına ait torna atölyesinde çırak olarak çalışan 18 yaşındaki Burhan Yılmaz, elektrik teline temas edince akıma kapılarak yaşamını yitirdi.

10 Ekim: Konya'da boya yaptığı inşaatın 8. katındaki iskeleden düşen Ramazan Doğan (25) hayatını kaybetti.

9 Ekim: Adana'da, bir inşaatın beşinci katına beton dökerken düşen inşaat işçisi Sertan Hançer (36), hayatını kaybetti.

7 Ekim: Ankara'da, TEDAŞ Genel Müdürlüğü'nün arka bahçesindeki rögarı temizlemek için vidanjörle gelen işçilerden Erol Güneş, rögar kapağını açarak yaklaşık 20 metre derinliğindeki kanalizasyona indi. Metan gazından zehirlenen Erol Güneş hayatını kaybetti.

-Muğla'nın Kavaklıdere İlçesi'nde, bir mermer ocağında çalışan 29 yaşındaki Mümtaz Bulut, kesim makinesinden kopan telin şah damarını kesmesi sonucu yaşamını yitirdi.

5 Ekim: Manisa'nın Soma ilçesinde şantiyede dinamit patlatılırken taş isabet eden işçi Soner Fındık hayatını kaybetti.

3 Ekim: Isparta'nın Yalvaç ilçesinde bir yemek fabrikasında işçi olarak çalışan Tarık Akkuş'un (16), asansöre sıkışan kafası koptu. Akkuş feci şekilde can verdi

23 Kasim:Istanbul-Tuzla tersanelerinde iş cinayetleri durdurak bilmiyor. Çeliktrans Tersanesi, Geleş Gemi taşeronunda çalışan Mahmut Altınöz'e mezar oldu. Altınöz, hemde öğle paydosunda yaşamını yitirdi.Ve onlar grevdeyken


berdan ildan

Özgürlügün sifreleri 3


Cek-senet, mafyaci-kontrgerillaci derin cukurlari olan devlet kendi pisligini bir nisan gibi yakasina takmis,her yani pis nefes kokulari salarken,iste yine huzuru saglak adi altinda yeni planlar pesindeler Izmir buna cok somut örnek.Nicedir huzurlarini kacirmislardi,itibarlari pisletilmisti,yillardir CIA'nin akil hocaligindaki kisiliksizlestirme-yozlastirma,siyasal ve ideolojik Mossad kararagahlarinda kan koklatilarak yetistirilen,ve denizlerin,mahirlerin,ibrahimlerin ve harun karadenizlerin Filistinde ki dayanismasina karsitlik ülkücü fasistleri Mossad kamplarinda ki egitimlerini simdi ki AKP kadrolarininda komando merkezlerinde yetistirdiklerini hatirlatmalyim,iste kanli pazardaki kirpik sakallilarin cogu simdi parlamentoda.Mhp ile AKP ve sosyal fasist Chp fasistlerle kolkolalar ve saldirilarinin ucunda insanlik var.Bu saldirilar beklenmedik degildir Kürt halki,Aleviler,Ermeniler,Cingeneler kafataci Izmir'de kafatasci bunculardan biliyor,coplari,panzerleri ve sahte yaka numarali polisleri de Baran Tursun davasindan biliyoruz.Saldirilar o yüzden beklenmedik degildi,cünkü;hak almak,insan olmak,özgürlesenler bedel ödemek zorundalar.Yasananlari her tarih boyunca ödenen bedellerden,kesilen faturalardan ibaret degildir.Simdi bir adim öne sürme zamani insanligimizi,elimizde bir mum,bir kalem,bir siir ve türkü ile
fasizme karsi ezilenlerin kuvvetlerini birlestirme zamani.Kurululan pusular,büyümesinden korktuklari esitlik-kardeslik ve özgürlük haraketini engellemektir.Can ve kan
pahasina kazanilan özgürlükleri fasistlerin,gericilerin,mehmetcik yalanci basin araciligiyla emekcileri zehirlemektir.Teslim almak icin özgürlügü;Oysa ki FASIZM YINE
AYNI Filistin,Kürdistan,Türkiye,Almanya,Italya,Ispanya,Rusya,ABD ve Ingilterede,Azerbaycan'da da aynidir.



berdan ildan

Özgürlügün sifreleri 2


Devletin kirli camasirlarinin desifre oldugu bir sürecten geciyoruz,ve hergün yenileri ortaya saciliyor.Katlimacilik,adam kacirma,cocuk öldürme,
iskence,kirli irkci radyonlar kurma,iskence gibi suclarda islemis pis genaraller cetesi insanlik düsmani katiller;bizzat genel kurmay baskani ve diger
düskünler tarafindan da kahraman ilan ediliyor,kirli nefesler domuz gribi salgini gibi yayiliyor.

Iste bundandir ki devrimcileri sokaklarda infaz etmek ve öldürmeye kast etme,gözaltinda kaybetme,iskence yapmak vatanseverliktirle es gören
kirli savas cumhuriyetinde;yillardir anlattigimizin itirafi degilmidir Silivri durusmalari,ve ortaya sacilan kirli sifreler.Bu pis kirli devlet,kendine muhalif
olan her seyi kendine düsman bilmistir ilk düsman devrimci sosyalist yurtseverler,Kürt Halkimizi,Aleviler,demokratlar,devrimci sosyalist aydinlar vb.Iste devletin örtülü ödeneginden ve iscilerin-emekcilerin alinteriyle kan emici parali üniformalilar tarafindan yok ediliyorlar,iste buna vatan icin
hayirli is diyorlar.Izmirde üniformali sokak köpekleri tarafindan insanlar linc edilmeye kiskirtiliyor iste nefes pis kokanlar.

Simdi bu ugursuz takimini düzeni hüküm sürüyor olabilir ve insani degerleri hice sayarak yasli,cocuk,kadin demeden satilarla devletin üniformali
katillerden cesarette alarak meydan okuyorlar.Ama daglardan baris sloganlariyla halay cekenlerden,meydanlarda grev grev diyenlerden,okullardan
gelecek serhildan-direnis ve zafer diyen genclerden acayip tirsiyorlar.Biliyorlar ki yaklsan sonlari bu öfke selidir.Bundan dolayi bu kadar pervansizlasarak saldiriyorlar.Iste o büyük gün geldiginde hic bir vatan sever koruyamayacak bu kurt sürülerini,kacacak delik arayacaklar,mezarlara bile girseler öfke kusanip buluncak halk katillerini.Tarih diyalektiktir ve bulur yargilar ve özneler hesap sorar bu ezilenlerin tarihsel eylem hattidir.Ve o tarih size emrediyor ayaga kalk ey emekci durus,utancindan yüzünü örtme ey emekci durus,özgürlük icin nasirli ellerinizi emekcilerin-ezilenlerin sosyalist kuvvetinde birlesiniz.Özgürlük ve gelecek bizim,düslerimizi öküzün trene baktigi gibi bakmayiniz,ve gerci olunuz,imkasizi isteyiniz,ve deniz gibi yildizlari kusanin,ibrahim gibi ser verip sir vermeyiniz,pirsultandan,bedreddine,karacaoglandan,nesimeye,
seyyid rizaya,kerbeladan,zilana,dersimden gazi barikatlarinda mahiriceyi kusan.Ve bahari cemre tadinda,irmaklari mavi okyonuslarda,renkleri
gökusaginin tüm renlerinde,denizleri mavi balinalarda karsiliksiz ve hesapsiz sevmelisin,yildizlara gözyasi dökmeden,ask hali yasayarak ez azadime diye bagirabilmelisin ve tüm insanlarin mutlulugu benim mutlulugum diyebilmek tüm mesele.Iste biz her seyi hak edenler.Özgürlük bizim ve ezilen tüm halklarin olmali.Bu bezirganlik saltanati zülfikarla yikilmali,bu yalanlarin,irkcilarin katillerin,sömürücü ve zülümcülerin cenneti onlara
cahennem olmali.Iste o yüzden cok üremeliyiz ve biz kazanmaliyiz biz.Ne duruyorsun öyleyse ceksene tilili tilili tilili ezilenlerin sosyalist kuvvetleri
sizi saflarina davet ediyor haydi simdi özgürlesmek zamani.


berdan ildan

Özgürlügün sifresi 1






Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan

yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.

Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.özdemir asaf siir
Isvec ve Norves siniri ve yapraklarin baharin yesil tonu ile kizillastigi Temmuz ayinda canlarin semah döndügü günesin cemre ile
dans ettigi o an, günes hic batmadan 360 derece tüm gün batiminda dans ediyor o özgürlükte.Kizil akbabalar kollekttif bir tarzda
hemde soylari yok edilirken,bir tek orada var ediyorlar özgürlüklerini,son elli cift özgürlüge sevdalililar süzülürken daglarin kuytu
luklarinda ansizin.Yada batidan yükselen günes Heserbaba kutsal daginda,bosaltilmis,terk edilmis,kutsal mezarlarin tam üzerin
de özgürlügü resm ediyor,ve bu kutsalligi kimse bilmeden,iste olasi özgürlük tasarimlarim,hep kizillik, cok seviyorum kizil rengi
cünkü benim adim kirmizi bülten, ve ben namus iscisiyim kapitalizmin issiz biraktigi.Sinif mücadeleleri tarihi bize bu tutukluluktan
kutulusunda sifrelerini vermis bunun adi özgürlük sifreleri.Kapitalist-emperyalist sistem,insanligi hiclestirmenin onlarin DNA'si
Gdo'larla bozarak hayvanlatirdigi modern kölelerin tepe noktasidir.Kapitalist oryantalist mülkiyet egemenligi üzerinde yükselen,
yasamak icin calisanlarin iki sinifa bölünen karsitligi sifreler yani ezenler ve ezilenler.Bu dünyayi kurtarma isinin üstesinden gelmek,
iste diyor bu özgürlügün sifresidir der Engels.Yani 360 derece,virane daglarin tarihsel görevi bunu özgürlüge baglayan zinciri kirma
ile karsi karsiyadir.Iste bu binlerce zincirin halkalariyla görünen yada görünmeye bu kusatmayi tek tek kirmak gerek,tavir almak
yetmez,kendimizden basliyarak degismek gerek.Iste bu özgürlügün sifreleridir.

Devrimci sifrelerin dönüstürücülügü,sokagin dönüstürücülügünde gizlidir.Insanligin varligini belirleyen sey, bilincleri degildir,tam tersine onlarin bilincini berlirleyen,toplumsal varliklaridir.Karl Marks.O yüzden toplumsal degisimi ve dönüsümü saglayacak senin örgütlü özgürlügündür.



berdan ildan

22 Kasım 2009 Pazar

Linc nefes FM radyo frekanslari


Bu radyoların bazıları kuvvet komutanlıklarına, bazıları ise doğrudan Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı. Ankara'da yayın yapan TSK Afet Bilgilendirme Radyosu, Diyarbakır'da yayın yapan Diyar FM, Şırnak, Siirt, mardin ve Kuzey Irak'ta yayın yapan Güven FM doğrudan Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı. Afanistan'ın başkenti Kabil'de yayın yapan Radyo Türkiyem ve Kosova Prizren'de yayın yapan Mehmetçik FM de öyle. Geriye kalan 19 radyo ise yayın yaptıkları bölgede bulunan komutanlıklara tek tek zimmetlenmiş.

Güven FM ve Diyar FM Radyolarına görevlendirilen personel için, Genelkurmay Başkanlığı Bilgi Destek Grup Komutanlığı raporunda ayrıntılı notlar düşülmüş.

Bir subay ve astsubayın görevli olduğu Güven FM için düşülen not şöyle; “Personel, üç aylık süreyle geçici olarak görevlendirilmektedir. Hâlen 2’nci Bilgi Des.Tb.K. lığından bir subay, 1’inci Bilgi Des.Tb.K.lığından bir astsubay görev yapmaktadır.”

Üç subay, bir astsubay ve üç sivil personelin çalıştığı Diyar FM için ise; “Subay ve astsubaylar ile bir sivil memur, 2’nci Bilgi Des.Tb.K.lığından asli görevleri uhdesinde görevlendirilmektedir. İki bayan personel ise sözleşmeli olarak görev yapmaktadır.”

Bilgi Destek Grup Komutanlığı raporunda, Bilgi Destek Ürünü Teçhizatı Modernizasyonu için Eylül 2007-Eylül 2008 tarihleri arasında 35 bin TL ayrıldığı, bunun 8 bin 500 TL'si Güven FM modernizasyonu için kullanıldığı bilgisi de var. Başka radyolar için hazırlanan paket programlar ve müzik paketleri ve programları işin cabası.

TSK 25 sabit, 5 mobil, 1 portatif radyoya sahip

TSK'nın işlettiği belirtilen radyoların tam listesi şöyle: TSK Afet Bilgilendirme Radyosu (Ankara), Diyar FM (Diyarbakır), Güven FM (Şırnak, Siirt, Mardin, Kuzey Irak), Radyo Türkiyem (Afganistan-Kabil), Mehmetçik FM (Kosova Prizren), Sümbül FM (Hakkari), Dost FM (Tunceli-Hozat), Türkiyem FM (Bingöl), Sancak FM (Bingöl-Adaklı, Kiğı), Lale FM (Muş merkez, Varto, Hasköy), Göl FM (Bitlis merkez, Tatvan), Süphan FM (Ağrı Patnos), Ağrı Dağı FM (Ağrı, Iğdır), Kardelen FM (Van Çaldıran), Nevruz FM (Van Erciş) Kura FM (Ardahan), Fıstık FM (Siirt), Poyraz FM (Kocaeli Gölcük), Leventler FM (İzmir Foça), Aksaz FM (Muğla Marmaris), Yöre FM (Tokat, Amasya, Sivas, Ordu, Tokat-Reşadiye-Topçam), Tunç FM (Tunceli), Sınır FM (Hakkari Yüksekova), Sahil Güvenlik FM (İzmir, Aydın, Manisa).

Bunların yanı sıra bir tane mobil ve bir portatif radyolar var. Mobil Radyo-1 Ankara, Mobil Radyo-2 İstanbul, Mobil Radyo-3 Elazığ, Mobil Radyo-4 Diyarbakır, Mobil Radyo-5 ise Afganistan'da yayın yapıyor. Portatif radyonun kapsama alanı ise Ankara.

Siyah gece


Erkek egemenliği bir Reşê Şevê, bir karabasan. Reşê Şevê evde sokakta, işte okulda erkek hep kadının gölgesi. Bazen teni yaran bir bıçak, bazen kalbi delen bir kurşun... Bazen tokat, bazen kapı... Öcüye ne gerek, erkek egemenliği sadece korkulu bir rüya değil hayatın ta kendisi.

Hayata seyirci kalmayın!...

Reşê Şevê; 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde izlenmeye değer oyunlardan biri. Reşê Şevê, sadece bir oyun değil, hayatın ta kendisi. DestAR-Theatre, bu yüzden tiyatroseverlere şöyle sesleniyor: “Hayatı tıpkı bir oyun izler gibi izleyip geçmeyin!... Hayata seyirci kalmayın!...”

“Mêrê Şevê”, “Reşikê Şevê” ya da Reşê Şevê; öcülere ve karabasanlara Mezapotamya'da verilen ad. Reşê Şevê'ler, dev karanlık gölgeler olarak yüzyıllardır başta çocuklar olmak üzere tüm insanların korkulu rüyaları. Onlara ilgili ne zaman bir hikaye dinleseniz içiniz ürperir, soluğunuz kesilir. Rüyalarınıza girse karabasan olur, kan ter içinde çığlık atarken uyanırsınız.

Kapitalist sistemde kadınların 'Reşê Şevê'leri, karabasanları erkeklerdir. Çünkü erkek egemenliği, evde, sokakta, işte, okulda bir öcü gibi daima kadınların ensesindedir. Bazen teni yaran bir bıçak, bazen kalbi delen bir kurşun... Bazen yanağında patlayan bir tokat, bazen üstüne kapanan bir kapı... Gölgenin ismi bazen ölüm ve tecavüzdür. Bazen patron ve koca dayağı, yoksulluk ve açlık.

Erkek egemen dünyada kadın

DestAR-Theatre'ın 'Reşê Şevê' oyunu, erkek egemen dünyada kadınların travmalarını anlatıyor. Aynı zamanda erkek egemenliği ile hesaplaşmalarını. Oyunda, erkek egemenliği çöplükte, erkeklik öcülerde sembolize ediliyor. Kadınlık ise dev gölgelere çocuksu düşleriyle karşı koyan çöp toplayıcısı genç kadında.

Nisan ayında prömiyeri yapılan oyun, Türkçe üstyazılı. DestAR-Theatre, 2008 Ekim ayında Mirza Metin ve Berfin Zenderlioğlu öncülüğünde kuruldu. Grup, “Qeşmerên Apoleti” (Apoletli Soytarılar) adlı kısa oyunla seyirci karşısına çıkmıştı. DestAR-Theatre'a 0536 769 36 26 telefon numarası ya da destar-t@hotmail.com eposta adresinden ulaşabilirsiniz.

Naima ana'nin gözyaslari


Gözlerinin pınarında

Bir bulut,

Boşandı boşanacak

Nerdeyse.

Aklımdan geçenleri

Okuyorsun su gibi.

Dünya gördü

Bizi boğazladılar…


Tutma gözyaşlarını

Onur da ağlar…

Bırak yıkansın gökyüzü,

Lacivert, yeşil, altın

Işıkları günbatımın.

İşte şafaktayız gene

Çırılçıplak

Ve mavi.

İşte sanki dağ yeli

Ve işte sanki meltem…


Kimse toz konduramaz

Kesip attığımız tırnağa bile.

Sen en güzel kızısın

Bütün galaksilerin

Bense tözüyüm artık

Akkor tözüyüm

Prometheus’u yakan

Kara sevdanın…


Ne alnımızda bir ayıp

Ne koltuk altında

Saklı haçımız

Biz bu halkı sevdik

Ve bu ülkeyi.

İşte bağışlanmaz

Korkunç suçumuz..
Sevdaya yogrulmus bahar yerini sonbarin yaprak dökümüne birakti,korkunc mübarek doga öyle bir slogan vari gürlediki Heserbaba'da semaha
döndü ana,gökyüzü üc rengi tasarimliyordu,toprakta karinca,suda ölü cocuklarin kemikleri.Karer daginin orta yerinde ki dokuz köyde siire sevda
landigi bir andi.Kalp atislari krize ayarliyordu ani,simdiye kadar neden yazmadim diye,okumadim Ahmed Arif'in "nur da aglar"siirini.Heserbabanin
gözlerinde analarin adaklari var,dualari var,tertemiz ask halleri var.Mukaddes direnisler gibi nasirli elleri,kim anlatabilir ki bu gözyaslarini,bu karer
ask halini kim.Ne dilimizde ki o aci,ne kalbimizde o aci,kim anlatabilir yetim sehirlere düsmüs gözyaslarimizi.Sürgün kentlerde ki zindanlarda ki
düsü kim anlatabilir.Kim öfkeyi daglar da güle ceviri,kim sabah ezanin da sorgusuz ayet gibi asilmayi bilir,kim deli bir irmak gibi hircin dalgalariyla
Batmanda intihar eder kim.Sevdasi yogrulmus bir karer hamuru gibi.Kim bizi sorguya ceker cocuklar kim.Yasamin tam orta yerindeyiz Naima ananin gözyasi gibi,bu sehire yagmur yagiyor bu son bahar günü ana,ve ben dolasmaktayim ciplak ayaklarimla ve göz yaslarim suya karisiyor bu
sehirde.Ve Ahmed Arif siirlerini cok severim anne bilirsin,en cokta sokaklarda okumayi severim girtlagim parcalanircasina.Iste bu evladin göz yassiz bir yaprak gibi süzülüp caddeye,sele karisip,sana ulasmak icin ,bu sonbaharin siiri ile sana yillardir söyleyemedigim su kücük burjuva sözü
yolluyorum anne,ez te pir hezdikim,ez hesrate teme daye.Yüzümü intiharla yikayip,bir kez daha bileyerek öfkemi,seni zümrüt yesili gözlerinden
o kutsal daglara tekrar dönmek istiyorum,bir sabah semahi gibi anne.Iste tüm analarin zümrüt yesili gözlerinde simdi ask hali,simdi devrim zamani
anne,simdi özgürlük zamani,bak simdi gökyüzü bizden yana.

oglunuz kirmizi bülten

berdan ildan

21 Kasım 2009 Cumartesi

Infaz ve yalanci medya




Bütün taşlar gibi vekarlı,
hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli,
bütün yük hayvanları gibi battal, ağır
ve aç çocukların dargın yüzlerine benziyen elleriniz.
Arılar gibi hünerli, hafif,
sütlü memeler gibi yüklü,
tabiat gibi cesur
ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerinin altında gizleyen elleriniz.
Bu dünya öküzün boynuzunda değil,
bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.
Ve insanlar, ah, benim insanlarım,
yalanla besliyorlar sizi,
halbuki açsınız,
etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız.
Ve beyaz sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya,
göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.
insanlar, ah, benim insanlarım,
hele Asyadakiler, Afrikadakiler,
Yakın Doğu, orta Doğu, Pasifik adaları
ve benim memleketlilerim,
yani bütün insanların yüzde yetmişinden çoğu,
elleriniz gibi ihtiyar ve dalgınsınız,
elleriniz gibi meraklı, hayran ve gençsiniz.
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
Avrupalım, Amerikalım benim,
uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,
ellerin gibi tez kandırılır,
kolay atlatılırsın...
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
antenler yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
söz yalan söylüyorsa,
ses yalan söylüyorsa,
ellerinizden geçinen
ve ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir





Kirli savaşın tırmandırıldığı 90’lı yılların başında, tek kanalda sıklıkla yinelenen bir nakarat vardı: “Güvenlik güçlerinin teslim ol çağrısına ateşle karşılık veren…” Bu sözler toplumun beynine öyle bir kazınmıştı ki neredeyse tüm katliamların, vahşi cinayetlerin üzerini örterek TSK’ya büyük bir meşruluk sağlıyordu. Kuşkusuz ki aynı kanalda ne devletin kulak koleksiyonu yapan cellâtları, ne tecavüzcüleri ya da işkencecileri yer alıyordu. Haberler ise genellikle “ölü ele geçirilen” gerillalardan bahsederek sona eriyordu. O gün bugündür ne katliamcı devletin yöntemleri değişti ne de antenler ve rotatifler yalan söylemekten vazgeçti

20 Kasım 2009 Cuma

Seyyid'a mi.


Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun!..” (Seyit Rıza)





Fakat bazı iddialara göre Seyid Rıza son sözlerinde ayrıyeten “75 yaşındayım, şehit oluyorum. Dersim mağlup oluyor, kahrolsun zalimler! Kahrolsun kahpe ve yalancılar.” demiştir ve Çağlayangil bunu bilinçli olarak yazmamıştır.

… Aradan aylar geçti, Seyit Rıza ve çevresi yakalandı. Mahkemeleri sürüyor. İşte bu sırada Atatürk Diyarbakır’daki (Pertek olması gerekir y.n) Murat suyu üzerinde yeni yeni yapılan Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer Bey bana diyor ki; “Atatürk, Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. Dersim hareketi bitti. Beyaz donlu altı bin doğulu Elazığ’a dolmuş, Atatürk’ten Seyit Rıza’nın hayatını bağışlamasını isteyecekler. Beyaz donluların Atatürk’ün karşısına çıkarmalarına meydan vermeyelim.” 1937 yılında resmi tatil günü Cumartesi öğleden sonra. Atatürk Pazartesi günü Elazığ’a gelecek. Bizden istenenler “asılacak asılsın” ve Atatürk’ün karşısına Beyaz Donlular çıktığı zaman iş işten geçmiş olsun. O dönemde Elazığ Valisi Şükrü Bey, Savcı Hatemi Senihi Bey, Emniyet Müdürü Sezerli İbrahim Bey, savcı yardımcısı arkadaşıydı.

Şükrü Sökmensüer, “Sivillerden Emniyet Genel Müdürlüğünün siyasi şubesinden istediklerini al. Atatürk’ün istasyondan halkevine kadar korunması da size ait” dedi. Başta Macar Mustafa olmak üzere altı kişi alıp yola çıktım. Trenle Elazığ’a vardım. Emniyet Müdürü İbrahim Bey’e gittim. Savcı için, “kural dışı bir şey yapmaz, mümkün değil.” dedi.

Savcıya gittim. Durumu kendisine anlattım. Bu konuda Adalet Bakanlığından da bir şifre aldığını, ama mahkemelerin Cumartesi tatil olduğunu, tatilde ise sonuç almanın mümkün olmadığını bana bildirdi. Ve ekledi:

“Ben de mahkemeleri etkileyemem.”

Oysa biz mahkemenin kararını Atatürk gelmeden evvel vermesini ve geldiğinde Seyit Rıza meselesinin kapanmış olmasını istiyorduk. Ben bunu halletmek için Hükümet tarafından buraya gönderilmiştim.

Savcı yardımcısı hukuktan sınıf arkadaşım. Bana, “Sen valiye söyle bu savcı rapor alsın gitsin, ben senin istediğini yaparım.” dedi. Biz mahkemenin tatil günü işlemesini ve alınacak sonucun infazını istiyorduk. Savcı, rapor aldı. Arkadaşım vekil olarak savcının yerine geçti. Mahkeme hakimini evinde buldum. Gittiğinde mahkemenin aldığı kararı yazdırıyordu. Hakimle konuştuk. Kendisi kararı daktiloya çektirmekle meşguldü. Devir, CHP devri. Herkes çekiniyor.

Hakim bana, “ Cumartesi mahkeme toplanmaz, ancak Pazartesi günü mahkemeyi toplar, kararı veririz. Salı günü de idam hükümlerini yerine getiririz,”dedi.

O zamanlar dördüncü bölgede temyiz hakkı yok.

Abdullah Paşa, sıkıyönetim kumandanı olarak kararı tasdik edecek. O da, “ yukarıdaki karar tasdik olunur” demiş, basmış boş kâğıda imzasını. Yukarıya “ Abdullah Paşa’nın idamı” diye yazsanız kendisi asılacak. Hakime dedik ki: “ Bu dediğiniz gün Atatürk geliyor. Maksat hasıl olmuyor ki.” Hakim, “başkaca bir şey yapılamaz” diyerek kestirdi attı. Ben de kendilerine sordum:

“Sizin saat 17:00’den sonra davaya devam ettiğiniz olmuyor mu?”

“Ooo, çok oluyor. Gün oluyor, dokuzlara onlara kadar çalışıyoruz,” cevabını verdi.

“Eee, sondan beş saat ihlal ediyorsunuz da baştan beş saat ihlal etseniz, olmuyor mu? Yani Pazar akşamı sahurdan sonra mahkemeyi açarız. Pazartesi günü 00.24’ten başlıyor, dedim. Hakim: Elektrikler kesiliyor, dedi. Ona da çare bulduk. Otomobil farları ile hapishaneyi aydınlatırız. Halkevi’ne lüksler koyarız. Hakim bu defa ; samiin yok, dedi. Ona da çare bulduk. Samiin de getiririz. Kaç kişi asılacak? Onu karardan önce söyleyemem, dedi. Ama ekledi: Savcı 27 kişinin idamını istedi. Biz ona göre mi hazırlığımızı yapalım? Bilemem, dedi.


Beni asmaya mı geldin?



Ceza İnfaz Kanunu her asılanın ayrı bir yerde asılmasını, asılanların birbirini görmemesini emrediyordu. Bu şartı da yerine getirmeye çalıştık. Her meydana dört sehpa kurduk. Vali bir de çingene cellat buldu. Gece 12:00'de hapishaneye gittik. Farlarla çevreyi aydınlattık. Mahkemenin 72 sanığı var. Sankıları aldık. Mahkemeye götürdük. Çingene de geldi. Adam başına on lira istedi. “Peki” dedik. Sanıklar Türkçe bilmiyor. Mahkeme kararı açıklandı. Yedi kişi ölüm cezasına çarpıtırılmış, sanıklardan bazıları beraat etmiş, bazıları da çeşitli hapis cezaları almıştı. Kararlar okununca hakim ilamda idam lafını kullanmadığı ve ölüm cezasına çarpıtırılmaktan bahsettiği için verilen hükmü iyi anlamadılar. “İdam Tünne” diye bir vaveyle koptu. Biz Seyit Rıza’yı aldık. Otomobilde benimle polis Müdürü İbrahim’in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu. Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı:

-Asacaksınız, dedi ve bana döndü:

-Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?

Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüzyüze geliyorum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi.

Son sözünü sorduk.

-Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz, dedi.

Bu sırda Fındık Hafız asılıyordu. Asarken iki kez ip koptu. Ben Fındık Hafız asılırken, Seyit Rıza görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız’ın idamı bitti. Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sesizliğe ve boşluğa hitap etti:

-Evladı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir, dedi.

Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi. Oğlu yaşında bir subayı öldürecek kadar katı yürekli olan bir insanın bu mukadder akibetine acımak zor. Ama ihtiyarın bu cesaretini takdir etmekten kendimi alamadım. Asabım çok bozuldu. Emniyet Müdürüne;

-Ben üşüdüm, otele gidiyorum, dedim.”Fakat bazı iddialara göre Seyid Rıza son sözlerinde ayrıyeten “75 yaşındayım, şehit oluyorum. Dersim mağlup oluyor, kahrolsun zalimler! Kahrolsun kahpe ve yalancılar.” demiştir ve Çağlayangil bunu bilinçli olarak yazmamıştır.

… Aradan aylar geçti, Seyit Rıza ve çevresi yakalandı. Mahkemeleri sürüyor. İşte bu sırada Atatürk Diyarbakır’daki (Pertek olması gerekir y.n) Murat suyu üzerinde yeni yeni yapılan Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer Bey bana diyor ki; “Atatürk, Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. Dersim hareketi bitti. Beyaz donlu altı bin doğulu Elazığ’a dolmuş, Atatürk’ten Seyit Rıza’nın hayatını bağışlamasını isteyecekler. Beyaz donluların Atatürk’ün karşısına çıkarmalarına meydan vermeyelim.” 1937 yılında resmi tatil günü Cumartesi öğleden sonra. Atatürk Pazartesi günü Elazığ’a gelecek. Bizden istenenler “asılacak asılsın” ve Atatürk’ün karşısına Beyaz Donlular çıktığı zaman iş işten geçmiş olsun. O dönemde Elazığ Valisi Şükrü Bey, Savcı Hatemi Senihi Bey, Emniyet Müdürü Sezerli İbrahim Bey, savcı yardımcısı arkadaşıydı.

Şükrü Sökmensüer, “Sivillerden Emniyet Genel Müdürlüğünün siyasi şubesinden istediklerini al. Atatürk’ün istasyondan halkevine kadar korunması da size ait” dedi. Başta Macar Mustafa olmak üzere altı kişi alıp yola çıktım. Trenle Elazığ’a vardım. Emniyet Müdürü İbrahim Bey’e gittim. Savcı için, “kural dışı bir şey yapmaz, mümkün değil.” dedi.

Savcıya gittim. Durumu kendisine anlattım. Bu konuda Adalet Bakanlığından da bir şifre aldığını, ama mahkemelerin Cumartesi tatil olduğunu, tatilde ise sonuç almanın mümkün olmadığını bana bildirdi. Ve ekledi:

“Ben de mahkemeleri etkileyemem.”

Oysa biz mahkemenin kararını Atatürk gelmeden evvel vermesini ve geldiğinde Seyit Rıza meselesinin kapanmış olmasını istiyorduk. Ben bunu halletmek için Hükümet tarafından buraya gönderilmiştim.

Savcı yardımcısı hukuktan sınıf arkadaşım. Bana, “Sen valiye söyle bu savcı rapor alsın gitsin, ben senin istediğini yaparım.” dedi. Biz mahkemenin tatil günü işlemesini ve alınacak sonucun infazını istiyorduk. Savcı, rapor aldı. Arkadaşım vekil olarak savcının yerine geçti. Mahkeme hakimini evinde buldum. Gittiğinde mahkemenin aldığı kararı yazdırıyordu. Hakimle konuştuk. Kendisi kararı daktiloya çektirmekle meşguldü. Devir, CHP devri. Herkes çekiniyor.

Hakim bana, “ Cumartesi mahkeme toplanmaz, ancak Pazartesi günü mahkemeyi toplar, kararı veririz. Salı günü de idam hükümlerini yerine getiririz,”dedi.

O zamanlar dördüncü bölgede temyiz hakkı yok.

Abdullah Paşa, sıkıyönetim kumandanı olarak kararı tasdik edecek. O da, “ yukarıdaki karar tasdik olunur” demiş, basmış boş kâğıda imzasını. Yukarıya “ Abdullah Paşa’nın idamı” diye yazsanız kendisi asılacak. Hakime dedik ki: “ Bu dediğiniz gün Atatürk geliyor. Maksat hasıl olmuyor ki.” Hakim, “başkaca bir şey yapılamaz” diyerek kestirdi attı. Ben de kendilerine sordum:

“Sizin saat 17:00’den sonra davaya devam ettiğiniz olmuyor mu?”

“Ooo, çok oluyor. Gün oluyor, dokuzlara onlara kadar çalışıyoruz,” cevabını verdi.

“Eee, sondan beş saat ihlal ediyorsunuz da baştan beş saat ihlal etseniz, olmuyor mu? Yani Pazar akşamı sahurdan sonra mahkemeyi açarız. Pazartesi günü 00.24’ten başlıyor, dedim. Hakim: Elektrikler kesiliyor, dedi. Ona da çare bulduk. Otomobil farları ile hapishaneyi aydınlatırız. Halkevi’ne lüksler koyarız. Hakim bu defa ; samiin yok, dedi. Ona da çare bulduk. Samiin de getiririz. Kaç kişi asılacak? Onu karardan önce söyleyemem, dedi. Ama ekledi: Savcı 27 kişinin idamını istedi. Biz ona göre mi hazırlığımızı yapalım? Bilemem, dedi.


Beni asmaya mı geldin?



Ceza İnfaz Kanunu her asılanın ayrı bir yerde asılmasını, asılanların birbirini görmemesini emrediyordu. Bu şartı da yerine getirmeye çalıştık. Her meydana dört sehpa kurduk. Vali bir de çingene cellat buldu. Gece 12:00'de hapishaneye gittik. Farlarla çevreyi aydınlattık. Mahkemenin 72 sanığı var. Sankıları aldık. Mahkemeye götürdük. Çingene de geldi. Adam başına on lira istedi. “Peki” dedik. Sanıklar Türkçe bilmiyor. Mahkeme kararı açıklandı. Yedi kişi ölüm cezasına çarpıtırılmış, sanıklardan bazıları beraat etmiş, bazıları da çeşitli hapis cezaları almıştı. Kararlar okununca hakim ilamda idam lafını kullanmadığı ve ölüm cezasına çarpıtırılmaktan bahsettiği için verilen hükmü iyi anlamadılar. “İdam Tünne” diye bir vaveyle koptu. Biz Seyit Rıza’yı aldık. Otomobilde benimle polis Müdürü İbrahim’in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu. Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı:

-Asacaksınız, dedi ve bana döndü:

-Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?

Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüzyüze geliyorum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi.

Son sözünü sorduk.

-Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz, dedi.

Bu sırda Fındık Hafız asılıyordu. Asarken iki kez ip koptu. Ben Fındık Hafız asılırken, Seyit Rıza görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız’ın idamı bitti. Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sesizliğe ve boşluğa hitap etti:

-Evladı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir, dedi.

Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi. Oğlu yaşında bir subayı öldürecek kadar katı yürekli olan bir insanın bu mukadder akibetine acımak zor. Ama ihtiyarın bu cesaretini takdir etmekten kendimi alamadım. Asabım çok bozuldu. Emniyet Müdürüne;

-Ben üşüdüm, otele gidiyorum, dedim.”

Seyit Rıza ile birlikte İdam Edilen Diğer Direnişçiler:

1.Seyit Rıza oğlu Resik Hüseyin
2.Şexanlı Aşiret Reisi Seyd Hüsen
3.Yusufun Aşiretinin Reisi Kamer’in oğlu Fındık
4.Demanan Aşiretinin Reisi Cebrail’in oğlu Hasan
5.Kureyşan Aşiretinden Ulkiye oğlu Hasan
6. Mirza Ali’nin oğlu Ali

“Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun.” (Seyit Riza

Seyit Rıza ile birlikte İdam Edilen Diğer Direnişçiler:

1.Seyit Rıza oğlu Resik Hüseyin
2.Şexanlı Aşiret Reisi Seyd Hüsen
3.Yusufun Aşiretinin Reisi Kamer’in oğlu Fındık
4.Demanan Aşiretinin Reisi Cebrail’in oğlu Hasan
5.Kureyşan Aşiretinden Ulkiye oğlu Hasan
6. Mirza Ali’nin oğlu Ali

“Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun.” (Seyit Riza...anilar kitabindan...



berdan ildan

19 Kasım 2009 Perşembe

Tayyibe Atay deneme siir kitabi...



morfoz

uzak bir iklimde
turuncu yanaklı
oğlandı nar ağacı! .

ona olan hasretimden
adını değiştirdim
kiraz ağaçlarının...

çocukluğum darıldı!..

27.10.09

18 Kasım 2009 Çarşamba

Nazilere ceza Türk fasist subaylar serbest


Almanya'da 90 yaşındaki Adolf Storms adındaki eski bir Nazi subayı, tam 63 yıl sonra 58 kişiyi katletmekle suçlandı. Daha öncede başka bir Nazi subayı yargılanmıştı.

Adolf Storms, 1945 yılında Avusturya'da zorla çalıştırılan Yahudi işçilerden 58'inin öldürülmesinden sorumlu tutuluyor.



Hazırlanan iddianamede, “29 Mart 1945'de sanık ve işbirlikçilerinin 57 kişiyi ormanlık bir bölgede toplayıp, diz çökmelerini söyledikten sonra kurşuna dizdikleri” belirtildi. Ayrıca Adolf Storms'un, katliamdan bir gün sonra başka bir Yahudi’yi tek başına öldürdüğü de belirtildi. Başsavcı Andreas Brendel soruşturmanın sürdüğünü belirtirken, katliamın gerçekleşmesine yardım eden 4 Hitler yanlısının daha araştırıldığını söyledi.

Bizde katlettikleri yurtseverlerin kemiklerini bile adli tip kurumu gözaltinda kaybediyor.Bizde Gatakulle yaparak fasist subaylar serbest birakiliyor.Bizde yoksullar sokakta it gibi geberiyorlar,onlar emekliligin tadini Marmariste cikartiyorlar.Almnya da naziler yargilanirken göstermelikte olsa,bizde hic yargilanmiyorlar aksine ödüllendiriliyor Muglali gibi 33 üc Kürt köylüsünü katleden,17 yasinda ki devrimci Erdal Eren'i asmayalimda besleyelim diyerek idam edenlere hic dokunulmuyor ve dokunulmazlik yasasi cikartiliyor ve okullara isimleri veriliyor.Burasi muz Cumhuriyeti Türkiye



Katledilenlerin kemiklerinin olduğu toplu mezarlar 1995 yılında Schützen köyü yakınlarında bulunmuştu. Sanık hakkındaki suçlamalar, katliamı araştıran Avusturyalı bir öğrenciye dayandırılırken, gözaltında olan Storms susma hakkını kullandı.



Almanya'da geçtiğimiz ay Nazi subayı Josef Scheungraber (91), Almanya'nın başkenti Berlin'de yargılandığı mahkemede ömür boyu hapis cezası almıştı

Mahmud Dervis Yoldas


“Kandiller yanar ışığınla,
geceler dönüşür sabaha.
Bense unuturum birden,
- göz rastlar rastlamaz göze-,
yaşadığımız bir vakitler
kapının ardında
yanyana.”*



“İsrailliler, Güney Afrika’nın beyazları, biz de siyahları gibiyiz” diyen Mahmud Derviş’in bu sözünden ilham alarak “Siyah Şiir” başlığı altında direniş ruhunun parçalarını bir araya getiren şiirlerinden ve şairin içindeki Filistin yolculuğundan bahsedeceğiz. Bu tahlil, göreceli olmakla birlikte, yazıcının bakış açısını yansıtmaktadır. Amaç, Filistin şiirinin temsilcilerinden olan şair Mahmud Derviş’i Filistin çığlığını yansıttığı şiirleriyle kısaca incelemek ve tanıtmaktır.



1941’de Celile’de (Filistin) doğan Mahmud Derviş, çağdaş Filistin şiirinin önde gelen temsilcilerindendir. 1948’de Celile, İsrail’in eline geçince Mahmud Derviş ailesiyle birlikte Lübnan’a göç etmiş, uzun yıllar sürgünde yaşamak zorunda kalmıştır. Elinden geldiğince direnmeye ve ulusal mücadeleye katkıda bulunmaya çalışmıştır. Yurduna döndüğünde, parçalanmış bir Filistin manzarasıyla karşı karşıya kalmış olması onun, yılmadan konferanslar vermesini, halkının haklılığını anlatıp yazmasını tetiklemiştir. Edebiyat dünyasında özellikle yazdığı şiirlerle dikkati çeken Derviş’in bestelediği şiirlerin çoğu direnişin marşlarından olmuştur. Kitapları kırktan fazla dile çevrilmiş, gerek Arap edebiyatında gerekse Filistin mücadelesinde önemli bir yere sahip olmuştur. İlk şiirlerinin yayımlandığı dönemde el-Arz (Toprak) cephesinde çalışmaya başlayarak El-İttihad gazetesinin ve el-Cedid dergisinin yazı işleri müdürlüğünü de yapmıştır Yazıları ve şiirleri nedeniyle birçok kez tutuklanıp, hapis yatmıştır.



Derviş’in şiirlerinde lirizm göze çarpmaktadır. Şiirlerinde tüm Filistin halkının iç sesini yansıtarak, aslında geniş bir insanlık tarihi ve coğrafyasını konu edinmektedir;



“Kuşlar bana bıraktı şarkılarını
Ve ben koştum
Yürek atışına tarlaların.
Kanımın derinliklerine in
Derinliklerine in
Derinliklerine ekmeğin
Yalın bir yurdumuz olsun
Yasemin bir düşün beklediği.
Her günkü Ahmed
Saf ve Basit Ahmed
Nasıl kaldırdın ayrılıkları
Meyveyle taş arasında
Kurşunla geyik?
Arap Ahmed, diren!
Kuşatma altında gezeceğiz
Ulaşıncaya dek kıyısına
Ekmeğin ve dalgaların.
Öleceğiz düşü uğruna
Bir yurdun
Ve bekleyen yaseminlerin.” **




Mahmud Derviş’in Ahmed Zataar adlı şiirinde, hayali bir kahraman olan Ahmed Zataar sürekli yerinden edilen ve sürgüne gönderilen Filistinlilerin adsız kahramanlarını temsil etmektedir. Ahmed adlı bu kahraman, direniş ve mücadeleden sonraki dirilişi temsil etmektedir;



“Kekikten ve taştan Ahmed
Yükseleceksin
Hayır! diyerek
Derinden esvap yapacak
Kırlardan gelen köylüler
Zalimleri ortadan kaldırmaya.
Bir çiçek olacak yumruğun
Bir bomba
Her gün hayır! demek için kalkan.
Kılıçlardan kesik kesik gövden
Yeniden yapılacak
Doğacak güneşlerden
Ve dalgalarla nikâhlanacak
Giyotin altında
Hayır! diyeceksin
Hayır!”***





Ayrıca, Beyrut’ta bir Filistin kampı olan Tel Zataar Lübnan iç savaşı sırasında iki ay kuşatma altında kalmıştı. Filistin halkı zor şartlar altında kuşatmaya karşı direnmişlerdi. Arapça’da “kekik dağı” anlamına gelen Tel Zataar Filistin direnişinin bir sembolü haline gelmiştir ve Mahmud Derviş bu sembolü şiirlerinde sıkça kullanmıştır;




“Kekikten ve karamış taştan

O eller için
Bu çığlık
Unutulmuş ve yapayalnız
Ahmed için.
Gelip geçen bulutlar
Yurtsuz ve yabancı koydu beni
Ve yalnız dağlar cesaret ediyor
Beni bağrına basmaya
Kıraç bir toprakta.
Doğuyorum yine o eski yaralardan
Sokuluyorum toprağa
Bütün ayrıntılarını görünceye dek
Doğuyorum yine
Denizin taştığı yıl
Kül olmuş kentlerden
Kendimi yapayalnız bulduğum.” ****



Şairin Filistinli Sevgili adlı şiiri ise adeta bir Siyah Şiir’dir. Filistin halkının direnişinden ve haklı davasından bahsetmekte, şiirdeki Filistinli sevgili ve onun yaşadığı şeyler ise Filistin’deki acıyı, ızdırabı ve direnişi yansıtmaktadır. Şiirinde göze çarpan diğer bir unsur ise yalnızlıktır. Bu unsurun kullanılmasında, Derviş gibi Filistin halkından daha birçok insanın yurtlarından sürgün edilmelerinin ve sevdiklerini bir bir kaybetmelerinin etkisi gözükmektedir;



“Gözlerin bir diken
yüreğe saplanmış,
çıldırasıya sevilen,
işkencesine dayanılamayan.
Gözlerin bir diken,
rüzgârdan koruduğum,
ötesinde acıların, gecelerin,
derinlere sapladığım.
Kandiller yanar ışığınla,
geceler dönüşür sabaha.
Bense unuturum birden,
- göz rastlar rastlamaz göze-,
yaşadığımız bir vakitler
kapının ardında
yanyana.
*
Şakırdın sanki konuşurken.
İsterdim konuşmak ben de.
Dudaklarda hayır mı kalmıştı ki,
O bahar gibi dudaklarda!

Sözlerin
güvercin gibi
yuvamdan
uçtu gitti.
Kapımız,
sonbahar kadar sarı
basamakları ardından
fırladı gitti
canının çektiği yere.
Aynalar oldu paramparça,
yığıldı içimize
acı üstüne acı.
Topladık sesin küllerini
getirdik bir araya.
Böylece söyler olduk
acılı türküsünü yurdumuzun.
Hep birlikte sazın bağrına
ektik bu türküyü,
evlerin damlarına taş fırlatır gibi
fırlattık attık bu türküyü,
alın, dedik,
sancıdan kıvranan kalplere.
Oysa her şeyi unuttum ben şimdi.
Ya sen, ya sen, sevgili,
sesini kimselerin bilmediği!
Belki de gidişindir senin
ya da susmandır
sazı paslandıran.
*
Dün seni limanda gördüm,
yapayalnız, yolluksuz yolcu.
Bir yetim gibi sana doğru koşuyordum,
arıyordum sanki yaşlı anamı.

Nasıl, nasıl, yemyeşil bir portakal ağacı
kapanır bir hücreye ya da bir limana,
nasıl saklanır gurbet elde
ve yemyeşil kalır?
Yazıyorum not defterime:
Limanda durakaldım…
En dondurucu kış kadar soğuk gözler gibiydi dünya,
doluydu portakal kabuklarıyla ellerimiz.
Ve hep çöl, ve hep çöl, ve hep çöldü ardım.
*
Seni yalçın dağlarda gördüm,
kuzularınla, kovalanan çoban kızı.
Sen benim bahçemdin,yıkıntılar ortasında.
Bendim o yabancı, bendim kapını vuran.
Ey gönül! Ey gönül!
Kapı kalbimin üzerinde yükseliyordu,
pencere, taşlar ve çimento
Kalbimin üzerinde.
*
Seni su testilerinde gördüm,
buğday başaklarında,
yıkık dökük, parça parça, unufak.
Hizmet ederken gördüm gece kulüplerinde,
sancıların şimşeklerinde gördüm ve yaralarda.
Bağrımdan koparılmış ciğer parçası sensin.
Dudaklarıma ses olacak yel sen.
Ateş ve akarsu sensin.
Gördüm seni bir mağaranın ağzında
yetimlerinin çamaşırlarını iplere asarken.

Gördüm sokaklarda seni ve ateş ocaklarında,
kaynayan kanında güneşin.
Ve ahırlarda…
Ve bütün tuzlarında denizin.
Ve kumlarda…
Toprak gibi güzel,
yasemin gibi,
ve çocuklar gibi.

*
Ve ant içerim ki,
bir mendil işleyeceğim yarına kadar,
gözlerine sunduğum şiirlerle süslü
ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:
"Bir Filistin vardı,
bir Filistin gene var!"
*
Gözleriyle Filistin,
kollardaki, göğüslerdeki dövmelerle Filistin,
adıyla sanıyla Filistin.
Düşlerin Filistin’i ve acıların,
ayakların, bedenlerin ve mendillerin Filistin’i,
sözcüklerin ve sessizliğin Filistin’i
ve çığlıkların.
Ölümün ve doğumun Filistin’i,
taşıdım seni eski defterlerimde
şiirlerimin ateşi gibi.
Kumanya gibi taşıdım seni gezilerimde.
Koyaklarda çağırdım seni bağıra bağıra,
inlettim senin adına koyakları:

Sakının hey
kayaları döve döve şarkımı koparan şimşekten!
Benim gençliğin yüreği!
Benim beyaz kanatlı atlı!
Benim yıkan putları!
Kartalları tepeleyen şiirleri benim eken
tüm sınırlarına Suriye’nin!
Zalim düşmana bağırdım, ey Filistin, senin adına:
"Ölürsem, ey böcekler, vücudumu didik didik edin!"
Karınca yumurtasından kartal çıkmaz hiçbir vakit,
yalnız yılan çıkar zehirli yılanlardan!
Ben barbarların atlarını iyi bilirim.
Bir ben dururum onların karşısında,
bir ben,
gençliğin yüreğiyim her daim,
yüreğiyim beyaz kanatlı atlıların.

Ugurun dogum günü


Ugur kaymaz özel tim tarafindan katledildiginde 12 yasindaydi,her Kürt emekcisi gibi babasina düskündü,cünkü babasi söför'dü ve
o sabah babasini son yolculuga ugurlarken evinin önünde babasiyla beraber öldürüldü,Ahmed Arif yasasaydi 12 Kursun adli yeni
bir siir yazardi Kürt cocuklari icin.Iste o süreclerden süzülen Memet Sögüt UGURUN YASI adli calismasi da bu ekolden bir siir
kitabi:Cocuk olsa,kadin da olsa güvenlik güclerimiz gereken yaniti verdiginde Enis Ata adli cocuk Diyarbekir önlerinde yine resmi
derin AKP polisleri tarafindan öldürülürler ve o gündür bu gündür Kürt cocuklari icin adalet cagrisimlarina bir yanittirdir bi kitapta
Karanliktaki Gölgeden iste dizeleri..
İçlenmiş sırlarımla geldim
Bakışın sabrımdı
Gül dağına kırağılar düşmüş
Sevmecelerine daldım
Seni her görüşümden sonra
Oturup adam gibi şiirler yazdım..."
Uzunca bir sürecte olmasa Memet Sögüt sürgün yasayan bir Kürt emekci sairi ve dizelerinde umuda dair düsler ve imgeler var.Imgelerin
ardindan gitmek isteyenlere...."Düştün yollara / Titrek bir sonbahar yaprağı gibi / Bulutlara yay da koysan nafile / Sen böyle gördükçe beni / Bir deney tahtası gibi / İstemem şefkatini kutsadıklarında / Zinakârlar oldukça."
isimlerini unutmayacagimiz ezilenlerin gür sesiden bir kac siir.Iste devrimci dizeler,ve seni cagiriyor enis,cüneyt,ugur,berivan asme,dilan,dila
ve simdi siirler okunsun....


Kül



Nereye baksam yangın yeri kül

Kül de tutuşur bir gün

Değirmi döngü içindeyim

Söz ile köz arasında



Saz ile kelam, bitimsiz aşk

Yürüdüğün sevda, bilesinki pisliğe fink atamaz.



Dipten bir ses, ses yükseldikçe

Bozulur sukunet

Rötarlı değil tam zamanında, de

Ulan piç defol git başımdan.




--------------------------------------------------------------------------------


Kıskançlık Ya Da Bumerang


Boş ver be şairim, aldırma

Hep kelebekler uçuşsun yüreğinde

Durgun göldür onlar, unutma

Ya da ateşin ortasına düşmüş akrep

Daraldıkça kıskançlık çemberleri

Akıllarını yitirerek ölürler.




--------------------------------------------------------------------------------


Uzaktayım Yar Yar


Bir çapanoğlu vardı, dibekte dövülüyordum

Biliyorum indimde her aşkımın tam yaşanmamışlığını

Uykusuz gecelerimi bölsem ikiye

Her yanı cehennem her yanı kan

Ufkumun yoculuğuna çıksam

Dolambaç yürünür dağlar aşılır mı bilemem



Mülteciliğim uçurum kendimi öldürmüşlüğüm

Şimdi ben bir başıma

Bir bez parçası, bir çöp

Kurumuş bir yaprak gibi

Kendimi hiç sayarak hiç oldum

Hiçlik deryasında dolanmaktayım



Ah bu sıladan uzak geceler

Geceleri kederime tutunarak

Patlayana kadar ağlamaktayım

Ve hiç oldum hiçlik deryesında dolanmaktayım

Yoksun

Uzaksın

İndimde her aşkımın tam yaşanmamışlığı



Uzaktayım yüreğimde kahır

Zalime lanetler okumaktayım

Harmoni değil tüm renkler yitik

Robot gibi işle ev arasında

‘’ Düzenli gidip gelen bir sarkaç gibi

Gidip gidip gelmekteyim’’

Ben uzakta yar yar

Dirhem dirhem ölmekteyim



Dolambaç yürünür bu dağlar aşılır mı bilemem

Ama şimdi uzaktayım uzaktayım yar yar




--------------------------------------------------------------------------------


Aşk Mabedi


Yedi düvelde derlendi yedi hicran yarası

Yedisi de gelip sol yanıma saplandı

(H)alkımın sevinci alevler içinde

Yürekler de bağdâ

Dillerde ağda kasvet keskin

Aşkın mabedi can çekişiyor

Karanlıklar denizinin ortasında



Ağla leylim

Ağla, plağımda o eski şarkı

Münzeviliğim

Cürmüm

Salkımsöğütler, çiçekler

Güzel insanlar da var, var da

Aşkın mabedine ışık vurmaz



İsyan

Isyan diyorum ağlıyorum gayri

Olmazsa da elvada nar çiçeğim

Elvada leylim der, yaşamam da giderim




--------------------------------------------------------------------------------


Dokunmasınlar


Ulvi duygularla geldim, gül

İtine ile dokunsam yarana

İnsan güldür desem mesela

Ki; gül insan

Akan bir nehir

Düşün, güller olmadan

Arş-ı alem ne ise yarar.



Herakleitos’u utandırma

Devinim



Sefih olamadım alev

Alevlenir yüreğim

Kırık cam, kevgir

Hatırla yangın izini (y)ekin



Zalimler, zalimler geliyor

Dilleri ağızlarında birer çıyan

Bırak Eyup sabrını

Katar katar zulüm ordusu

Gayri güllerime, çiçeklerime dokunmasınlar

Yeter.





berdan ildan

16 Kasım 2009 Pazartesi

Yasak ask ve düsün


"...bir omzuna almış sanki gökyüzünü
dudakları masmavi alsace lorrain
yüzü cermenlerin en eski hüznü
höderlin bakıyor sisli gözlerinden
ellerini şöyle okşayacak oldum
duydum nabzının gök gürültüsünü..."günlerden bir milattan önce yüz bin, kral peleus ile deniz nymphe'si thetis'in düğünü var imiş. lakin tanrılar, eris'i (türkçesi geçimsizlik) davet etmezler (ya da unuturlar bilmiyoruz). ama geçimsizlik gene de gelir bu düğüne, üzerinde en güzele yazan bir adet altın elma ile ellerinde. elmayı ortaya atar, ama sahibini söylemez. elmanın güzelliğini gören hera, athena ve * afrodit bu elma üzerinde hak iddia ederler (evet athena gibi bilgelikten sorumlu tanrıçanın böyle sığ işlerle uğraşması cv'sinde kara bir leke olarak kalacaktır).
zeus, ölümlülerin en yakışıklısı, kral priamos'un elli oğlundan birisi olan truvalı paris'i hakem tayin eder.
derhal hermes, babasının sürülerine bakmak için ida dağına sürgüne gönderilmiş paris'e bu mesajı ulaştırır. paris niye mi sürgünde : babası priamos zamanında rüyasında oğlunun, sitesinin yıkımına sebep olacağını görmüş, o yüzden göndermiş bu geni daşlara bayırlara.

Iste ask hali, bu gence tercihinde yardımcı olması için, çeşitli güzellikler önermiş tanrıçalar:
hera : asya imparatorluğunu
athena : bilgeliği ve savaşlarda zafer kazanmayı
afrodit ise ölümlülerin en güzelini, zeus ile leda'nın kızı, sparta kralı menelaos'un karısı helena'nın aşkını sunar.

Büyük ihtimalle dağlarda ask hali,dogayla başbaşa seneler geçirdiğinden dolayı, paris isimli bu dalyan gibi delikanlı, afrodit'in önerisini kabul eder. Triremesine atladığı gibi sparta'ya yola koyulur. sparta'ya vardığında menelaos onu konukseverlikle karşılar, ancak acil bir memleket meselesi için girit'e gitmesi gerekmektedir. döndüğünde paris'in, karısı helena'yı götürdüğünü ancak farketmiş, iş işten geçmiştir...

Ve Spartalilarla devam eden yasak bir ask hali

Umutsun anne


Gece soguk hücrem anne
Rüyalarima bahar gelsin
Bir Ömür bu
Bildiginiz tüm türkülerde
artik.

Ve sehir eskiyalari
Karanliklari aydinlatmiyor anne
Sesini dinliyorum anne sesini
Gülümseyerek yatttigi yerde

Iste bak anne biz üc kisiydik
Sen,ben ve özgecan
Ne sürgün
Ne mahpustaki üc agac incir
Safagin sahibi var anne
Deniz gibi bahtiyar
cocuk gibi namuslu
Ama gece soguk anne
Umut zindanin üstünü örtsün
Üc renkli
Pencereme beyaz güvercin konsun
Salayim yasakli mektup onunla anne
Senin elin diger cocuklarin eline degsin
Icerde ve disarida ki birlessin anne
Icerde cocuk olmasin anne.
Geceyi aydinlat
Gülüsünle anne
Umutsun anne...


berdan ildan